SEMBOLLER ÜZERİNDEN CEPHELEŞME

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 112

SEMBOLLER ÜZERİNDEN CEPHELEŞME

1983 baharında Türkiye, farklı bir telaş içindeydi. Yeni partiler, birbiri ardına siyasi yaşama katılıyordu.

23 Mayıs günü partisinin kuruluş dilekçesini veren Turgut Özal, İçişleri Bakanlığı’ndan neşe içinde çıktı. Büyük Türkiye Partisi’nin kurucusu Ali Fethi Esener’i atlatıp "arı ve petek" amblemini partisi adına tescil ettirmeyi başarmıştı. BTP’nin de aynı amblemi seçtiğini bir gece önceden öğrenince bakanlıktaki randevuyu erkene aldırmış, amblemi kapmıştı.

Özal ve Esener arasındaki rekabet, o günden itibaren sürüp gidecekti. Her iki parti de merkez sağ seçmene sesleniyordu. DTP’nin perde arkasındaki lideri olan Süleyman Demirel, Özal’ın kapatılan Adalet Partisi’nin tabanını hedef almasına tepki gösteriyor, o yüzden de "Tapulu arazime gecekondu kurdurtmam" diye meydan okuyordu.

Ona aldırmayan Özal, merkez sağın asıl adresinin kendi partisi olduğunu göstermek için küçük bir formül buldu. İlk basın toplantısından itibaren gazetecilerden bir ricada bulundu:

"Eski partilerin kısaltmasını kullanmak da yasak. O nedenle AP denemez. Lütfen bizim partimizin kısaltmasını Ana Parti olarak yazın."

Elbette ki asıl amacı, partinin adının kısaltmasından çok kısaltma yoluyla propaganda yapmak, "Merkez sağda ana parti biziz" mesajı vermekti. Daha açık bir deyişle, kısaltmayı, propaganda silahı olarak kullanmak istiyordu.

Gazeteciler, Özal’ın bu isteğine aldırmayıp, partinin kısaltılmış adını ANAP olarak yazdılar. Özal, küçük bir manevra yaparak, "Ana Parti"den vazgeçti, bu kez "Ana.P." olarak kısaltılması ricasında bulundu. Gazeteciler yine dinlemeyip, ANAP olarak yazmayı sürdürünce bir süre sonra Özal da kabullenmek zorunda kaldı.

Dönemin gazetecileri, Anavatan Partisi’nin adının kısaltmasını ANAP olarak yazarken oturup hep birlikte kararlar almadılar, tartışmadılar. Özal’ın kısaltma aracılığıyla propaganda yapma girişimine karşı kendiliğinden işleyen bir süreç oldu bu.

Basının o gün büyük başarıyla geçtiği sınav, aradan 20 yıla yakın bir süre geçtikten sonra tekrarlandı. Adalet ve Kalkınma Partisi, artık sadece basın olmaktan çıkıp, özel televizyon ve radyolarıyla medya adını almış habercileri bir kez daha sınava soktu.

"Partimizin adının kısaltması AKP değil, AK Parti’dir" deyip, tüzüklerine bile yazdılar, medyadan da böyle kullanmasını istediler. Medyanın bir bölümü AKP, bir bölümü de AK Parti olarak yazmaya, söylemeye başladı.

Pe Ka Ka mı, Pe Ke Ke mi, ikilemleri arasında sıkışıp cephelere bölünen medya, semboller üzerinden cepheleşmeye alışmıştı. Medya bu kez AKP’ciler, AK Particiler diye iki ayrı cepheye bölündü.

Başlangıçta bu bölünme gerginliklere yol açmıyordu. Fakat 3 Kasım seçimlerinden birinci parti olarak çıkınca her şey değişti. Genel Başkan Tayyip Erdoğan, "AK Parti" yerine "AKP" diye soru soran gazetecileri azarlamakta sakınca görmedi.

Oysa AK Parti adlandırmasının Türkçe dil kurallarına uygun bir kısaltma olmadığı açık. Zaten yedi harfle yazılan bir isim kısaltılmış da sayılmaz. Elbette ki, Tayyip Erdoğan’ın amacı, tıpkı 20 yıl önce Turgut Özal’ın yaptığı gibi kısaltma üzerinden propaganda yapmak. O zaman "Ana Parti" kısaltmasıyla oy avlama hesabı yapılıyordu; öbür partilerin yolsuzluklarla suçlandığı ve kirlenmiş görüldüğü bugünkü ortamda ise "AK" imajı oy kazandırıyor.

Amaç, kısaltma değil elbette ki propaganda. Tabii Erdoğan, kısaltma yoluyla propaganda yapmak istemekte de haklı olabilir. Asıl önemlisi, medyanın bir bölümünün bu dayatmaya boyun eğerek propagandaya alet olması.

Merak ediyorum, AKP yerine AK Parti kısaltmasını kullanan medya, bir süre sonra bu parti ile ilgili iddialar gelmeye başlarsa ne yapacak? AK Parti’de ısrar edip, her şeye rağmen bu partinin temiz olduğu imajını vermeye devam mı edecekler, yoksa pişmanlık bildirgesi yayınlayıp AKP’ciler saflarına mı katılacaklar?

AKP de kaçınılmaz biçimde kirlenecek demek istemiyorum. Türkiye’de sık görülen bir duruma ve bu bunun medya kuruluşlarını sürükleyeceği ortama dikkat çekmeye çalışıyorum.

Hani "Bahar", "Gonca" gibi bazı isimler vardır, gençken göze batmaz da yaşlanınca komik kaçar ya. "Fidan" diye biriyle karşılaşırsınız, 80 yaşında beli bükülmüş bir kadın! O duruma düşmemek lazım.

Düşünsenize Özal’ın istediği gibi ANAP yerine ANA Parti denmiş olsaydı, bugün ne komik olurdu. Baraj altında kalmış bir ana parti!

Öyle ya, AK Parti diyenler, bugünün bir de yarını olduğunu unutmamalı...

Faruk Bildirici / Tempo / 23-29 Ocak 2003