YES DE EMİNE HANIM

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 35

YES DE EMİNE HANIM

Türkiye, 1978 Ağustosunda da "tarihinin en ağır ekonomik krizlerinden birini" yaşıyordu. Dönemin Turizm ve Tanıtma Bakanı Alev Coşkun, İstanbul’daki gazino sahiplerini bir masa etrafına topladı, fiyatları yarı yarıya indirmelerini istedi:

- Yaptığımız incelemeye göre, dünyanın en pahalı eğlencesi İstanbul’dadır. Eğlence yerleri halktan kopmuştur. Bu duruma daha fazla seyirci kalınamaz. Halkı ucuz eğlendirin.

Bakan Coşkun ister de gazinocular itiraz eder mi? "Gazinocular Kralı" Fahrettin Aslan, ertesi gün bir açıklama yaptı. "Bakanın isteklerini uyguluyoruz. Gazinolarda fiyatları yarı yarıya azalttık."

"Gazinocular Kralı" nın açıklama yaptığı 17 Ağustos 1978 tarihli gazetelerde, yaşanan ekonomik krizde gelinen noktayı yansıtan haberler de yer alıyordu:

"Ecevit, Maliye Bakanını umutla bekliyor/ Müezzinoğlu, IMF ve büyük banka yetkilileri ile görüşecek."

Ekonomik kriz zirvedeydi, "1977’de 70 cente muhtaç olan Türkiye" yine borç para peşindeydi. Gazete başlıkları, IMF ile süren görüşmeleri günü gününe aktarıyordu:

18 Ağustos- Maliye Bakanı Amerika’dan sonra Avrupa’da da kredi arayacak/ İşimiz güçleşiyor/ Türk parasının dolardan kurtarılması için kararname hazırlandı.

19 Ağustos- Maliye Bakanı IMF Başkanı ile görüştü/ İMF ikinci 50 milyon doları veriyor.

20 Ağustos- Adı kur ayarlaması ama resmen devalüasyon yapıldı: 1 dolar 25 lira.

22 Ağustos- Müezzinoğlu, Amerika’dan mutlu dönmüş görünüyor/ Dünya Bankası 125 milyon doları bir ay daha geciktiriyor.

23 Ağustos- Para para para.../ Taze para için IMF bu sefer yeni şartlar ileri sürdü, para yine gecikiyor.

25 Ağustos- IMF yeni devalüasyon istiyor

26 Ağustos- Yes de Emine Hanım/ Emine hanım evet derse Ecevit döviz bulabilecek/ IMF heyetindeki Türk uzman (Emine Gürgen) kimseyle görüşmüyor

27 Ağustos- IMF heyetinin çalışması bitmedi

28 Ağustos- Son toplantıda taraflar sinirliydi/ IMF’nin Türk bölümü başkanı acele Ankara’ya çağrıldı

29 Ağustos- IMF ihracatı teşvik tedbirlerimizi de fazla buldu/ Taze para derken eldeki de gidiyor/ Merkez Bankası güç durumda

31 Ağustos- IMF 48 milyon dolar için evet dedi/ Başbakan Ecevit: Türk milleti çok zor durumları atlatmayı başarmıştır.

IMF heyetinin görüşmeler sırasında izlediği pusula, Dünya Bankası uzmanı Kemal Derviş ve Sherman Robinson’ın hazırladığı rapordu. Raporda, Türkiye’nin tarihinin en ağır ekonomik bunalımını yaşadığı vurgulanıyor, önemli bir saptama yapılıyordu:

"Savaş sonrası Türk ekonomi politikasında en önemli hedef, genelde sanayileşmeyi geliştirmek, özelde de ithalata ikame yaratmaktır. Türk politikası, güçlü biçimde doğrudan himaye, ithalat kotaları ve döviz kotalarıyla ithalat ikamesine yönelmiştir. Bunun sonucu, ithalatın büyük ölçüde kısıtlanması ve bağımsız (kendine yeter) kalkınma stratejisidir."

Derviş’e göre temel sorun bu politikada yatıyordu ve bunun hızla değişmesi gerekiyordu. Onun gösterdiği çözüm, "bağımsız kalkınma stratejisi"nin terk edilmesiydi.

Derviş’in görüşü, IMF’nin "sihirli reçetesi" olarak Türkiye’nin önüne kondu. Türkiye’yi yönetenlerin, bu reçeteyi reddetme gibi bir şansları yoktu. Ecevit ve ardından iktidara gelen Demirel, birer uygulamacı konumuna indirgendiler. Ne yazık ki, reçete uygulandıkça kriz daha da derinleşti.

Sonunda IMF, kendine en uygun "uygulayıcı"yı buldu; Turgut Özal. Kimilerinin "1.Özal devrimi" olarak gördüğü 24 Ocak 1980 kararları, aslında IMF’nin öngördüğü şablonun sınırsız, koşulsuz, hem de gönüllü biçimde yaşama geçirilmesiydi.

24 Ocak "devrimi" yetmedi, arkasından 12 Eylül darbesi geldi. 12 Eylül’ün sonuçlarından biri, IMF desteğini arkasında bulan Özal’ın, Türkiye ekonomisinin "tek patronu" olmasıydı.

Bu destek 12 Eylül’den sonra da sürdü, Özal ekonominin direksiyonunda kaldı. Sonuçta 1990’lara kadar ekonomiyi Özal, daha doğrusu IMF yönlendirdi.

1990’lardan sonra iktidara gelenler, IMF reçetelerinden bağımsız mı davrandılar? Kesinlikle hayır. Uygulamadaki bütün saçma sapanlıklara, bütün yanlışlara, har vurup harman savurmalara, çalıp çırpmalara rağmen ekonomi yönetiminin ana ekseni IMF’nin öngördüğü politikalardı. Tek sorun, hiçbirinin Özal kadar gönüllü IMF’ci olmaması, uygulamada onun kadar başarı gösterememeleriydi.

Böyle bir tabloda Derviş’in, günümüzde yaşanan ekonomik krizden 1990 sonrası politikacıları sorumlu tutmasını, kriz sürecini değerlendirirken 1990 öncesi ve sonrası diye ayrım yapmasını anlamak mümkün.

Böyle bir ayrımı yapmasaydı, Özal dönemi politikalarını da eleştirmesi gerekecekti. Özal dönemine eleştirel yaklaşmak ise Derviş’i, IMF’yi ve kendi tezlerini de bir kez daha gözden geçirmeye götürecekti.

Oysa IMF’nin mutemedi konumundaki Derviş’in, böyle bir özeleştiriyi yapması mümkün değildi. Eğer özeleştiri yapabilseydi, IMF politikalarının askeri müdahalelere ya da ara rejimlere yol açtığını da kabul etmek zorunda kalırdı.

Maalesef Derviş, bu bağlantıyı sadece bugün değil, geçmişte de görmezden gelmişti. 1978’de Dünya Bankası için hazırladığı raporunda da, Türkiye’nin 1958 ve 1970 krizlerini aşma başarısını gösterdiğini savunurken, ne 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden, ne de 12 Mart 1971 askeri müdahalesinden bahsediyordu!

1978 krizindeki durumu ise "1970’den çok 1960 krizine yakın görünüyor" diye değerlendirmişti. Hakikaten benziyordu, 1906’ta da 1980’deki darbe darbe gelmişti. Ama IMF, askeri müdahalelerdeki sorumluluğunu hiçbir zaman kabul etmemişti.

Türkiye’nin IMF ile kısa tarihçesini anımsayalım. IMF ile ilişkiler ne zaman başladı? 2.Dünya Savaşı sonrasında kurulmasının hemen ardından. IMF ile temasın ilk sonucu neydi? Cumhuriyet tarihinin ilk devalüasyonu gerçekleşti, 7 Eylül 1946’da 1 Dolar, 2.80 TL’ye eşit oldu. IMF’ye üye olmak, Türkiye’nin ekonomik kalkınma modelinin değişmesi demekti.

O günden itibaren de Türkiye ekonomisi giderek artan yoğunlukta dış kaynağa bağımlı hale geldi, dış borç sarmalına girdi. Ardından Cumhuriyet tarihinin ilk ekonomik krizi geldi; 1958 krizi. Bu krizi, askeri darbe izledi. Ondan sonra hiç IMF’siz gün geçmedi; IMF’ye kafa tutan, en azından iradesini onlara teslim etmemiş bir siyasetçi iktidar olmadı! Ama buna rağmen Türkiye, ekonomik krizlerden hâlâ kurtulamadı!

Peki o zaman bu ilişkiyi gözden geçirmenin zamanı gelmiş değil midir? En azından ekonomik krizler ile askeri müdahaleler (ya da ara rejim) arasındaki bağlantıya dikkat etmek gerekmez mi?

Askeri müdahaleleri, siyasi ve sosyal nedenlerinden arındırıp ekonomik koşullara bağlamak değil amacım. Sadece ekonomik krizlerin askeri müdahalelerin temel nedenlerden biri olduğunu vurgulamak istiyorum.

İnanın, askeri müdahalelerle ekonomik kriz arasındaki ilişki, gazino ya da barlarda eğlenmekle kriz arasındaki bağlantıdan daha az değil.

Dilerim, Türkiye bu kez 1978’dekinden farklı tepkiler verir...

Faruk Bildirici / Tempo / 2-8 Ağustos 2001