Sığınmacılar ve uzman muhabir gereksinimi

...

    “Sessiz İstila” adlı filmle birlikte sığınmacıların varlığı, siyaset gündeminin ilk sıralarına taşınana kadar bu insanlar görülmüyordu.

    Az da değil tam 11 yıldır Türkiye’de yaşıyor bu insanlar ve kabul etmek gerekir ki, Suriye’de barış sağlansa, bütün ekonomik koşullar oluşturulsa bile gönüllü ve onurlu geri dönüşleri o kadar kolay değil. Varsayalım ki, büyük bölümü geri döndü ama en azından 1-2 milyon insanın burada kalacağı kesin.

    1990’larda Güneydoğu’da Silahlı Kuvvetlerin köyleri yakması ve terör nedeniyle köylerini terk etmek zorunda kalanların batıya ve büyük kentlere göçüne tanık olmuştu bu ülke. Köyünü terk etmiş yaşlı bir adam ile yıllar sonra Diyarbakır’da konuşurken “Köyünüze dönecek misiniz” diye sorduğumda içimi yakan bir yanıt vermişti:

-        Bebelerin ayağı asfalt gördü, bundan sonra dönemeyiz.

   Suriye’den gelen insanlar için de aynı sorun geçerli. Bu topraklarda doğan, burada büyüyen çocuklarını nasıl götürecekler? Bunca yıl sonra geri dönüş çoğu için mümkün değil artık…

     O nedenle devleti yönetenler, mümkün olduğunca çok insanın geri dönüşü için diplomatik çabaların yanı sıra siyasal, sosyal ve ekonomik çözüme yoğunlaşırken, geri dönmeyecek ya da dönemeyecek olanların bu topluma uyumu (entegrasyonu) için de projeler hazırlanmalı.

     Medya da geri dönüş ve entegrasyon politikalarına yardımcı olmalı. Ama maalesef medya bugüne değin sığınmacıları sadece siyasetçiler bahsettiğinde, sosyal medyada yalan yanlış paylaşımların hedefi olduklarında ya da bir yerlerde kriminal bir vakanın aktörü olduklarında fark ediyordu.

    Sığınmacıları hedef gösteren dil

    O zaman da siyasi iktidar ile ilişkilerine göre yandaşlık ya da karşıtlık üzerinden değerlendiriyor; nesnel bir gözle yaklaşmıyordu. En küçük bir suçlamaya muhatap olan sığınmacıların doğru dürüst yargılanmadan, insan hakları hiçe sayılarak apar topar sınır dışı edilmelerini seyretmekle yetiniliyordu. Altındağ’da meydana gelen bir cinayetin ardından yıllardır orada yaşayan sığınmacıların saldırıya uğramaları, yerlerinden sürülmeleri bile -birkaç başarılı röportaj ve yazı dışında- yeterince incelenmedi. 

     O zamana kadar sığınmacılar, adli olaylarda mağdur da olsalar, mazlum da hep sığınmacıların ulusları haberlerin başlığına çıkarılıp ötekileştiriliyor; tümü damgalanıyordu. Elbette medyanın bir bölümü sığınmacı insanları zor durumda bırakacak, ayrımcı üslup kullanmamaya özen gösterdi. Ama Altındağ’daki saldırılardan sonra o kuruluşların haber dili iyiden iyiye değişti; sığınmacıları hedef göstermekten sakınmadılar. Nitekim açıkça savunanlar da oldu:

     “Show Ana Haber, son aylarda yabancı uyruklu kişilerin karıştıkları olayları uyruklarıyla vererek ana akım medyadaki sansürü kırmaya başlayan haber bültenlerinden biri haline geldi. Show TV, geçtiğimiz günlerde de Bağcılar'da sokak ortasında oturup insanları tehdit eden bir sığınmacıyı ana haber bültenine taşımıştı.”

       Halbuki bir kişinin ulusu, mesleği, dini, cinsiyeti gibi bireysel özelliklerinin, haber konusu suç ya da olayla doğrudan ilişkili değilse belirtilmemesi hele de başlığa çıkarılmaması gazeteciliğin temel ilkelerden biridir. Bu ilkenin uygulanmasını “sansür” olarak nitelendirmek yanlışı kutsayan çarpık bir bakış…

    Medya adacıklara nüfuz edemedi

     Yaygın medya bırakın sayıları 4 milyonu aşan sığınmacılar sorununa odaklanmayı, yıllardır mülteci, sığınmacı, geçici koruma, göçmen, düzensiz göçmen kavramlarını yerli yerinde kullanma konusunda dahi başarı sağlayamadı. British Council ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin birlikte hazırladığı “Kültürel Çeşitlilik” kılavuzunda yer alan “Mülteciler ve Göçmenler” hakkındaki uyarılar da yeterli olmadı.

    Ülkenin her yanına dağılmış yığınların ayakta kalabilmek için kurdukları gettolar medya için hep karanlık bölgeler oldu; orada yaşananlar, insanların sıkıntıları, sorunları ve hatta başarıları yok sayıldı.

    Medya az sayıdaki sığınmacı/mülteci uzmanı gazeteci dışında bu adacıklara nüfuz edebilmiş değil. Ülkelerini terk edip Türkiye’ye gelen yığınların burada yaşadıkları sorunları, ekonomik ve sosyal ilişkileri topluma aktarılamıyor. Medya onlara kör-sağır olunca vatandaşlarla sığınmacılar arasında empati de geliştirilemiyor. Oysa olası çatışmaları, anlaşmazlıkları önlemek için iki tarafın birbirini anlaması şart.

   Sığınmacı karşıtı dalga yükselince yoğun oldukları bölgelere gidip mikrofon tutmak yetmez. Medya kuruluşlarının tümünün tez elden uzman muhabirler istihdam etmesi şart.  Sığınmacı/mülteci/göçmen konularında uzman gazeteciler, medyanın dolayısıyla bütün ülkenin sığınanlar üzerindeki gözü kulağı olur. Hem bu konudaki uluslararası hukuku öğrenir; hem de Pakistan’dan, Ürdün, Lübnan, Kenya, Tayland ve Filipinler’e kadar sığınmacı/ mülteci örneklerini inceleyip, oradaki deneyimleri buraya kazandırabilirler.

    Belli ki, Suriye’den gelenlerin büyük kısmı geri dönse dahi Türkiye artık sığınmacı ve düzensiz göç sorunuyla hep karşı karşıya kalacak. Bu kalıcı sorunu uzman olmayan gazetecilerle anlamaya, aktarmaya çalışmak, karanlıkta fenersiz ilerlemek gibi…

Faruk BİLDİRİCİ / 27 Mayıs 2022jallfıkf