"Derin devlet" korumasından "Cumhur ittifakı" kalkanına: Alaattin Çakıcı

...

 Eline tutuşturulan Walter marka tabancayla fındık ağaçlarının önünde poz verdiğinde, dört yaşındaydı. Alaattin Çakıcı, silahla ilk kez o gün tanışmıştı. 1957 yılında çekilen bu fotoğraf, hem Alaattin Çakıcı'nın silahla ilk tanışmasına tanıklık etti; hem de Çakıcı Ailesi'nin baba topraklarındaki son günlerine. Fotoğrafın çekilmesinden kısa süre sonra Çakıcı Ailesi, Trabzon'un Fındıklı köyünü terk edip İstanbul'a göçmek zorunda kaldı. Baba Ali Çakıcı, birini vurmuş; cezasını yatıp çıktıktan sonra kan davası başlamıştı.

Gültepe'ye yerleşen aile, bir kahvehane açtı. Baba Çakıcı'nın adı, o bölgenin ünlü kabadayıları Kürt Hasan ve Tahsin Çakıroğlu ile birlikte anılıyordu. Oğlu da babasını örnek alıyor, ilkokulda her gün birileriyle kavga ediyordu. İki kez okul değiştirmek zorunda kaldı. Bir İETT görevlisini yaraladığında, 17 yaşındaydı.

Çek-senet işlerine ilk adım

Alaattin Çakıcı, "meslek yaşamı"na ilk adımları yine Gültepe'de attı. Bir kumarhane işletmeye başladı. Ülkücü camia ile de bu yıllarda tanıştı. Kağıthane Ülkü Ocakları Başkanlığı'na kadar yükseldi. Bölgesindeki silahlı eylemlerde aktif rol aldı.

Ailenin öbür fertleri de ülkücüydü. Dev-Sol militanları, 18 Eylül 1978'de amcasının oğlu Necati'yi, Gültepe'deki dükkanında öldürdüler. Alaattin Çakıcı da 1979'da Şişli'de beş kurşun yarası almasına rağmen kurtuldu. Ama babası onun kadar şanslı değildi. Mayıs 1980'de öldürüldü.

Çakıcı, 12 Eylül'den sonra tutuklandı. 1982’de serbest bırakılınca ülkücü arkadaşlarını etrafına topladı. Önce kumar borcu tahsilatını iş edindi. Sonra çek senet tahsilatına girişti. İmzası, bacaktan tek kurşundu.

Eğlenmesi de bir başkaydı. Gece kulüplerine 10-15 kişilik kalabalık bir güruh halinde gidiyorlardı. Çakıcı, istediği sanatçıyı sahneden indirtiyor; “Çırpınırdı Karadeniz” adlı türküyü defalarca söyletiyordu.

Türkeş'e laf ettirmedi

Artık "Baba" sınıfına girmişti, "mafyanın yeni kuşağı"nın temsilcisiydi. Haraca bağladığı isimler arasında "Hayali İhracat Kralı" olarak tanınan Turan Çevik de yer alıyordu. Sanatçı Nükhet Duru'nun eski nişanlısı Metin Arı'nın konfeksiyon mağazasını adamlarına kurşunlattı.

"Gazinocular Kralı" Fahrettin Arslan'ın oğlu Selçuk Arslan'ın kurşunlanmasında yine onun adı geçti. Ankara'da eğlenirken, bir bardak rakıyı ünlü bir kabadayının başından aşağı dökmesi de şöhretini pekiştirdi. Söylentiye göre, kabadayının Alparslan Türkeş ile ilgili sözlerine sinirlenmişti. "Sen nasıl Türkeş'e laf edersin?" deyip rakıyı boşaltıvermişti.

MİT ile ilişki

12 Eylül'ün sisleri dağılmaya başlayınca eski babalar yerlerine dönmeye başlamıştı. Çakıcı'nın, Dündar Kılıç ile yıldızı hiç barışmadı. 12 Eylül'ün "Babalar Operasyonu"ndan nasibini alan Kılıç, cezaevinden çıktıktan sonra Çakıcı ile karşı karşıya geldi.

1987 yılında Ankara'da, Kılıç'ın iki adamını vurduran Çakıcı yakalanamadı. Garip biçimde, olay sırasında Mehmet Eymür ve Korkut Eken, otelin karşısındaki işkembecide oturuyordu.

Zira Çakıcı bu olaydan birkaç ay önce MİT ile ilişki kurmuş, Mehmet Eymür ve Yavuz Ataç ile dost olmuştu. MİT elemanı Süleyman Seba'nın Beşiktaş'a başkan seçildiği kongrenin güvenliğinin Çakıcı'ya emanet edilmesi, işbirliğinin somut bir örneğiydi.

1988'de ortaya çıkan ünlü MİT raporunu hazırlarken Eymür'e bilgi verenlerden biri, Çakıcı'ydı. O da Çakıcı'nın Ankara Kapalı Cezaevi'nde rahat ettirilmesi için Yusuf Koç ve Ahmet Turgut'a (Kürt Ahmet) haber göndererek karşılık verdi onun yardımına. Çakıcı, 8 Haziran 1989'da cezaevinden çıkarken Koç ve Turgut'a teşekkür etti ve kurbanlar kestirdi.

Çakıcı'nın adı artık etrafta ürküntü veriyordu. Tahsilat işine "bir kamu görevlisinin katkıda bulunduğunu" söylemekten çekinmiyordu. Selçuk Ural, Kadir İnanır gibi sanatçılarla, hatta iş insanları ve politikacılarla da arası iyiydi.

1991'e kadar Çakıcı'nın yaşamındaki en önemli kadın Gönül'dü. O yıl, rakibi Dündar Kılıç'ın kızı Uğur ile ilişkiye girdi. O sırada Uğur Kılıç da 10 yıllık evliydi ve iki çocuğu vardı. Uğur Kılıç, Çakıcı ile birlikte olmaya başladıktan sonra eşi Uğur Özbizerdik'ten boşandı. Çakıcı ile Trabzon'da sade bir nikahla evlendiler.

Özal Ailesi'ni açıklayan eşini öldürttü

1993'te aranmaya başlanınca MİT'teki "abi"lerinden Yavuz Ataç'ın sağladığı sahte pasaportla yurtdışına kaçtı. Çakıcı, kırmızı pasaportuyla hiçbir zorluk çekmeden dünyayı dolaştı durdu. Palermo'da İtalyan mafyasının önde gelenleriyle toplantı yapacak kadar rahattı.

Türkiye'deki işlerini telefonla idare ediyordu. Gücü, dönemin Devlet Bakanı Cavit Çağlar'ı tehdit edecek kadar yerindeydi. Eşi Uğur'un başı polisle sık derde giriyordu. Kendisine "Çapkın kadın" denilen Nokta dergisini okuduğu sırada hastanede yatıyordu. Derginin Genel Yayın Yönetmeni Ayşe Önal'ı oraya çağırdı ve tabancasını çekti. Önal üzerine atılınca vuramadı.

Çakıcı da eşini eleştiren gazeteci Hıncal Uluç'u kurşunlattı. Saldırgan, 4 Mart 1994'te tetiğe basarken bağırdı: "Bu kurşunlar Alaattin abimin hediyesi." Çakıcı da ertesi gün telefonla gazeteleri arayıp üstlendi: "Hıncal Uluç’u ben vurdurdum..."

1994 Ağustos'unda eski arkadaşı Tevfik Ağansoy ile Brüksel'de buluştular. O da MİT adına çalışıyordu. Daha önce de Dev-Sol lideri Dursun Karataş'ı öldürmekle görevlendirilmişlerdi. Ama Belçika ve Köln'de günlerce Karataş'ı aramış, bulamamışlardı.

Bu kez hedef, eski DEP milletvekilleriydi. Ancak DEP'lilerin Brüksel'deki basın toplantısı son anda Hollanda'ya aktarılınca yine başarısız oldular.

Eski Emlak Bankası Genel Müdürü Engin Civan'a saldırı olayının talimatını da Çakıcı vermişti. Zeynep ve Semra Özal, iş insanı Selim Edes'i Uğur Çakıcı ile tanıştırmışlar ve ardından Çakıcı, Civan'ı vurdurmuştu. Uğur, araya giren "hatırlı kişiler"in Özal ailesi olduğunu açıklayınca eşiyle ilişkisi bozuldu. Çakıcı, ayrıldıktan sonra da Uğur'un peşini bırakmadı. Çakıcı'nın bir adamı, Uğur'u, 20 Ocak 1995'te Uludağ'da çocuklarının gözü önünde kurşunladı.

ASALA kampı baskını yok

Türkiye’ye dönen Tevfik Ağansoy, Engin Civan'ın vurulması nedeniyle aranınca yine Yavuz Ataç'ın yardımıyla yurtdışına kaçmıştı. 30 Ağustos 1995'te, Almanya'da yakalandı.   İlk günlerde ailesinden haber alamayan Ağansoy, endişelendi. 1 Kasım 1995'te, Türkiye'ye, "ilgililere" tehdit dolu bir mektup gönderdi. Ağansoy, Çakıcı'nın "devlet adına eylem yaptığı" böbürlenmesini de yalanladı. 1982'de Beyrut'taki ASALA kampını basıp Ermeni bir lideri öldürdüğü doğru değildi! Çakıcı'nın ülke yararına bir şey yaptığı yoktu!

Çakıcı'nın katilleri, Türkiye'ye iade edilen Ağansoy'u, 3 Nisan 1996'da Bebek'te kıstırıp kurşun yağmuruna tuttular.

Operasyon fiyaskosu

Çakıcı, ülkeden ülkeye geçmeye devam ediyordu. Kasım 1996'da eski eşi Gönül'ü aradığında İskoçya'daydı. O güne değin telekulakların ilgi alanı dışında kalmıştı. Ancak Türkiye'de Susurluk olayı patlayınca dengeler değişmiş ve telefonu dinlenmeye başlanmıştı.

Susurluk'un ardından gündemi dönemin ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'ın Budapeşte'de yumruklanması kapladı. Bu dönemde Çakıcı, Erol Evcil'in Türkbank'ı alması için çalışıyordu. Ancak planlarını bozan, Hanefi Avcı'nın TBMM Susurluk Komisyonu'nda ifade vermesi oldu. Avcı, ifadesinde "Çakıcı'nın işlerini MİT'in organize ettiğini ve Yavuz Ataç'ın ona yardım ettiğini" anlattı.

İlişkileri ayyuka çıkınca, Erol Evcil'in, Çakıcı'nın yardımıyla Türkbank'ı alma girişimi boşa çıktı. Banka işi yatınca Çakıcı, Çiller ailesini hedef aldı. Gazetecileri arayıp, "Çiller Ailesi aleyhine yazarsan kalemin kırılır" diye uyardığı günler geride kalmıştı artık.

Tetikçileri, ilk olarak, 12 Mart 1997'de borsacı Adil Öngen'e saldırdı. Öngen, arabasının zırhlı olması sayesinde kurtuldu. Çakıcı, Çiller'e darbe vurmak için 1 Mayıs 1997'de Flash TV'ye çıkıp, Tansu Çiller'e ağır hakaretler yağdırdı; Özer Çiller'in rüşvet istediğini öne sürdü.

Çiller, kızgındı; dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener'e "Çakıcı'yı yakalayın" talimatını verdi. Akşener, ABD'ye gidecek iki kişilik polis ekibi kurdu. Ancak Akşener, görev yazısını imzalamaya fırsat bulamadan hükümet düştü.

İçişleri Bakanlığı'nı devralan Murat Başesgioğlu'nun ilk işi, ekibin görev yazısını imzalamak oldu. 13 Temmuz'da New York'a uçan ekip, ABD polisiyle evrak işlerini tamamlamaya çalışırken MİT'teki "hamisi" Yavuz Ataç, operasyonu haber verdi ve Çakıcı, Kanada'ya kaçtı.

Beş yıldır kaçak olan Çakıcı, peşine düşülmesini hazmedemedi. Üstelik yeni kabinede bakan olan Eyüp Aşık ile telefon görüşmeleri sürüyordu!

Türkbank ihalesi

Amerika'daki takipten kurtulan Çakıcı, Avrupa'ya geçti. Sık sık yer değiştiriyor ama "işini" aksatmıyordu. Çakıcı'nın yardım ettiği Korkmaz Yiğit, 4 Ağustos 1998'de yapılan ihalede 600 milyon dolar teklif vererek Türkbank'ı aldı.

Bu sırada Çakıcı'nın telefon trafiğindeki yoğunlaşma, polisin dikkatini çekti. Kuryesi Cenk Çoktosun'u takip eden polis, Çakıcı ve sevgilisini Nice'te bir otelde buldu. Sevgilisi, sanatçı Selçuk Ural'ın kızı Aslı Ural'dı. Çakıcı’nın üzerinden Turizm Bakanlığı müşaviri Nesim Acar adını taşıyan bir kırmızı pasaport ve 17 bin dolar çıktı.

Tutuklanarak Nice cezaevine konulan Çakıcı, intikam peşine düştü. Eyüp Aşık ile konuşurken kaydettiği kaseti sürdü savaş alanına. Çakıcı, telefonda Aşık'a "Senin lafından sonra yer değiştirdim, Kanada'ya çıktım" diyor, onun sayesinde kurtulduğunu anlatıyordu. Aşık, bakanlıktan istifa etmek zorunda kaldı.

CHP Milletvekili Fikri Sağlar da Alaattin Çakıcı ile Korkmaz Yiğit'in telefon konuşmasının kasetini buldu. Sağlar'ın 13 Ekim'de açıkladığı kasette Çakıcı, Yiğit'e "Sonuna kadar seninleyim. Tek başına girer alırsın" diyordu. Gözaltına alınan Yiğit, önceden doldurduğu bir video kaseti kendisine ait Kanal 6 ve Kanal E televizyonlarında yayınlattı. 

Bitkin bir ifadeyle konuşan Yiğit, Çakıcı kendisini aradığında "Kimyasının bozulduğunu, hayır diyemediğini" anlatıyordu. Video kasetin medya kuruluşlarının alımıyla ilgili 14 dakikalık bölümü yayınlanmadı. Yayınlandığı kadarı, ortalığı allak bullak etmeye yetti.

Ancak video kaset, Yiğit'i kurtaramadı. Türkbank ihalesi iptal edildi; Korkmaz Yiğit, Yavuz Ataç ve Alaattin Çakıcı hakkında dava açıldı. Korkmaz Yiğit, Bank Ekpres'in içini boşalttığı gerekçesiyle yargılandı ve aylarca cezaevinde kaldı.

Vatana dönüş

Türkiye'de olup bitenler, Çakıcı'nın Fransa'nın en sıkı korunan mahkumu haline gelmesine yol açmıştı. Üstelik Marsilya'daki "Les Baumettes" cezaevinde, Türkiye'deki cezaevlerinde olduğu gibi cep telefonu da yoktu!

Aylar sonra karar veren Fransız yargıç, Çakıcı'nın idamı istenen davalardan iadesini reddetti. Sadece Hıncal Uluç'un vurulması ve "cinayet işlemek üzere çete oluşturarak yönetmek" suçlarından yargılanmak üzere iadesini kabul etti. Bu, Çakıcı için iyi haberdi.

13 Aralık 1999'da uçakla onu Türkiye'ye getiren polisler oldu, "Alaattin abi" diye hitap ettiler yolculuk boyunca. Kartal Cezaevine girince "Oh ne rahat" dedi. Cep telefonu kullanabiliyor, gardiyanlarını lahmacun almaya yollayabiliyordu. Bu kadarla da kalmıyor, kahve tarama ve cinayet emirleri verebiliyor; Karagümrük çetesi lideri Nuri Ergin'e hakaret ve tehdit mektupları gönderebiliyordu. Çakıcı, cezaevinin özel konukları arasına Mehmet Ali Ağca'nın da katılmasına sevindi; "Hoşgeldin" mesajı gönderdi, avukatını onun emrine verdi.

"Cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak" suçundan çarptırıldığı 5 yıllık ağır hapis cezasının 2 yıl 2 gün tutan infazı, Ocak 2001'de tamamlanınca serbest bırakıldı.

Doktorlardan "Allah bilir" raporu

Ancak tahliye olduktan sonra yasalardaki değişiklikler ve idam cezasının kaldırılması nedeniyle eski dosyalar yeniden açıldı. Yargıtay, Karagümrükspor Lokali’nin basılmasıyla ilgili “çıkar amaçlı suç örgütü kurmak ve yönetmek” suçundan verilen 5 yıllık mahkûmiyet kararını onayladı. Bunun üzerine Çakıcı, eski MİT’çi Faik Meral adına düzenlenmiş sahte pasaportla 3 Mayıs 2004'te Yunan adaları üzerinden Avrupa'ya kaçtı. Bir kez daha "derin devlet" tarafından korunmuş, "gıyabi tutuklama" kararına rağmen kaçabilmişti.

Sahte pasaportu bu kez Kaşif Kozinoğlu sağlamıştı. Çakıcı’nın, Mehmet Eymür ile ilişkisi artık bozulmuş, birbirlerine düşman haline gelmişlerdi. MİT ile ilişkisi artık Şenkal Atasagun, Yavuz Ataç ve Kaşif Kozinoğlu üzerinden yürüyordu.

Bu sefer kısa sürdü kaçak dönemi. İki ay kadar sonra Avusturya’da yakalandı. Hızla yapılan yargılama sonrasında Türkiye’ye iade edilmesine karar verildi. Cezaevindeyken de 2017 yılında da Tevfik Ağansoy cinayeti davasında 18 yıl 4 ay hapis cezası aldı. 

Tayyip Erdoğan'a "sorumsuz sultan, yezit kişilikli" diye hitap ettiği iki mektup gönderdi. Ama 15 Temmuz darbe girişimi ardından Erdoğan bütün hakaret davalarından vazgeçince Çakıcı’nın hakaret davaları da düştü. Çakıcı bu kez rotasını dönemin Başbakanı Binali Yıldırım ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye çevirdi. 2017'de Bahçeli'ye gönderdiği mektupta "Miadı dolmuş, yürüyen Buda kılıklı efendi" dedi.

Sonra nasıl olduysa Alaattin Çakıcı'nın Devlet Bahçeli ile arası düzeldi. Bahçeli, Kırıkkale Keskin T Tipi Cezaevi'nde tutulduğu sırada rahatsızlanan Çakıcı'yı hastanede ziyaret etti.

Bu ziyaretten sonra Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesi’nde düzenlenen "süresiz sağlık kurulu raporu" da hayli ilginçti. Raporda Çakıcı'nın hastalıklarından dolayı hayatını kaybetme riskinin yüksek olduğu belirtiliyor ve "Yine de her şeyi Allah bilir. Odasında her türlü açık görüş yapabilir" deniyordu. Altı doktorla ilgili dava açılırken, Çakıcı da "hastaneden kaçırılma şüphesi" nedeniyle geniş güvenlik önlemleri altında Sincan Cezaevi'ne nakledildi.

Koruma kalkanı altında hakaret

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bahçeli'nin, 2018 yılında Çakıcı ile görüştükten sonra gündeme getirdiği af önerisine sıcak bakmamıştı. Ama Bahçeli, pandemi önlemlerini fırsat bilerek, Erdoğan'ı ikna etti ve af yasasını Meclis'ten geçirdi.

Ve sonunda Çakıcı 15 Nisan 2020'de Sincan L Tipi Cezaevi'nden konvoylar eşliğinde tahliye oldu. Erdoğan ve Bahçeli'ye hakaret mektupları, yerini teşekkür mektuplarına bıraktı. Çakıcı'nın Bahçeli'ye teşekkür ziyareti, Bodrum'da eski Bakan Mehmet Ağar, Emekli Korgeneral Engin Alan ve emekli Albay Korkut Eken ile buluşması sürpriz değildi. Bu ilişkileri zaten biliniyordu. Ama Edirne’nin CHP’li Belediye Başkanı Recep Gürkan'ın, Çakıcı'yı makamında ağırlaması şaşırtıcıydı. 

Çakıcı bu görüşmelerle kalmadı, köşesine çekilmek yerine Bahçeli’yi eleştiren CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na hakaret ve tehdit içeren bir mektup gönderdi. Bahçeli'nin, hakaret yağdıran Çakıcı'yı savunması kadar Erdoğan'ın sessiz kalması da dikkat çekiciydi.

Çakıcı, Cumhur İttifakı'nın koruma kalkanı altına girmişti, hukuk işlemiyordu. Belki de himaye göreceğini hesaplamıştı! Kılıçdaroğlu’nu hedef alarak hem Bahçeli ve Erdoğan'a minnet borcunu ödemeyi, hem de bir hafta önce yeğeni Adem Çakıcı'yı öldürtmeye azmettirmeye teşebbüsten aldığı 17 yıllık yeni hapis cezasından kurtulmayı hedefliyordu. Ne de olsa onca karanlık geçmişine, işlediği suçlara rağmen "derin devlet" tarafından korunmaya alışkındı.

 Faruk BİLDİRİCİ / 20 Kasım 2020 (Deutsche Welle)

Mehmet Eymür'ün Deutsche Welle'de yayımlanan bu yazıya yanıtı: 

Sayın Faruk Bildirici.

Alman “Deutsche Welle Türkçe ”de 20.11.2020 tarihinde yayınladığınız “Derin devlet” korumasından “Cumhur İttifakı ortaklığına” başlıklı yazınızda gerçeklerle uyuşmayan bilgiler bulunmaktadır. Gördüğüm kadarıyla kitabını yazdığınız Şenkal Atasagun’un size anlattığı yalan-yanlış bilgileri bu yazıda da kullanmışınız.

Ben 1987’de Ankara’da 06 Ocak 1983’ te tayin edildiğim Güvenlik Daire Başkanıydım.  Devleti yönetenler, artan terör (Asala, PKK vs.) olayları nedeniyle yurt dışında daha etkili mücadele edilmesi kararı almışlardı.

Aldığımız talimat üzerine çalışmaya başladık. MİT’in Bölge Başkanlılarından yurt dışı operasyonlarda kullanılmaya uygun eleman ve tanıdıklarını bildirmesi istendi. O tarihlerde MİT İstanbul Bölgesi Başkanı, (Çakıcı’yı yanağından öpen) Nuri Gündeş’in Yardımcısı Şenkal Atasagun’du.

Atasagun 13 Temmuz 1987 tarihinde Alaattin Çakıcı ve Tarık Ümit ile görüşme yapmış, 16 Temmuz 1987’de gereği Güvenlik Dairesince yapılmak üzere MİT Müsteşarlığına bir yazı yollamıştı. Çakıcı ve Ümit’in yurtdışı faaliyetlerde kullanılmasının uygun olacağını belirten yazının ekinde şahıslarla “Görüşme Raporu” vardı. Yani Teşkilattaki resmi kayıtlara göre ilk ve son resmi temas Şenkal Atasagun’undur. (İlişki yazıdan önce kurulmuştur.)

Bu gelişme üzerine şahıslar Ankara’ya çağrıldılar. Alaattin Çakıcı'nın yanında 3-4 kişi daha vardı. Gelenlerin hepsi MİT’e ait eğitim tesisinde Korkut Eken ve yardımcısı Yavuz Ataç tarafından eğitime tabi tutuldular.

Korkut Eken, Çakıcı ve grubundan pek memnun değildi. "Bunlar tabanca tutmayı bile bilmiyorlar, beş metreden hedefi vuramıyorlar" diyordu. Bu gruptan iki kişi gözünü doldurmuştu. Biri Çakıcı Fransa'da yakalandığında yanında bulunan Muradi (Murat) Güler, diğeri Eylül 1998’de vurularak öldürülen Sarı Şenol lakaplı Şenol Turan. (Bu konuda detaylar ATİN’de “Uyuşturucudan Susurluk'a 20 - Kurşun Asker MİT'te” yazısında bulunuyor.)

MİT elemanı statüsüne alınan Tarık Ümit, Alaattin Çakıcı ve adamları 03-12 Ağustos 1987 tarihleri arasında, hedef terör örgütüne karşı Avrupa'da yürütülmesi planlanan faaliyet kapsamında yurtdışına yollandılar. İlk kez yurt dışına çıkan Çakıcı, “Atilla Yenilmez” kimliğini kullanıyordu. Aynı günlerde hedefin bulunduğu tesisin o ülkenin polisince basılması nedeniyle operasyon iptal edildi. O tarihte bir sızma ihtimalinden de şüphe duyuldu ama bir netice alınamadı.

Çakıcı’nın benimle (Mehmet Eymür) olan ve resmi kayıtlarda da bulunan ilişkisi bununla sınırlıdır. Zaten Ekim 1987’de yazdığım ve “1.nci MİT Raporu” olarak anılan “Banker Bako Olayı, Polis İçindeki Çekişme ve Yeraltı-Polis-Kamu Görevlileri İlişkileri”  başlıklı rapordan sonra, 27 Mayıs 1988’te emekliliğimi isteyerek MİT’ten ayrıldım.


Birçok kanunsuz eylemin, cinayetlerin anlatıldığı Banker Bako Raporunda devlet üniformasının koruması altında yürütülen uyuşturucu kaçakçılığı, çok büyük meblağlardaki çıkar ilişkileri anlatılıyor, önlenmediği taktirde siyasi cinayetlere de tevessül edilmesi mümkün görülüyordu.


Raporunda gelecek günler için dikkate alınması gereken önemli ikazlar da vardı: “Zamanında birçok olayın ‘müesseseler yıpranmasın’ felsefesi ile üzerine gidilmemesi, faillerinin saklanıp olayların kapatılması, müesseseleri kurtarmış ancak zaman içinde bundan zarar gören devlet olmuştur. Olayların üzerine gidilirken müesseselerin devlet için var olduğu unutulmamalı, yeraltı dünyası ve devlet düşmanları ile mücadele eden görevliler yalnız bırakılmamalıdır.”


Yazınıza dönersek, bahsettiğiniz gibi Alaattin Çakıcı’nın 1979'da Şişli'de beş kurşun yarası aldığı doğru değildir. Çakıcının tek yara izi alnında görülen yırtık izi olup, kendi beyanına göre küçüklüğünde köyde köpekten kaçarken olmuştur.


Yazıda bahsettiğiniz Dedeman Oteli’ndeki üç kişiyi yaralama rezaletine gelince bu olay Çakıcı’nın görevle yurtdışına gitmeden önce, eğitim gördüğü devrede olmuştur. Eğitim nedeniyle bir hayli kapalı kalan Çakıcı yemeğe götürülmüş, sonrasında isteği üzerine Dedeman Otel’in altında yeni açılan kumarhaneye gidilmiştir. Yanında Korkut Eken ve Yavuz Ataç vardı. Ben de ordaydım ve Dedeman’ın lobisinde bir tanıdığımla oturuyordum. Bizi de üzen bu olay gizli saklı bir konu değildir ve ATİN’de yayınlanmıştır. “Kurşun Asker MİT'de” yazısında bulabilirsiniz.


Sizin yazınızdaki “1987 yılında Ankara'da, Kılıç'ın iki adamını vurduran Çakıcı yakalanamadı. Garip biçimde, olay sırasında Mehmet Eymür ve Korkut Eken, otelin karşısındaki işkembecide oturuyordu. Zira Çakıcı bu olaydan birkaç ay önce MİT ile ilişki kurmuş, Mehmet Eymür ve Yavuz Ataç ile dost olmuştu.” şeklindeki ifade, çarpıtılmış, çirkin bir ifade tarzıdır.


Keza bu cümleyi takip eden; “MİT elemanı Süleyman Seba'nın Beşiktaş'a başkan seçildiği kongrenin güvenliğinin Çakıcı'ya emanet edilmesi, iş birliğinin somut bir örneğiydi.” ifadesi de aynı çirkinliktedir. Beni yakinen tanıyanlar futbol ile pek ilişkim olmadığını bilirler. Rahmetli Süleyman Seba ise meslektaşım ve çok sevdiğim bir ağabeyimdi. Ancak bahsi geçen olayla ve kulüple hiçbir ilişkim olmamıştır. O konuyu kitabını yazdığınız “kaleci” Şenkal Atasagun daha iyi bilir.


Bir başka yanlış bilgi, “1988'de ortaya çıkan ünlü MİT raporunu hazırlarken Eymür'e bilgi verenlerden biri, Çakıcı'ydı. O da Çakıcı'nın Ankara Kapalı Cezaevi'nde rahat ettirilmesi için Yusuf Koç ve Ahmet Turgut'a (Kürt Ahmet) haber göndererek karşılık verdi onun yardımına. Çakıcı, 8 Haziran 1989'da cezaevinden çıkarken Koç ve Turgut'a teşekkür etti ve kurbanlar kestirdi”. Nereden çıkardınız bu uydurma bilgileri?


Bu yazıyı daha fazla uzatmak istemiyorum. Benimle ilgili yazdıklarınızı sizin gibi tecrübeli bir gazeteciye yakıştıramadım.


Şenkal Atasagun ve onu MİT’in başına getiren (yolsuzluktan dolayı iktidardan düşen) Başbakan Mesut Yılmaz beni adice yalanlarla, iftiralarla MİT’ten uzaklaştırmıştır. Danıştay bu işlemin hukuksuz olduğuna karar verdi ama zaman geçmiş, Başbakan R. Tayyip Erdoğan olmuştu. O da MİT’e dönmemi uygun görmedi.


Evet. Onları Hiç Unutmadık  Hele bir zaman dostumuz olan Şenkal Atasagun’u… Onunla öbür dünyaya gitsek de hesabımız var. Atasagun nedense altında çalışan, Çakıcı ile parasal ilişkilere giren, onu yurt dışına kaçıran, “kırmızı pasaport” dahil belgeler veren personelini hiç görmedi, Yavuz Ataç’ı, Kaşif Kozinoğlu’nu hep korudu, yanlışlarını, kanunsuzluklarını örtbas etti. Bütün olumsuzlukları aşağılık bir biçimde bana yamamaya çalıştı.


24.08.1998 tarihli Hürriyet Gazetesinde “MİT'i sarsacak suçlama” yazısında yer aldığı gibi 1997 Ağustos ayında Londra Temsilcisi olan Şenkal Atasagun 8 Şubat 1998'de MİT Müsteşarlığı görevine getirildi. İlk işi kanlı eylemleri olan bir Türk terör örgütüne karşı Fransa’da operasyon hazırlamak oldu. Yönetici olarak Yavuz Ataç’ı dansöz sevgilisi Neyzi Gencel’le Fransa’ya yolladı. Eylem ekibi Alaattin Çakıcı ve arkadaşlarıydı. Operasyon başarısız oldu.

Son olay tam bir rezaletti. Teşkilattan ayrılan Yavuz Ataç’ın yerini Kâşif Kozinoğlu almıştı. Kâşif Müsteşarın talimatı ile Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya’ya giderek Alaattin Çakıcı için tehditkâr bir şekilde tavassutta bulunmuştu. Hürriyet muhabirinin sorusu üzerine Müsteşar Atasagun; “Davet Özkaya’dan. Size şunu kesinlikle söyleyebilirim. 1989’dan beri MİT’in Çakıcı ile hiçbir ilişkisi yoktur. 1998’de göreve geldiğim günden bugüne tüm sorumluluğu ben taşıyorum. En küçük bir ilişki olduğu ispatlanırsa gereğini yaparım, bu işi bırakır giderim” diyordu. Nasıl ama, çok komik değil mi? Bu konuda ATİN’de “Suçüstü” başlıklı yazıda teferruatlı bilgi vardır.

Emekli olduktan sonra ABD Merkezli “Black Hawk Güvenlik Şirketi”ne danışmanı olan Şenkal Atasagun’a sorun bakalım bu konulara ne cevap verecek.

Bir de zafer işaretleri ile kutladığı ve 15 Şubat 1999'da Amerikalılardan alıp Türkiye’ye getirttiği Abdullah Öcalan’ı neden her türlü bilginin ve uzman kişilerin bulunduğu MİT’te sorgulatmayıp,16 Şubat 1999’da İmralı Cezaevine götürüp Jandarma Albay Hasan Atilla Uğur'a “Sorgulamak” üzere teslim ettiği. Merak işte…

Beni haksız yere itham ettiğiniz yazılarınızı düzelteceğinizi umar, selamlarımı sunarım.

Mehmet Eymür / 5 Aralık 2020

Detay Sayfa (atin.org)