SANSÜR NEYE YARADI?

...

Reyhanlı’daki bombalı saldırı haberlerine konulan yayın yasağı, sadece dört gün sürebildi. Üst mahkemenin, basın özgürlüğüne aykırı olduğu yolundaki tepkiler nedeniyle geri almak zorunda kaldığı sansür kararını iktidar sözcülerinin savunmuş olması bir muhasebe yapmayı gerekli kılıyor.

Medyada ve sosyal medyada yazılanlara, aktarılanlara bakılırsa sansür, bilgi kirliliğinin artmasına yol açtı. Okur Temsilciliği’ne gönderilen mesajlar, resmi makamların açıkladığı ölü sayısına dahi inanmayanlar olduğunu, olayın faili konusunda türlü senaryoların tedavüle çıktığını gösteriyor.

Bu da doğal bir süreç. Bir toplumda açık bilgi kaynaklarını engellerseniz fısıltı gazetelerinin tirajı artar. Medyanın sansürlendiği yerde insanlar, böylesi dedikodulara kolayca inanır.

Reyhanlı’da da böyle olması kaçınılmazdı. Siyasi otorite, saldırıyla ilgili olarak Esad yönetimi ve onun istihbarat örgütü El Muhaberat’ı suçlayan politik bir söylem tutturdu. Ama sınır güvenliğinin sağlanamaması ile araçların tipine, hangi kaportacıda özel bölmeler yaptırıldığına varıncaya kadar bütün hazırlıklarla ilgili istihbarat olmasına rağmen saldırının önlenememesine açıklık getirilmedi.

Güvenlik birimleri de ilk günlerde faillerin adresi ve saldırıyla ilgili somut deliller konusunda resmi açıklamalar yapmak yerine gazetecileri “fısıltılar” ile yönlendirmeyi tercih etti. Muhaberat’ın, “Acilciler” adlı bir örgütü taşeron olarak kullandığı iddiaları da buralardan sızdırıldı medyaya. Çok geçmeden bu örgütün 1988’de feshedildiği, 30 yıldır da hiçbir eylem yapmadığı ortaya çıkınca Reyhanlı saldırısıyla ilgili güvenilir bilgi problemi iyiden iyiye büyüdü. İlçede Suriyelilere yönelik tacizlerin artmasının, bu insanların bir bölümünün tehlikeyi göze alıp ülkelerine geri dönmelerinin nedeni de bu atmosfer olsa gerek.

Oysa sansür yerine açıklık tercih edilse, güvenlik birimleri kulaklara fısıldamak yerine basın toplantılarıyla tatmin edici açıklamalar yapsaydı dedikodular ve komplo teorisyenleri böylesine etkili olamazdı.

İşin bir de gazetecilik etiği ile ilgili yanı var ki, onu da kayda geçirmek lazım. 25 yıl önce feshedilmiş bir örgütü saldırının faili ilan ederken daha dikkatli olmak gerekmez miydi? Kanıttan vazgeçtim, hangi “üst düzey yetkili” söylerse söylesin yazmadan önce süzgeçten geçirilmesi gerekmez miydi? “Üst düzey yetkili söyledi” ya da “iddia edildi” demek, gazetecinin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Manipülatif bilgilerin taşınmasına aracılık etmenin faturası, adı bilinmeyen yetkiliye değil gazeteciye kesilir.