SÖMÜRGELEŞMİŞ DÜNYALARDA PAKETLENMİŞ AŞK

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 117

SÖMÜRGELEŞMİŞ DÜNYALARDA PAKETLENMİŞ AŞK

Henüz 20’li yaşların bile sefasını sürmemiş gencecik bir kızdı hayatın ne çabuk tükendiğinden yakınan. Yeni sürgün yapraklar misali pürüzsüz tenine, masum bakışlarına yakıştıramadım.

TRT televizyonunda yayımlanan "Memleket Saati" programının çekildiği stüdyodaydım. Programı sunan dostum Ali Kemal, müzisyen kızla sohbet ederken, "Kim bilir bu parçayı burada çalabilmek için ne kadar çalıştınız, emek harcadınız. Ama iki dakikada çaldınız ve bitti" dedi.

Genç kızdan yaptığı iş ile kurduğu duygu bağına ilişkin bir şeyler söylemesini bekliyordum ki, şaşırttı beni. "Evet, nankör bir iş bizimki" deyiverdi.

Ondan sonra sözcükler, o bildik yöne doğru aktı. Yapılan işin anlamı, hayatın anlamı, hayatın hızla tükenmesi, her şeyin anlamsızlığı...

Stüdyodan çıktıktan sonra da o sohbetin etkisinden kurtulamadım. "Henüz yolun başındaki bir kız çocuğunun hayatla bağları nasıl bu kadar iğreti durur?" Yüzüme çarpan her kar tanesi, soruyu biraz daha ağırlaştırdı benim için.

Aradan birkaç gün geçtikten sonra ilgisiz bir yerde buldum yanıtı. Hem de Türkiye Bilimler Akademisi’nin "Bilgi Toplumuna Geçiş" konulu toplantısına sunulan bir bildiride.

Teknolojik gelişmenin gündelik yaşama etkisini anlatıyordu Yrd. Doç. Dr. Meltem Ahıska. Teknoloji geliştikçe insanın sahici dünya ile bağının nasıl koptuğunu başka bir bilim adamından aldığı "yolculuk" örneğiyle anlatıyordu:

"Bir atla yolculuk ediyorsanız, hem geçmiş hem de güncel deneyiminiz size yol gösterecektir. En iyi güzergâhı seçmek, çevreyi bilmek zorundasınız. Ayrıca yolculuğun ne zaman biteceğine atınızla ilişki içinde siz karar vereceksiniz.

Oysa bir trenle yolculuk ediyorsanız artık matematiksel bir evrende A ile B istasyonu arasında önceden belirlenmiş rotada gidiyorsunuz; ne yolu, ne de çevreyi ne de sizi taşıyan makineyi bilmek zorunda değilsiniz.

Yolculuk deneyiminizin iç dünyaya kapanmış bir anlamı var artık; içinden geçtiğiniz çevre ise çoktan düşüncelerinize eşlik eden bir manzaraya dönüşmüş."

Karşılaştırma hayli çarpıcı. Seyahat araçları geliştikçe yolculuk kolaylaşıyor ama aynı zamanda insanın çevreyle doğrudan ilişki kurmasını engelliyor. Yolculuk deneyimine hiç gerek kalmıyor; "Yolculuk bilgisi tarife bilgisine" indirgenmiş oluyor.

Tren örneğinde olduğu gibi televizyonlar, bilgisayarlar, cep telefonları ve de diğer tüm teknoloji ürünleri, insanların gerçek yaşamla bağını koparıyor. Günlük yaşamı sürdürebilmek için o aygıtları kullanmayı bilmek yeterli hale geliyor.

Bilgi her alanda deneyim ürünü olmaktan çıkıp, zaman ve mekânla ilişkisi kopmuş veriler olarak sunuluyor insana. Böyle olunca da insanın dünya ile kurduğu bağ kaçınılmaz olarak zayıflıyor ve yalnızlaşıyor.

Zamane insanının "hayatın anlamı" üzerine sorular sorup durması da bundan. Aslında teknolojinin insanı güçlendirmesi beklenirken tersi oluyor. Hayata karşı, dış dünyaya karşı gücünü yitirmiş bir insan tipi çıkıyor ortaya.

Genç ya da yaşlı fark etmiyor. Hatta teknolojiyle aşinalık gençlerde daha fazla olduğu için onlarda daha yoğun sorunlara yol açabiliyor.

Yine bir bilim adamına başvuralım. Jürgen Habermas’ın deyimiyle çağımızda "yaşam dünyasının sömürgeleşmesi" söz konusu artık. "Sömürgeleşmiş hayatlar" da, dünya ile kurulan bağ zayıflamakla kalmıyor; yaşamı sürdürebilmek için "paketlenmiş bilgiler"e ihtiyaç duyuluyor.

Medya profesyonellerinin onlar için hazırlayarak, gazeteler, radyolar ve televizyonlar aracılığıyla yeryüzüne yaydığı hazır bilgilerle yaşıyorlar. Bir yanda iç dünyaları giderek fakirleşen çoğunluk. Öbür yanda da yine gelişen teknolojiden destek alarak, bilgiyi "hazır reçeteler" halinde o insanlara sunan medya uzmanları.

İşte gazetelerdeki plastik kokulu aşk yazılarının bu denli çok okunmasının, tavuk suyuna çorba misali kitapların çok satmasının, Güzin Ablalara çok ihtiyaç duyulmasının başlıca nedenlerinden biri de bu olsa gerek.

"E-mail" ile iki satırlık aşk mesajları yazmaya alışık gençlerin aşkı başkalarının yazılarından öğrenmeye çalışması son derece doğal.

Yazık ki, sevgiliye aşk mektubu yazmayı bilmeyen, belki de o heyecanı hiç tatmamış gençlerin yaşadığı bir dönemdeyiz.

Faruk Bildirici / Tempo / 27 Şubat-5 Mart 2003