NE VOLKANLAR TAŞIRIM İÇİMDE BİLİR MİSİN?

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 17

NE VOLKANLAR TAŞIRIM İÇİMDE BİLİR MİSİN?

Işıklar söndü, meyhane karanlığa gömüldü. Meyhanenin o anı bekleyen müdavimleri, konuşanları uyardı.

- Şışşşttt.. Susun Salih Baba, Makber’i söyleyecek...

Gürültülü sohbetler, kadeh tokuşturmalar mola verince köşedeki masadan, taş plaklardan kalma duru bir erkek sesi duyuldu:

- Her yer karanlık....

Meyhanedeki herkes büyülenmişti. Derin nefesler çekilen sigaraların aydınlattığı yüzler gösteriyordu, dinleyenlerin o pürüzsüz sesin dalga dalga yaydığı hüznün kanatlarına ruhlarını verdiğini...

Şarkı bittiğinde meyhanenin kendine gelmesi zaman aldı. Işıklar yandıktan sonra da sanki taş plağın cızırtılarının dinmesini bekledi insanlar bir süre...

Müdavimler rakılarına dönerken, bu özel hafta sonu ayinine ilk kez tanık olanların gözleri merakla o sesin sahibini aradı.

Tahmin ettikleri gibi yaşlıca bir adamdı Salih Baba. 60 yaşlarındaydı. Kelinin iki yanını çevreleyen kısa saçları beyazlamış, yuvarlak yüzü kat kat çizgilerle kaplanmıştı. Kısa boylu ve göbekliydi.

Az önce karanlıkta şarkı söylerken gözlerinde canlandırdıkları müzisyen tipinden uzaktı. Şişe dibi kadar kalın camlı, siyah çerçeveli gözlükleriyle daha çok bir muhasebeciyi çağrıştırıyordu. Gömleğinin boynuna dar gelen yakasını birleştiremeyen, üstelik yana kaymış ince kravatı da yıllarını rakamlarla boğuşmaya adamış birisi olduğu izlemini güçlendiriyordu. İnsanın gözleri ister istemez kollarına kayıyordu. Siyah kolluklar takıyor muydu acaba eskiden?

Salih Babanın aşk şarkıları tüm soruları silip götürdü. İsmail Hakkı Bey’in "Fikrimin İnce Gülü" ile başlayan serin sulardaki gezinti, Yesari Asım Arsoy’un hüzzam makamındaki "Ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır..." ile devam etti.

Sonra Salih Baba yoruldu. Başını önüne eğip sustu. Onun dinlenmeye çekildiğini gören masadaki genç kadın, kemancının kulağına eğildi: "Güz Gülleri..."

Arkadaşları, masadaki gençlerle birlikte istek parçasını seslendirirken Salih Baba, önündeki kadehinden koca bir yudum aldı, sigara böreğiyle ilgilendi. Şarkıya eşlik etmedi. Moda olan şarkılardan pek hazzetmiyordu anlaşılan.

Neyse ki, masa değiştirme zamanı gelmişti. "Güz Gülleri"nin ardından kalktı, bitişik masaya geçti. Kanun ve kemandan oluşan saz ekibi de peşinden.

"Merhaba" faslının ardından arkadaşlarına rakı, Salih Baba’ya ise eser miktarda tabii kanyak katılmış meyveli gazoz ısmarlandı. İçkiyi çok seviyordu ama midesi izin vermiyordu fazlasına.

Masadaki karı koca, onun kulaktan kulağa aktarılan ününü duyup gelmişlerdi. "Makber"den bu yana heyecan içinde dinliyorlardı. Pizzacıdan bozma salaş meyhanede yaşadıkları özel geceyi unutulmazlar arasına şimdiden kaydetmişlerdi.

Adam, bir nefes aralığı kadar yaklaştı Salih Baba’ya. Hafifçe dokundu omuzuna. "Salih Baba, her masada aşk şarkıları söyledin seni zevkle dinledik" dedi gülümseyerek. Yumuşacık, tombul ellerine sarıldı.

- Şimdi bizim misafirimiz ol. Kendin için bir şey yap.

Salih Baba, gözlüğünün ardından zor seçilen gözlerini dikti. Müşterinin ne demek istediğini kavrayamamıştı.

- Yalnız başına kaldığında hangi şarkıyı söylersin? Sadece sana ait olan, özel bir şarkın yok mu?

- Var tabii...

- İşte o şarkıyı söyle. Bizim için değil, yine kendin için söyle...

Hiç böyle bir istekle karşılaşmamıştı, şaşırdı. O şarkıyı anımsamak bile bir an dalıp gitmesine yetti. "Olmaz" dedi. Fakat adam, isabet kaydettiğini fark etmişti; ısrar etti. "Bizi unut, sadece kendin için söyle." Uzun uğraşlardan sonra ikna etti Salih Baba’yı.

- Seni Sevda Çiçeğim/Bilemezsin ne kadar çok severim...

Sanırsınız Münir Nurettin’di söyleyen. Şarkıyı duyarak, hakkını vererek okuyordu. Meyhanedeki müşterilerin tamamı yine susmuş, onu dinliyordu.

Şarkı bittiğinde adam, teşekkürle yetinmedi. Meraklıydı. "Artık bu aşkı da bize anlatma borcun var." Salih Baba, bu kadar deşilmekten hoşnut değildi, fakat şarkının çekim alanına girmesi dilini çözmüştü.

- Taa ortaokul ikideyken bir kız sevmiştim. Adı Selda’ydı. Bir gün derste piyano çaldı, çıkarken yanına yaklaştım. "Do yerine re ye bastın" dedim. Kızdı bana. Vurmak isteyince elini tuttum. Sıcacıktı eli, o an içimden ılık bir şeyler aktı...

Sözcükler boğazından çıkmakta zorlanınca soluklandı. İçkisinden bir yudum aldıktan sonra bıraktığı yerden devam etti öyküsüne:

- Sevdim ama hiç söyleyemedim ona. Okulda ona Sevda derdim "Benim adım Selda" diyerek kızardı. Halbuki ben ona Sevda derken Münir Nurettin’in seslendirdiği "Seni Sevda çiçeğim" şarkısındaki sevda kabul ederdim. Çiçekler gibi kokardı her zaman...

Bir mola daha verince masadaki kadın dayanamadı, atıldı. "Ona neden söylemediniz sevdiğinizi?" Kadın yüreği elvermemişti bu sevginin karşılıksız kalmasına. Kendi yazdığı bir öykü olsa, mutlu sonla noktalayacağı muhakkaktı.

"Sevmek fazilettir kızım" dedi Salih Baba. "Benden önce başka bir arkadaşım söylediği sevdiğini o zaman bana susmak düştü."

Kırık aşk öyküsünün asıl çarpıcı yanı ortaokul aşkını unutmayıp yaşamı boyunca izlemesiydi. Evlendiği adam milletvekili olmuş, Sevda da Ankara’ya taşınmış, zengin bir yaşam sürmüştü. Salih Baba ise gençlik yıllarını babasının kuruyemiş dükkânında geçirmişti. "Seni sevda çiçeğim" şarkısını söylemişti her yalnız kaldığında.

Bir gün şarkı söylerken Sevda’yı özlediğini fark etmiş, Samsun’u bırakıp Ankara’ya gelmişti. Amacı aynı havayı solumak, ona yakın olmaktı. Sevda’yı takip etmiş, sık sık evinin çevresinde dolaşıp, uzaktan gözlemişti onu.

"O zaman sesim daha güzeldi" dedi Salih Baba. "Ankara radyosuna girdim. 13 yıl orada çalıştıktan sonra emekli oldum. Yıllardır da bu meyhanede şarkı söylüyorum."

Ya aşk? Kimseye âşık olmamış mıydı? Bunca yıl hiç evlenmeden mi geçirmişti? Kadın ard arda sıraladı sorularını. "Hayır hiç aşık olmadım, evlenmedim bugüne kadar" yanıtını alınca da sustu kaldı. Adam devraldı eşeleme nöbetini.

- Peki, Sevda ile hiç görüşmedin mi?

- Hayır, kocasının öldüğünü de biliyorum. Ama son 10 yıldır hiç görmedim.

- Salih Baba, sen adresini ver. Ben bulup getireyim Sevda’yı sana.

- İstemiyorum. O da yaşlandı, şişmanlamıştır artık...

Salih Baba, Sevda’sının görüntüsünü dondurmuştu belleğinde. Kuytusunda sakladığı o fotoğrafın bozulmasına gönlü elvermiyordu. Öznesi silinince, aşkına aşık bir insan kalmıştı geriye...

Kadın, meyhaneye girmeden önce kocasının koparıp verdiği bahar dalını aldı masanın kenarından. Ayağa kalktı, uzattı. Bahar dalını o daha çok hak etmişti!

Meyhaneden çıkınca soğuk bir rüzgâr çarptı yüzüne. "Dışarıdan bakınca hiç anlaşılmıyor ama ummadığın insanlar ne volkanlar saklıyor içlerinde!" diye düşündü kadın. Kocasına döndü; soracaktı, vazgeçti. İçinden mırıldandı:

"Ne volkanlar taşıyorum içimde biliyor musun? Ne çiçekler besliyorum yüreğimde hissediyor musun?"

Faruk Bildirici / Tempo / 29 Mart-4 Nisan 2001