MEDYA DA MUHASEBE YAPMALI

...

Şimdi medyanın da muhasebe yapma zamanı. Nasıl ki, artık geride kalan 13 yıllık AKP iktidarının muhasebesini yapmak siyasetçilere düşüyorsa, biz gazetecilerin de benzer bir yükümlülüğümüz var.

Seçimler sonrasında başlayan yeni dönemde medyanın da yeni bir sayfa açması gerek. Ama yeni sayfaya geçmenin sağlıklı yolu, geçmişi unutup, hataları, eksiklikleri ve başarıları yok saymaktan değil, tam tersine açık yürekli bir özeleştiri sürecini başlatmaktan geçer. Geçmişten çıkarılacak dersler, daha kaliteli gazetecilik yapabilmek için hazine değerindedir.

Kabul etmek gerekir ki, gazetecilik çok zor bir dönemden geçti.

13 yıllık tek parti iktidarında basın özgürlüğü ve bilgi edinme hakkı, askeri dönemlerle kıyaslanacak kadar geriledi. AKP iktidarı, bir yandan yandaş işadamları ve TMSF aracılığıyla kendi medyasını yaratırken, bir yandan da bağımsız medyayı baskı altına almaya, sindirmeye çalıştı.

Gazete sahipleri, silaha dönüştürülen vergi cezaları, kürsülerden yöneltilen tehditlerin de aralarında bulunduğu bin bir yolla cendere altına alındı. Gazeteciler ve yazarlar, ağır bir otosansür baskısı altında tutuldu; yüzlerce gazeteci, yazar ve programcı işsiz kaldı. Gözaltına alınan, hapse atılan gazeteci ve yazarlar oldu. Bunlarla da yetinilmedi. Akreditasyon ve yayın yasakları getirildi; telefonlarla haberlere ve hatta ekranlardaki alt yazılara müdahale edildi. Sosyal medya bile bu yasaklardan nasibini aldı.

Peki böylesi karanlık bir dönemde medyanın başarılı bir sınav verdiğini söyleyebilir miyiz? Elbette bütün medya kuruluşlarını aynı kategoriye sokmak mümkün değil. Ama genel olarak, Türkiye medyasının, bağımsız ve eleştirel gazetecilik yapılabildiği, iktidar erkini elinde bulunduranları kamu adına yeterince denetleyebildiği söylenemez.

Kuşkusuz her medya kuruluşu gibi Hürriyet’in de geçmişin muhasebesini yapması gerek. Şimdilik sadece Hürriyet’in, seçim sürecinde sergilediği gazeteciliği değerlendireceğim. Doğan Grubu ve Hürriyet, seçim kampanyası boyunca Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun hedefi konumundaydı. Erdoğan ve Davutoğlu ile onlara biat etmiş kalemler, hemen her gün ağır suçlamalarda bulunuyorlardı Hürriyet’e.

Bir yanda bu siyasetçiler, bir yanda parti bülteni haline gelmiş gazete ve televizyonlar. Birinci sayfalarını hemen her gün Erdoğan ve Davutoğlu’nun konuşmalarıyla dolduran gazeteler, bu ikilinin konuşmalarını saatlerce canlı yayınlarla veren televizyon kanalları ile kaplıydı ortalık.

Bu tabloya rağmen, Hürriyet’in soğukkanlı bir çizgi izlediğini söylemek mümkün. Seçim haberlerinin hâkim rengi, AKP karşıtlığı ya da yandaşlığı değildi. Bütün partilere eşit mesafede duruluyor; adil ve dengeli olma çabası göze çarpıyordu. Spekülasyonlardan kaçınılıyordu.

Çatışmacı ve ayrımcı bir dil kullanıldığına da rastlamadım. Tam tersine başta Diyarbakır’daki bombalı saldırı olmak üzere yeni gerginliklere yol açabilecek olayların haberleştirilmesi sırasında haberin önemini yadsımayan ama tahrik de etmeyen, birleştirici, yatıştırıcı bir dil seçilmişti.

Sadece liderlerin konuşmalarına sayfada yer verilirken “haber değeri” yerine protokol hiyerarşisinin esas alınmasına itirazım var. Daha önce de yazdım bunu.

Özetlersem, Hürriyet, seçim döneminde iktidar adına (Chomsky’nin kullandığı kavramla ifade edersek) “razı etme mühendisliği” yapmıyordu. Seçmenlerin sağlıklı karar verebilmesi için doğru ve eksiksiz bilgilendirilmesini hedef alıyordu. Zaten bağımsız gazetecilik de bunu gerektirir.

Yeni dönemde de yapılması gereken belli. Bağımsız, eleştirel ve sorgulayıcı gazeteciliğin, siyaset mühendisliğine de sapmadan, kararlı, tavizsiz biçimde uygulanması.