TENCERE ELİNDE KELEPÇELEDİLER GENÇ KIZI

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 23

TENCERE ELİNDE KELEPÇELEDİLER GENÇ KIZI

Bileklerine kelepçe takıldığında yıkıldı dünyası. Elindeki tencereyi gösterdi polise. "Ablamın evine gidiyordum. Pazardan aldığımız bu tencereyi değiştireceğiz." 100 metre ötedeki evi işaret etti...

Polis, genç kızı dinlemedi bile. "Kimliğin niye üzerinde değil? Karakola gidelim orada anlatırsın derdini." Hoyrat hareketlerle, arabaya sürükledi yakaladığı "terörist"i.

75.Yıl Karakolu’na götürdüklerinde saatler 14.00’ü gösteriyordu. Doğrudan nezarethaneye attılar onu. Orada unuttular. Sesini çıkaramadı, itiraz edemedi.

Ailesine haber verildiğinde akşam olmuş, vakit gece yarısına yaklaşmıştı. Ablası, eniştesi telaş içinde karakola koştular. Yanlarında, genç kızın kimliğini de getirmişlerdi. Görevli karakol amirine gösterdiler;

..Döndü Erdoğan, Doğum Yeri K.Maraş, Doğum Tarihi 1987.

Henüz 14’ündeydi Döndü. Kendi mahallesinde, gündüz gözüne, elinde tencereyle kelepçelenmişti. Suçu, üzerinde kimlik taşımamasıydı!

Döndü’nün kimliğini görmek de yetmedi polisin ayılmasına. "Bekleyeceksiniz" dediler. "Neyi?" diye sordular. "Genel Bilgi Taraması yapacağız, sabıkası var mı bakacağız."

Döndü’nün beklemeye tahammülü kalmamıştı. Çıldırmış gibiydi. Karakolun penceresine koştu. Kendini atacaktı, demir parmaklıklar onu engelledi. Sakinleştirmeye çalışan ablasından bir bardak su istedi. Su dolu bardağı eline alır almaz yere fırlatıp kırdı. Oradakilerin gözü önünde cam parçalarından birini yerden alıp, bileğini kesiverdi.

Bereket polisler, hastaneye götürülmesine izin verdiler. Orada Döndü’nün bileğine pansuman yapıldı, sarıldı. Polisten de "serbest" olduğu haberi gelince evine gidebildi.

Döndü, eve gittiğinde hâlâ kendinde değildi. Ablasından saçlarını taramasını istedi. Ablası, başını okşadı, saçlarını taradı. Sonra küçük kardeşini yatağına yatırdı ama aralık bıraktığı kapı önünde beklemeye başladı.

Ama kardeşinin yatağından fırladığını fark edemedi. Hızla pencereye koşan Döndü, pencereyi açtığı gibi kendini üçüncü kattan aşağı bıraktı. Hastaneye kaldırılırken koma halindeydi. Ölümle pençeleşiyordu...(1)

Kuşkusuz, İstanbul’un orta yerinde onu kelepçeleyen polis memuru da duymuştur Döndü’nün intiharını. Ne tür bir sonuç çıkarmıştır acaba? "Keşke kelepçelemeseydim" diyebilmiş midir?

Sanmıyorum. Maalesef sanmıyorum...

"Keşke" diyebilmesi için bir insanın, "insani refleksleri"nin yerinde olması gerekir. Öldürme değil yaşatma güdüleri ayakta, öncelikli, ve de diri olan bir polis ancak kelepçe taktığı genç kızın intiharına üzülebilir. Pişmanlık duyabilir. Ders alabilir...

Mitinglerde, gösterilerde, yakaladıkları kızlara, oğlanlara cop vuran, saçlarından sürükleyen polisler, vurdukça mutlu mu oluyorlardır; yoksa üzülüyorlar mıdır? Coplarını, o narin bedenlere her indirdiklerinde çıkan ses, bir insanın canını yaktıklarını hatırlatıyor mudur onlara? Yoksa ruhsuz "robokop"lar olarak, bir kez daha, bu kez daha sert vurmak için güç mü alıyorlardır o haykırışlardan?

Endişem bu. Acı vermekten mutlu oluyorlar, en azından farkında değiller yaptıklarının...

Binlerce çevik kuvvet polisi geçen yıl "ayaklandığı"nda hissetmiştim bu endişeyi ilk kez. İstanbul’da, diğer kentlerde, "Kana kan intikam", "Savulun Çevik Kuvvet geliyor" sloganlarıyla yürümüşlerdi. Silahlarını havaya kaldırmış, daha güçlü silahlar istemişlerdi. Daha güçlü yasalar değil...

Adana’da bir kapıcı günahsız yere kurşunlandığında, Trabzon’da ve Aydın’da iki vatandaş evlerinin önünde dövülerek öldürüldüklerinde iyice yoğunlaştı endişem. Polis, giderek "insani refleksleri"ni kaybediyordu!

Onları böylesine "kan" ve "ölüm"ile "barışık" hale getiren birçok etkenden söz etmek mümkün. Ama "üniformalı" bir güç olduklarını unutmamak gerekli.

Üniformalılar için komutanların davranışı belirleyici önemdedir. Alt kademeleri yönlendiren, "komutanlar"ın emirleri, daha da ötesi davranışları, sözleridir. Açıkçası, karakoldaki, meydandaki, nerede olursa olsun polisin tek tek "insani refleks" geliştirebilmesi için öncelikle "komuta kademesi"nin insani reflekslerinin gelişmiş olması zorunludur.

"Polislerin komutanı" durumundaki Sadettin Tantan’ın "insani refleksleri"nin ölçüsü defalarca çıktı ortaya. Anayasa Mahkemesi, polisin silah kullanma yetkisini sınırladığında ne demişti Tantan?

"Şimdi saygın mahkeme üyelerine şunu söylüyorum, bugünkü koşullarda geçtiğimiz günlerdeki bu terörist saldırıya karşı saldırıdan sonra mı güvenlik güçleri silah kullanacaktı?"

Pişkünsüt karakolda "askı" bulduğunda, "Hortum Süleyman" vakasında, valiler vatandaşları azarladığında, işkence iddiaları çıktığında, vatandaş dayakla öldürüldüğünde, cezaevlerindeki ölüm oruçlarıyla karşılaşıldığında da hep aynı mantıkla yaklaştı Tantan. Polis-vatandaş ilişkisinde hiç bir zaman "insani refleks" vermedi. Vatandaş cephesinden yaklaşmadı.

Belli ki, onun yaşamında hep "enterne" edilecek suçlular olmuş; her olaya "polis" gözüyle, o "cephe"den bakmış. İçişleri Bakanı olduktan sonra da o gözlüğü çıkaramamış.

Tantan, bakan olduğunda kimi gazetelere manşet olmuştu; "Türkiye’nin umudu", "Haydi Tantan". Dürüst, başarılı emniyet müdürlüğü günleri destanlaştırılmıştı.

"Nüfuz casusları" dedi; sayfalarca yorumlar yapıldı. "Tapınak şövalyeleri" dedi; derin felsefi anlamları araştırıldı bu sözcüklerin. Hele "Yolsuzluk fahişelikten beterdir" sözlerine bilgelik atfedildi. Düşünülmedi ki, Tantan aslında hayatı boyunca bir "karakol polisi" idi ve her sözcüğünün altında yatan da bu "karakol" deneyimleriydi.

Tıpkı Jerzy Kosinski’nin "Bir yerde" adlı kitabındaki "Bahçıvan" gibi. Bahçıvan Chance’ın tüm yaşamı, bir villanın bahçesinde geçmişti. Kapıdan dışarı bir kez bile adım atmadığından yaşama dair tek bilgi kaynağı televizyondu. Sadece çiçekler, toprak ve doğayla ilişki içindeydi.

Villanın ihtiyar sahibi ölünce bahçeden kopmak zorunda kaldı Chance. Tesadüfler onu ülkenin etkili isimleriyle karşı karşıya getirdi. Chance söylenenleri anlamakta güçlük çekiyor, ne denirse densin o bildiği tek dil olan "doğanın dili"yle yanıt veriyordu.

Ünü giderek arttı. Amerika Başkanı da onu merak etti. Karşı karşıya geldiklerinde Başkan sordu;

- Mr. Gardiner? Borsada havaların kötü gitmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Chance büzüldü. Sanki düşüncelerinin kökleri aniden nemli toprağından sökülmüş ve karmakarışık, dostça olmayan bir havaya atılıvermiş gibi geldi. Gözlerini halıdan ayıramıyordu. Sonunda konuştu:

"Bir bahçede" dedi. "Bitkilerin filizlendiği bir mevsim vardır. İlkbahar ve yaz vardır, ama sonbaharla kış da vardır. Ardından ilkbaharla yaz geri gelir. Kökler koparılmadığı sürece, her şey yolundadır, iyi olacak demektir."

"İtiraf etmeliyim ki Mr. Gardiner" dedi Başkan. "Bu söyledikleriniz uzun, çok uzun zamandan beri işittiğim en iç rahatlatıcı ve iyimser açıklamalardan biri."(2)

Tantan’ın sözleriyle ilgili verilen tepkiler de Gardiner’in karşısında büyülenen ABD Başkanın tepkisine benziyordu.

Şimdi büyü bozuldu. Ama maalesef nedeni, "karakol polisliği"nin anlaşılması olmadı...

(1) Kelepçe takılınca intihara kalkıştı, Ali Balcı, Sabah, 1 Mayıs 2001; Çocuğa ölüm kelepçesi, Timur Soykan, Radikal, 2 Mayıs 2001.

(2) Bir yerde, Jerzy Kosinski, E Yayınları, 4.Baskı, Mart 1990.

Faruk Bildirici / Tempo / 10-16 Mayıs 2001

“Göle balık atan şüpheli Amerikalı çıktı” başlığını görünce şaşırdım. “Göle balık atan şüpheli” kısmı da enteresandı, “Amerikalı çıktı” kısmı da.  Göle bal

DÜZMECE BELGEYLE DOKTORLUKTAN ATMAYA KALKMIŞLARDIDr. Eriş Bilaloğlu, Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı. İki yıldır bu gör

DÜZMECE BELGEYLE DOKTORLUKTAN ATMAYA KALKMIŞLARDI

Dr. Eriş Bilaloğlu, Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı. İki yıldır bu gör

Endişelenme! E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar doldurulmalıdır (*).

© 2019 Faruk Bildirici - Medya Ombudsmanı. Tüm Hakları Saklıdır.