YETTİ ARTIK BU KOLAYCILIK

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 142

YETTİ ARTIK BU KOLAYCILIK

Yıllardır kullanılan basmakalıp bir lafla karşı karşıyayız. "Kız meselesi". "Delikanlı kavgaları"nın çoğuna hemen yapıştırılır, "Kız meselesinden kavga ettiler."

Bir türlü kurtulamadığımız eskimiş bir yaklaşım bu. Onlarca yıl önce bile gençlerin kavgalarının çoğuna "Kız yüzünden" ya da "Kız meselesi" denilip kestirmeden teşhis konuluyordu. Hâlâ sürüp gidiyor.

Nefret ediyorum bu kokuşmuş teşhisten. Genç insanların kavgalarını anlama konusunda biraz olsun düşünme zahmetine girilmediğini göstermesi bir yana, "kızları" da bir nesne durumuna indirgiyor.

Kızlar, kavgayla elde edilebilecek nesneler, delikanlılar ise istediğini elde etmek için her şeyi göze alabilecek cesaret timsali kahramanlar! Kavgayı kazanan kadını da kazanacak!

O ilk çağlardaydı, erkekler istedikleri kadını "fethetmek" için kavga eder, kavgayı kazanan kadını da alırdı. Kadınlar, savaş ganimetleriydi. Var mı artık böyle bir ilkellik?

Güçlü olanın illa ki istediği kadının gönlünü fethetmesi söz konusu bile olamaz. Güç ile aşk, her zaman aynı kefede buluşmaz çağımızda. Doğrudan bir neden sonuç ilişkisi kalmadı güç ile aşk arasında.

"Kız meselesi" denilen ya da bizzat kahramanlarının böyle adlandırmayı tercih ettiği kavgalar, kadınların tercihlerinden bağımsız olaylar.

Aslında bütün sosyal olaylarda olduğu gibi bu konu da bir kalıba sokulamayacak kadar çok boyutlu. Olsa olsa erkek egemen ahlakın getirdiği bir magandalık haline işaret edilebilir. O kadar.

Fakat her kavgayı kendi içinde ayrıca çözümlemek, incelemek gerekli anlamak için. Ama ne yazık ki, kolay tanımlamalarla geçiştirme ya da başka bir deyişle kestirmecilik, kötü bir alışkanlık olarak yerleşmiş durumda.

Hem de öylesine yaygın bir alışkanlık ki, günlük yaşamın her köşesine sızdı. Sovyetler Birliği’nin çökmesinin ardından bu ülkelerden Türkiye’ye akın eden kadınlara bile hemen basmakalıp bir isim bulundu: "Nataşa"

Hem güzelim Nataşa adını lekelendi. Hem de Rusya, Gürcistan, Romanya gibi ülkelerden gelen kadınların tümünü fahişe yapılıp çıkıldı!

Damgalanıp aşağılanan bu kadınlara her tür muamele reva görüldü. Soyuldular, dövüldüler, tecavüz edildiler, bir türlü seslerini çıkaramadılar.

Polisin, Trabzon’da bütün otellere ve eğlence yerlerine sabaha karşı düzenlediği operasyon da onlara layık görülen insanlık dışı uygulamaların en taze örneği.

Trabzonlu bir turizmci, kente dehşet saçan operasyondan yakınıyordu; "Bu davranışı Bodrum’daki, Antalya’daki turistlere yapabilirler miydi?" diye. Tabii ki, yapamazlardı. Çünkü polisin mantığına göre, Bodrum’daki yabancı kadınlar turist, Trabzon’dakiler Nataşa!

Orada polisin yaptığından daha da vahimi, Trabzon’daki "Şafak Operasyonu"nun Türkiye’de yarattığı tepki. Belki de tepkisizlik demek daha doğru. Karadeniz’de yaşayanlar dışında etkili, yetkili kimse çıkıp da "Bu da ne demek oluyor?" demedi. Sessiz bir onaylamayı yeğledi Türkiye.

Nedeni de işte bu genlerimize işlemiş olan insana dair sorunlara kestirmeden yaklaşma anlayışı. Bu kolaycılık genlerimize işlemiş, çoğumuzu pençesine almış.

Dikkat edin, Türkiye’de parklar ya da yol kenarlarındaki çimenlerin üzerinde mutlaka insanların gelip geçmesiyle açılmış patika yollar vardır. Çünkü insanlar, normal geçişlerden yürümek yerine çimenleri ezmeyi göze alır; çimenler kestirmeciliğe kurban olur.

Kestirmeden sonuca ulaşmak her zaman mubahtır ülkemizde. Oysa yaşam, tekdüze bir mantıkla ilerlemiyor, onu kalıplara sığdırmaya çalışmak da beyhude bir çaba.

En iyisi yine de çimenlere basmamak...

Faruk Bildirici / Tempo / 21-27 Ağustos 2003