ÜMİT PAMİR

...

BEN BÜYÜK BİR MUCİT DEĞİLİM

Emekli büyükelçi Ümit Pamir’in Kürt sorunu için "Referandum önerisi"nin ardında krizli bölgelerde edinilmiş 42 yıllık bir diplomasi birikimi yatıyor. Bu cesur öneri, Bülent Ecevit ve Mesut Yılmaz’ın başbakanlıkları sırasında dış politika danışmanlığını yapmış, Türkiye’nin NATO Akil Adamlar Komitesi’ne seçtiği bir isimden gelince bu kadar yankı uyandırmasına şaşmamak gerek.

TARİHİ GÖRÜŞME: ECEVİT, ÖCALAN İÇİN GEREĞİNİ YAPIN TALİMATI VERDİ

Bülent Ecevit’in başbakanlığı sırasında Dış politika Danışmanıydım. Bir gün öğle vakti İtalyan Büyükelçisi aniden Bülent beyi görmek istedi. Öcalan’ın Roma’da olduğunu haber vermeye gelmiş. Sonra bir gün de MİT Müsteşarı (Şenkal) Atasagun bey ziyarete geldi. “Amerikalılar bize haber verdiler. Öcalan Kenya’daymış, bizim bir ekip göndermemizi, orada havaalanından alıp getirebileceğimizi söylediler” dedi. Bülent bey, çok itidalli ve soğukkanlıydı. Çok zarifti. Odasına her sabah gittiğimde mutlaka masasından kalkar, elimi sıkardı. Atasagun beye de zarif şekilde “Gereğini yapın” talimatı verdi. Yani işin özü şu, Amerikalılar paketi hazırladılar, bize buradan alacaksınız dediler. Bir uçak tutuldu, gidilip alındı gelindi.

SIKMAK İSTEMEM: ÖZAL DIŞIŞLERİ’NİN EN HIZLI KONUŞANI DEDİ

Hızlı konuşuyor, beyninin düşünce hızına ağzı yetişmiyor derler. Belki fikirler aklıma hızlı geliyor. Ama aslında bende insanları sıkmayayım, bir an önce söyleyip bitireyim duygusu var. Çok kızdığımda da anlamadım demesinler diye yavaş konuşurum. Turgut Özal, beni karısına "Dışişleri Bakanlığının en hızlı konuşan adamı” diye tanıştırmıştı.

HEP SORULAR SORDUM: ARAYAN ADAM DERLERDİ

Çocukluğumda belli bir kahramanım yoktu. Filmlerde hakkı yenilenlerden, zavallıların yanında yer alırdım. Çok sorgulayan bir insandım. Fizikte kimyada hocalara hep acayip sorular sorardım. Hocalarım bana ’Arayan adam’ derlerdi. Hep böyle şeytanın avukatlığını yapmaya çalıştım.

REFERANDUM ÖNERİSİ: ŞEYTANIN AVUKATLIĞI YANIM ÖNE ÇIKTI

Bence uygarlığın tariflerinden biri de, sorgulamak. Referandum önerisini ortaya atmam biraz cesaretten sanıyorum. Zaten insanlar sohbetlerde konuşuyorlardı. Birinin çıkıp bunu açıkça söylemesi lazımdı. Belki yine o şeytanın avukatlığı yanım ortaya çıktı. Her şeyi tartışmamız lazım, bu da bir modeldir, bir düşüncedir. Kürtler ve Türkler, Türkiye’nin en önemli iki katmanı. Birbirimizle yaşamak istiyor muyuz? Bu irade var mı? Geleceği beraber paylaşmak istemiyor muyuz diye birisinin sorması lazımdı. Ben bunu sordum. Ben ayrılma çıkmayacağı kanısındayım. Ayrışmak istiyoruz derlerse Kürtlerin daha çok kaybı olacaktır. Ayrışmak çok zahmetli, çok külfetli bir şey. Özellikle Kürtlerin, bizlerin de açıkça konuşup, "O zaman ben ne olurum?’ sorusunu kendimize sormamız lazım. Referandum önerim çok yazılıp tartışıldı. Bana bazı okuyucu mektuplar geldi. Demek, ben büyük bir mucit değilim; insanların kafasında bu soru vardı bir kıvılcım bekliyorlardı.

MÜLKİYELİLİK BİR KİMLİK: SANKİ TÜRKİYE’Yİ SIRTLADIK

Mülkiyelilik aynı zamanda bir kimlik. Biz devletin bütün sorumluluğunu üzerimizde hissederdik. Devlet iyi veya kötü idare edilirse bunun sorumlusunun biz olduğumuzu sanırdık. Türkiye’nin bütün yükünü taşıyormuş gibiydik. Bu duygu meslek hayatım boyunca da devam etti. Her zaman Anadolu’nun çorak arazilerinde toprağı çapalayıp ürettiğinden bize vergi veren insanları düşündüm.

KENDİMİ ÖDÜLLENDİRİRİM: SAĞ ELİMLE SOL ELİMİ OKŞARIM

İyi bir konuşma yaptığımda, iyi bir şey yazdığımda kendimden mutlu olurum. "Bunda Türkiye’nin büyük çıkarı vardı, bunu ben sağladım" duygusuna kapıldığımda sol elimi sağ elimle okşadım. 42 yıllık meslek hayatım boyunca hep yaptım bunu.

HEP DÜŞÜNDÜĞÜMÜ SÖYLEDİM: SAÇMALAMA ÖZGÜRLÜĞÜMÜ KULLANDIM

1989’da Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz’dı. Siyaset Planlama Dairesi Başkanlığına getirirken, "İnsanların en büyük özgürlüğü saçmalama özgürlüğüdür. Saçmalayabilirim. Bunu kabul ediyorsanız bu göreve geleyim" dedim. Meslek hayatım boyunca da karşımda bakanlar da olsa hep düşündüklerimi söyledim. Bir tarihte Nüzhet Kandemir, müsteşardı. Müsteşar yardımcıları toplantısında aksi görüşlerimi söylerdim. Nüzhet bey, bazen şaka yollu "SPLD beni sevmiyor galiba" derdi. Bir adam kalbinden ve kafasından gelenleri söyleyebilmeli.

BAYRAĞI İNDİRMEDİM: KALBİM GÜMÜLCİNE’DE KALDI

İlk görev yerim Londra’ydı. 1973 sonunda Gümülcine’ye tayin oldum. Kalbim hep Gümülcine’de kaldı. Orayı unutamadım. O gibi yerlerde Türkiye’nin hem gücünü, hem aczini görüyorsunuz. 1974’te Kıbrıs krizi kapıdaydı. Meclis toplanınca müdahaleyi tahmin ettim. Bir gün evvel de, eşim ile 6-7 aylık kızımı Türkiye’ye gönderdim. Gece sabaha doğru seferberlik ilan edildi. Cumartesi günü olduğu için Konsolosluk binasına bayrak çekmiştik. Jandarma komutanı geldi, "Sayın konsolos, acaba bayrağı bugün çekmeseniz olur mu? Büyük bir tahrik oluyor" dediler. Ben kendi kendime dedim ki "Van’daki gara tren belki ayda bir kere gelir ama tren geçtiği gün o kırmızı şapkalı adam orada durur. Benim de onun gibi bayrağı gösterme günüm. "Kusura bakmayın bizde kanundur, bayrak inmeyecek" dedim.

KRİZLERİ ÇEKİYORDUM: KIZIMIN BİLE DİKKATİNİ ÇEKTİ

Gümülcine’ye gittik Kıbrıs’a harekât yapıldı. Atina’ya gittik Kardak krizi çıktı. NATO’ya gittiğimde Polonya’da Walesa olayları, sonra İran’da rejim değişikliği oldu. Ortadoğu dairesi başkanı oldum. Dört gün sonra Enver Sedat öldürüldü. Cezayir’e gittim; İslamcı FİS iktidara geliyor diye asker müdahale etti. Kızım bile "Baba gittiğin her yerde kriz çıkıyor, bari Türkiye’ye gelme" dedi.

BİR YERDE KÖK SALAMIYORUZ: MODERN ÇİNGENELERİZ

Biz herkesin gördüğü gibi elinde viski gezen insan değiliz. Çok sıkıntılar çekiyoruz. Bir yerde kalıp kök salamıyoruz. Modern çingeneler gibiyiz, iki üç sene de bir eşyaları toplayıp taşınırız. Çok değişik fikirlerle karşılaşıp, daha elastiki oluyorsunuz. Ama bağlama limanınız olmuyor.

YARAMAZ VE ÇALIŞKANDIM: PAPAZA FINDIK ATTIM

Babam askerdi. O bile St. Joseph’deki disiplini sert bulurdu. Koridorda üçüncü kareden yürürüz, dördüncü kareden yürüyünce cezalandırılır, bir şiir ezberlerdik. Her dönem ilk hafta yorganın altında ağlardım. Akşam yemeklerinde verilen fındıkla oynardık. Necati’ye (Utkan) attığım bir fındık o başını çevirince papazın kafasına isabet etti. "Fındığı mermi gibi kullanıyor" diye beni cumartesi günü cezaya bıraktılar. Yaramaz ve çalışkan bir çocuktum. Birincilikle bitirdim.

DİPLOMAT OLMAMIN NEDENİ: GÜZEL ŞAPKALI ADAMDAN ETKİLENDİM

Sekizinci sınıftayken Suadiye’de, annemin büyük dayısına bir ziyaretçi geldi. Baktım bir Mercedes, içinden şapkalı ve güzel giyinmiş bir adam çıktı. Anneme, "Kim bu adam?" dedim. "Hariciyeci Seyfullah Esin" dedi. Madrid ve Berlin’de büyükelçilik yapmış, New York’ta daimi temsilci olmuş biri. Onu öyle görünce ben de hariciyeci olmaya karar verdim. Hayatımın yol ayrımı hariciyeye girmeye karar verdiğim andı. Yıllar sonra New York’ta Büyükelçi olduğumda, Seyfullah Esin’in resmini gördüm orada gördüm. "Haa demek buymuş" dedim içimden.

RASMUSSEN ARADI: ADAPTASYON GÜÇLÜĞÜ ÇEKTİM

2007’de emekli olunca adaptasyonda güçlük çektim. Her sabah kalkıyor, traş oluyordum. Ankara’ya istişareye gelmişim de dönecekmişim gibi hissediyordum. Sonra anladım ki bu hayat kalıcı. Arkadaşım Ünal Aysal, işyerinde bir büro verdi. Derken Karadeniz İşbirliği’nin Atina’daki think thank’inin yönetim kuruluna gitmemi istediler. Üniversitelere panellere gidip gelmeye başladım. Şimdi NATO Akil Adamlar Komitesi işi çıktı. NATO’nun stratejik konseptini yenilemek için 28 ülkeden aday gösterildi. Ben seçilen 12 kişiden biri oldum. Genel Sekreter Rasmussen arayıp, birlikte çalışmayı önerdi. Bunda bizatihi Türkiye’nin NATO’daki ağırlığı rol oynamıştır.

ÇOCUKLARIM DİPLOMASİDEN UZAK: TORUN DEMİYORUM

İki çocuğum da diplomasiden uzak durdu. "Artık biz eşyalarımızla oturduğumuz yerde kalmak istiyoruz" dediler. Kızımın iki çocuğu var. Torun demiyorum, onlar da dede demiyor. Eşim (Dilek) bayılıyor, anneanne dedirtiyor kendine. Bana Ümit diyorlar. Böyle genç kuşakla daha direkt irtibat kurabiliyormuşum gibi geliyor. Belki de yaşlanmış gibi algılamamak için...

BRİÇ OYNARIM: KOLUM KIRILINCA BRİÇ ÖĞRENDİM

Bakanlığa 1965’te birincilikle girdim. Bir akşam, İlter Türkmen’in odasına girdim. Masada üç büyükelçi oturuyordu. İlter Bey, "Siz briç biliyor musunuz" dedi. "Hayır" deyince, "Siz ne biçim Hariciyecisiniz?" dedi bana. O gençliğin verdiği küstahlıkla "Giriş imtihanında yoktu olsa ona da çalışırdım" dedim. İlter bey de, "Kızmayın kardeşim. Bunlar dördüncü arıyorlar, ben bilmiyorum" dedi. 1985’te Budapeşte’ye gittiğimde, kolum kırıldı, alçıya alındı. Alçı battığı için geceleri uyuyamıyordum. Bir gün eşim, "Sen bunu seversin, kafa için bir oyun" diyerek briç kitabı verdi. Onun üzerine briç oynamaya başladım, hakikaten merak sardım. Eşimden daha iyi oynarım.

TAVLA ŞAMPİYONUYUM: SİTEMİZDE TURNUVA DÜZENLERİZ

Arkadaşımız Nurettin Nurkan, Bodrum’daki bu Cennetevler sitesinde hep tavlayla gezerdi. Genç yaşta kaybettik onu. Dört yıldır onun adına bir tavla turnuvası düzenliyoruz. 50 kişi katılıyor. Ben 2007’de şampiyon oldum. Geçen yıl Ömer Akbel, bu yıl bir emekli albay şampiyon oldu.

HAFIZAM: BELKİ O YÜZDEN ENTERESANIM

Hafızam fena değildir. Olmayacak şeyleri hatırlarım. Bazı arkadaşlarım şaşırır; 15 sene önceki konuşmada üzerinizde ne vardı, siz ne dediniz, bunları hatırlayabilirim. Belki o yüzden enteresan geliyorum insanlara.

EVLİLİĞİM: EŞİMLE HASAN CEMAL TANIŞTIRDI

1967’de bir akşam, Hasan Cemal ve Oğuz Gorbon ile üçümüz, Suadiye’deki Kulüp Reşat’a gittik. Müzik dinleyip içerken Melih geldi, masalarına çağırdı. "Tıfıllarla uğraşacak halimiz yok" dedim. Hasan Cemal, "Bir baksak mı" dedi. Ben de "Sen git, 10 dakika sonra gelmezsen ’Hasan içkin kaldı’ bahanesiyle gelelim. Baktın olacak gibi değil, "Arkadaşları yalnız bırakmayayım" diye gelirsin" dedim. Bir baktık Hasan pistte dans ediyor. Hemen masalarına gittik. Orada tanıştım eşim (Dilek) ile. Âşık olduk. Eşim hukuk okudu, avukatlık stajı yaptı. Fakat gidemedi.

EN ÖZEL HEDİYEM: OĞLUMUN ALDIĞI SAAT

Oğlum New York’ta işe başladı. Bir yaz yanına gittiğimde bana bir Rolex saat getirdi. "Çok pahalı bir şey, buna gerek yok" dedim. "Baba, senin bana yaptıkların yanında bu kum tanesi gibi kalır" dedi. Çok duygulandım, o söz işte hediyeyi özel kıldı.

FENERBAHÇE’Yİ SEVERİM: İKİ SENEDİR KIZGINIM

Fenerbahçe iyi oynayıp kazanınca çok mutlu oluyorum. Kötü oynayarak tesadüfen kazanırsa o beni mutlu etmiyor. Yurtdışında Fenerbahçe maçlarını izleyecek restoran ya da kafe arardım. Kongre üyesiyim. Son iki senede yaptıklarına çok kızdığım için gidip aidatımı ödemedim.

HAYALİM: YAŞLANDIKÇA HAYALLER DONUYOR

Yaşlandıkça insanın hayalleri donuyor. Gençken, Londra’dayken bir prensesle evlenebilirim diye düşünebilirdim. Artık olabileceklerin sayısı azaldı. Hayalim huzur içinde yaşamak. Türkiye’yi huzur ve barış içinde, daha saygın bir ülke olarak görmek. Biz kimiz, neyiz, önce Türk müyüz, Müslüman mıyız gibi değerler sistematiği üzerinde bir konsensüs sağlanması.

HAYATIMIN ENLERİ

- En büyük korkunuz nedir? - O zaman ihanet. Çünkü vefalı insanımdır.

- En çok neye dokunmaktan hoşlanırsınız? - Ağaç yaprağı.

- En sevdiğiniz yemek? - Güzel bir bulgur pilavı ile kuru soğan.

- En sevdiğiniz tarihi kişilik? - M. Kemal Atatürk bence...

- En sevdiğiniz film? - Masumiyet çağı (The Age Of Innocence)

- En sevdiğiniz şarkı? - Charles Aznavur’un La Boheme şarkısı.

- En sevdiğiniz koku? - Yasemin.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 23 AĞUSTOS 2009

© 2019 Faruk Bildirici - Medya Ombudsmanı. Tüm Hakları Saklıdır.