HÜRRİYET OKURLARINA ÇAĞRI

...

Bizim mesleğin tanımı çoktur. Her gazeteci durduğu yere ve mesleğe bakışına göre bu tanımlardan birini benimser. Benim gazetecilik anlayışıma denk düşen, ünlü İngiliz gazeteci ve edebiyatçı George Orwell’in tanımı.

“Gazetecilik, başkasının yayımlamak istemediğini yayımlamaktır. Onun dışında her şey halkla ilişkilerdir.”

Meslek yaşamım boyunca birileri yazdıklarıma tepki gösterdiğinde hep Orwell’in bu tanımını hatırladım. Yanlışa itiraz edilmesine sözüm yok. Ama aslında genellikle doğrunun yazılmasına itiraz ediliyor. Salt bireyler değil, neredeyse bütün güç odakları, kendi kurgularının topluma aktarılmasını istiyor. Yalın gerçeğin topluma aktarılmasından rahatsız oluyor. İsteniyor ki, gazeteler söylenenleri aynen yazsın; sorgulamasın, araştırmasın.

Hürriyet’in başına gelen de bu. Sorun yalan yazılması değil, siyasi iktidarın istediği gibi gazetecilik yapılmaması. Hürriyet’in, iktidar partisi sözcülüğü yerine bağımsız gazetecilikte direnmesi.

Unutmayalım bugünlere öyle bir çırpıda gelinmedi. Bu siyasi iktidarın, basın ve ifade özgürlüğüne yaklaşımı ilk günden beri problemli. Basın özgürlüğüne yönelik mevcut engelleri kaldırmak yerine, medyayı “benden yana”, “bana karşı” diye ayırdı. Medyanın bir kısmını teslim alırken, bağımsız kalmaya çalışan kuruluşların üzerine gitti. Vergi cezalarından, yargı tehdidi ve akreditasyon yasaklarına kadar her tür silahla hedef alınan medya kuruluşlarından biri de Doğan Medya grubu ve asıl olarak da Hürriyet’ti.

Bizzat Erdoğan, en başta Doğan Holding Onursal Başkanı Aydın Doğan olmak üzere, Hürriyet yöneticilerini, yazarlarını ve haberlerini defalarca hedef aldı; defalarca meydanlardan ağır bir dille suçladı. 7 Haziran seçimlerine giden süreçte bu suçlamalar, iyiden iyiye yoğunlaştı. İktidar yanlısı medya da Hürriyet ve yazarlarına karşı asılsız iftiralarla savaş açtı.

6 ve 8 Eylül’de yaşanan Hürriyet’e yönelik fiili saldırılar aslında bu sürecin devamı niteliğinde. Saldırıların nedeni bir haberin öyle ya da böyle verilmesi değil. Nitekim Erdoğan’ın ağır suçlamalarına ve ardından Hürriyet binalarına saldırılara gerekçe gösterilen “Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan #Dağlıca açıklaması: “400 milletvekili alınsaydı bunlar olmazdı” haberi yalan değildi; bağlamı yanlış kurulmuştu. Erdoğan bu cümleyi, “yeni anayasa yapılabileceği; 7 Haziran’dan bu yana kaos ve terör ortamının olmayacağı” çerçevesinde söylemişti. Haberi inceleyip, vardığım bu sonucu yazdım. Fakat hala o haberin tümüyle yalan olduğu yazılıp çiziliyor, söyleniyor. Yanlışı düzeltmem onlara yetmiyor.

Bu da gösteriyor ki, onları kızdıran haberin yanlışlığı değil haberin ta kendisi. Daha açık bir deyişle, Türkiye’de medyanın “amiral gemisi” olarak nitelenen bu gazetenin bütün sayfalarının iktidarın hoşuna gidecek haberlerle bezenmemesi; iktidarın siyaset mühendisliği çabalarına katkı sunmaması.

Kısacası, saldırıların nihai amacı, Hürriyet okurlarının öğrenme hakkının sınırlanması. Bu nedenle sadece Hürriyet sahip ve yöneticilerinin geri adım atmaması yetmez. Hürriyet okurlarının da öğrenme haklarına ve gazetelerine sahip çıkmaları gerekir. Her gazete gibi Hürriyet de gücünü okurlarından alır, okurlarının sahip çıkması sayesinde fırtınalı ortamlarda dik durabilir.

Hürriyet okurlarından gazetelerine kızanlar, çeşitli nedenlerle eleştirenler olabilir. Haklıdırlar da. Elbette bu gazetenin geçmişte yanlışları da olmuştur. Ama önemli olan, insanlar gibi gazetelerin de geçmişindeki hatalardan dersler çıkarabilmesi ve hatalarıyla yüzleşme cesareti gösterebilmesi.

Bu köşeyi izleyenler, Okur Temsilcisi olarak bu gazetenin yanlışlarını ne denli sık eleştirdiğimin yakın tanığıdır. Hürriyet’i, yine Hürriyet’in sayfalarında eleştirebilmem, bu gazetenin hatalarıyla yüzleşme cesaretinin somut göstergelerinden biri olsa gerek.

Geldiği bu noktanın verdiği gönül rahatlığı olmasa, Hürriyet, “Her türlü teröre karşı #HürriyetBenim” kampanyası başlatamaz ve okurlarından gazetelerine destek vermelerini isteyemezdi. Şimdi sıra okurların Hürriyet’e ve haber alma hürriyetlerine sahip çıkmalarında…