SAFLARI SIKLAŞTIRALIM YENİ KAHRAMANLAR GELİYOR ESKİ YOLDAN

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 44

SAFLARI SIKLAŞTIRALIM YENİ KAHRAMANLAR GELİYOR ESKİ YOLDAN

Ezelden beri "kahramanlık destanları"na meraklıymışız. Ne zaman savaş kokusu alsak, hemen yeni kahramanlık destanları yaratmak gelmiş aklımıza.

Bereket 2.Dünya Savaşı yıllarında Türkiye’nin başında İsmet İnönü gibi savaş görmüş bir yönetici varmış da ülkeyi "cihan yangını"nın dışında tutmuş.

Ama aradan 28 yıl geçince Kurtuluş savaşının acıları, yaratılan onca kahramanlık destanı hafızalardan silinmiş. Savaş yaşamamış yeni kuşak devlet adamlarımız Kore’de savaş çıkınca "pısırık" (!) davranmamış, Amerika’nın ardından ilk ayağa kalkan ülkelerden biri Türkiye olmuş.

Vatan evlatları, bundan tam 51 yıl önce yine bir Eylül ayında binlerce kilometre ötedeki Kore’ye doğru yola çıkarken devlet adamları, politikacılar ve gazeteciler, hep bir ağızdan savaş çığlıkları atmış. Mehmetçiğin kahramanlıklarından, yeni destanlar yaratacağından dem vurmuş.

Cılız bir ses yükselmiş, göğü yırtan bando mızıka sesleri arasından. "Türk Barışseverler Cemiyeti", Mehmetçiklerin NATO’ya girişin kolaylaştırılması uğruna ölüme gönderilmesini protesto etmiş. İstanbul’da broşür dağıtıp, Meclis Başkanlığı’na telgraf göndermişler. Savaşa başkaca ne karşı çıkan olmuş, ne de aleyhine bir yazı yazan.

Küçük bir grup olmalarına rağmen hükümeti kızdırmayı başarmış "Türk Barışseverler Cemiyeti". Başbakan Adnan Menderes, "Kore’ye asker gönderme kararını tenkit eden" bu cemiyeti cevapsız bırakmamış. "Onlar sözde barışseverler" diye başlamış söze:

- .. Bu cemiyetin milletlerarası bir kökü olduğunu bilmekteyiz. Bu barışseverlerin sevdikleri barışın mahiyeti hakkında da malumatımız tamdır. Komünist tecavüzlerini Kore’de karşılamaya giderken içimizde aynı mahiyetteki tahrikâtın manasını Türk umumi efkârı anlamakta ve hükmünü vermekte elbette yanılmayacaktır.

Menderes’in deyimiyle "kökü dışarıda" barışseverler gözaltına alınmış, haklarında dava açılmış. Onların susturulmalarından dört ay kadar sonra yaşanan "Kunuri savaşları"nda kahramanlık destanı yazmak adına yüzlerce Mehmetçik ölmüş.

Menderes bugün hayatta olsa koparılan savaş fırtınalarını görünce anlamakta zorlanırdı. Kendisinin zamanında kökü Rusya’da olan savaş karşıtlarının kökünün bugün Amerika’ya değin uzandığını görünce "küreselleşme"ye lanet okumasa da Kâbe’sini şaşırırdı mutlaka.

Öyle ya, geçmişteki savaş karşıtlarını komünizm yanlısı olmakla suçlamak kolaydı. Peki ortada Sovyetler Birliği ya da komünist bir ülke olmadığına göre bugünkü barışseverler ne ile suçlanacak?

Amerika’daki Michigan ve Berkeley Üniversitesi öğrencileri, düzenledikleri protesto gösterisinde, ne Vietnam savaşı sonrası gençliği gibi "Savaşma seviş" sloganıyla yürüdüler; ne de Marksist-Leninist gençlerin bir zamanlar ezberden tekrarlayıp durdukları gibi "Haksız savaşlar", "Haklı savaşlar" ayrımı yaptılar. Ellerindeki kartonlardaki temel slogan çok basit ve yalındı:

"Savaşa hayır..."

İyi de savaşın yerine koydukları ne, nereye varmak istiyor bu gençler denebilir. Onlar, bu sorunun yanıtını kendi içlerinde çözmüşler. "Savaş yerine adalet" istiyorlar, ellerinde bu görüşü dile getiren dövizler de taşıyorlar. Kısacası, teröristlerin yakalanıp adalet önüne çıkarılmasına "evet", yeni bir savaş çıkarılmasına, insanların öldürülmesine, kan dökülmesine "hayır" diyorlar...

Her şeye rağmen "adalet" kaygısını güden Amerika’daki bu barışsever gençlerin de "kökleri dışarıda". Hem de dünyanın her yerinde. Özellikle de Avrupa’dan yükselen küreselleşme karşıtı eylem alanlarında.

Birkaç ay önce Cenova’da, Seattle’da, dünyayı yöneten devlet adamlarına zor günler yaşatan küreselleşme karşıtlarının da temel isteği, "Gelişen dünyanın nimetlerinin daha adil paylaşılması" değil miydi? Adaletin evrenselleşmesi isteğiyle meydanlara çıkanlar ile barışın evrenselleşmesini isteyenler çakışıyorlar bu noktada...

Savaş rüzgârları nasıl ki, Amerikan yönetimine başta Orta Asya olmak üzere etkili olamadığı güç alanlarını yeniden kazanma ve "dünya jandarmalığı"nı zorlu bir testten geçirme fırsatı veriyorsa, aynı şekilde küreselleşme karşıtlarının önünde de yeni ufuklar açıyor.

Dünya, üstünde savaş dumanları tütünceye kadar, iki yüzyıl arasında geçiş dönemi yaşıyordu. Berlin duvarının yıkılması ve sosyalist blokun çökmesinden sonra milyonları yönlendiren "dünyevi din"ler (ya da her yerde doğruyu gösteren pusula gibi ideolojiler) kalmamıştı. Onun yerini İslam gibi "uhrevi din"ler ve milliyetçilik almış görünüyordu. Tabii ki, her ikisi de yeniyi simgelemiyordu, geçen yüzyılın miraslarıydı.

İçinde yeni nüveler taşıyan, kapitalizmin sınırlarını ortadan kaldıran "küreselleşme"ydi. Küreselleşme, aynı zamanda modernleşmeyi de simgeliyordu.

Küreselleşme karşıtlarının eylemleri ilk anda salt anarşist hareketler gibi göründü. Gerçekten de küreselleşme karşıtları, içlerinde irili ufaklı birçok grubu barındırıyordu; hedefler, yol haritaları çizilmemişti. Bir yanda küreselleşmenin zenginleri, öbür yanda da küreselleşme mağdurları vardı. Kutuplar belirginleşmemişti.

İşte şimdi küreselleşme karşıtlarına gün doğdu! Amerika, savaş tamtamlarını çalmaya devam ettiği sürece sanmayın ki, İslam dünyası saf tutup Hıristiyan âlemiyle büyük bir çatışmaya girişecek!

Sadece henüz filiz vermiş olan küreselleşme karşıtı hareketin safları sıklaşacak, ideolojik çerçevesi berraklaşacak. Belki bu berraklaşma tamamlandığında, bu hareket "küreselleşme mağdurlarının hareketi" olmaktan çıkacak, büyük bir evrim geçirecek! Onu her birlikte göreceğiz.

Şurası kesin ki, bu hareketin nasıl evrileceğini şimdiden kestirebilmek çok zor. Ama dünyada yeni değerlerin bu ideolojik zeminden enerji alacağını söylemek mümkün. O değerler arasında da adalet, barış ve demokrasinin yer alacağı ortada.

Bugün dünyayı sarsan savaş tamtamları ne kadar çok çalarsa, arkasından gelecek savaş ne kadar yoğun olursa küreselleşme karşıtlarının ideolojik evrimi de o denli hızlı ve etkili biçimde gerçekleşecek. Çünkü başlatılacak bir savaş, sadece Amerika’nın değil bütün "küreselleşme zenginlerinin savaşı" olacak.

Dönün geriye bir bakın, tarihte hiçbir savaş, eski düzenin olduğu gibi devam etmesine izin vermemiştir. Eski düzenler yıkılmış, yerine yepyeni sistemler kurulmuştur. Üstelik kurulan yeni düzen, hiçbir zaman o savaşı başlatanların amaçladıkları sonuç olmamıştır. Yine olmayacak...

Gönül istiyor ki, savaşların kötülüğü savaşa girmeden anlaşılsın. Ernest Hemingway’ın ünlü eseri "Silahlara Veda" daki, İtalyan asker Passini gibi "yara" aldıktan sonra öğrenilmesin eşiğimizde duran savaşın boyutları.

"Dinleyin beni, aslında savaş kadar kötü bir şey yoktur şu dünyada. Biz -yaralı otomobilindekiler- bunun ne kadar kötü bir şey olduğunu anlayamayız. Kötü bir şey olduğunu anlayınca da çok geç olur ve insanın elinden hiçbir şey gelmez."

Passini böyle seslenir teğmenine. O elinden hiçbir şey gelmeyen noktadadır. Biz ise bereket oraya henüz gelmedik. Elimizden geleni yapmak zorundayız....

Faruk Bildirici / Tempo / 4-10 Ekim 2001