ENTELEKTÜELİN DRAMI

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 114

ENTELEKTÜELİN DRAMI

Arkasında oksijen tüpü bulunan tekerlekli sandalyesiyle kürsüye doğru ilerlerken, oldukça bitkin görünüyordu. Güçlükle nefes alıp veriyordu.

Hastalığı hayli ilerlemişti. O kadar ki, sahnede konuşmaya hazırlanırken, onu izleyen dostları, başköşeye kurulmuş bir kum saatinin varlığını hissediyorlardı. Son kum tanesi her an düşebilir, o da sahnede son nefesini verebilirmiş gibi bir endişe içindeydiler.

Haksız sayılmazlardı da. Tanıyıp da sevmemenin mümkün olmadığı, daha ilk konuşmada bile karşısındakini pamuk dokunuşlarla sarıp sarmalayıveren Haldun Özen’in bedeni böbrek kanseriyle giriştiği savaşı kaybetmek üzereydi.

Yine de mikrofona eğildiğinde dostlarını şaşırttı. En amansız anlarda bile dik duracak gücü içinde bulabildiğini bir kez daha kanıtladı:

- 12 Eylül’ün gücünü arkasına alanlarla çok mücadele ettik. Ama ben umudumu yitirmedim. Bir gün elbette yıkacağız.

Türk Dil Kurumu’ndan söz ediyordu. 12 Eylülcüler’in Atatürk’ün mirası Dil Kurumu’na el koymasını bir türlü hazmedememişti.

Sağlık durumu o günden itibaren giderek daha da kötüleşti. Hastane odasından çıkamaz, yatağından kalkamaz oldu.

Aradan 14 gün geçmişti ki, eşi Ülkü Özen’den bilgisayar getirmesini istedi. "Neden" dedi Ülkü Özen. "Geriye dönüş için. Bir yerlerden başlamak lazım" yanıtını verdi. Ertesi gün de yaşama veda etti.

Son gününde bile "Bir yerlerden başlamak lazım" demesi, asla elden bırakmadığı tevazuundan kaynaklanıyordu. Yoksa başlamak ne kelime, demokrasi bayrağını 30 yıldır hiç elden bırakmamıştı ki! Katıksız bir demokrattı o.

1970 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi’ne öğretim görevlisi olarak girdiğinde başlamıştı kavgaya. "Özerk ve demokratik üniversite" yolunda hayli mesafe de almıştı dostlarıyla birlikte.

Ama 12 Eylül, bütün kazanımları alıp götürdü. Üniversitede ders vermesi engellendi. Ardından 1402 sayılı yasaya dayanılarak, seçimle işbaşına gelmiş olan rektör ve dekan görevden alındı.

"Rektörü ve dekanı görevden alınmış bir yer artık üniversite değildir" deyip istifa etti. O andan itibaren de yaşamını YÖK’e karşı mücadeleye adadı. Beş kez ameliyat olup, diyaliz makinesine bağlı yaşamak zorunda kalmasına rağmen yaşamının son yılını "Entelektüelin Dramı / 12 Eylül’ün cadı kazanı" adlı kitabını yazmaya ayırdı.

"Entelektüelin Dramı"nda, 12 Eylül ve onun ürünü YÖK’ün üniversite özgürlüğüne indirdiği darbeyi örneklerle anlattı. İyi anmadığı isimlerden biri de bugünün YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz. 1402 ile üniversiteden atılanların yerine öğretim üyesi bulmak üzere İngiltere’ye giden Gürüz, YÖK tarafından KTÜ’ye rektör olarak atanmıştı.

Gürüz, KTÜ rektörlüğü sırasında "ayrımcılık" yapmış, öğretim üyeleri de "Rektör Gürüz’ün çirkin uygulamalarından örnekler" başlıklı bir bildiri yayımlayarak onu protesto etmişlerdi.

Haldun Özen, kitabında Gürüz’ün o yıllardaki kişiliğiyle ilgili ilginç ipuçları verdi. "Üniversitede solcu öğrenci görmek istemediği"ni her vesileyle söyleyen Gürüz’ün 1986-1987 öğretim yılı açış konuşmasından bir bölümü de kitabına aldı:

’Sevgili öğrencilerim geçen yıl size Türkiye’de anarşi ve terörün sebep ve hedefleri konulu bir brifing vermiş ve devletimizin yetkili organlarınca hazırlanan bu kitap içinde yer alanlara aynen katıldığımı belirtmiştim. Olaylar bu kitap içinde yer alan bilgi ve tahlillerin ne kadar isabetli olduğunu ortaya koymaktadır. Memleketimiz jeopolitik durumu itibarıyla her zaman için bu tür milli birlik ve bütünlüğümüze yönelik tehditlerle karşı karşıya kalabilir."

Ne yazık ki, Gürüz o günden bu yana pek de değişmemiş. YÖK Başkanı olarak giriştiği uygulamalar ve demeçler, hâlâ aynı zihniyette olduğunu gösteriyor. Bilim özgürlüğünü, kafasında oluşturduğu garip devletçilik anlayışına feda etmekten çekinmeyen, bu uğurda demokrasiyi pek de umursamayan bir kişilik olduğunu her açıklamasıyla, her kararıyla yeniden yeniden kanıtlıyor.

Yine de Gürüz’ü anlamak kolay. Çizgisinden sapmadan yürüyor yolundan. Asıl şaşırtan, AKP iktidarının Milli Eğitim Bakanı karşı çıktı diye yıllardır ortadan kaldırmak istedikleri YÖK’ün saflarına iltihak edenler.

Oysa ne YÖK bildiğimiz YÖK olmaktan çıktı; ne de Erkan Mumcu’nun YÖK’e neden karşı olduğu, yerine ne koymak istediği belli oldu.

Böyle bir noktada alınması gereken tavır da YÖK’e destek vermek yerine "özgür üniversite" projesini daha yüksek sesle ortaya koymak olmalıydı.

Haldun Hoca olsa öyle yapardı. Mumcu’ya muhalefet uğruna YÖK’e karşı mücadeleden vazgeçmezdi...

Faruk Bildirici / Tempo / 6-12 Şubat 2003