ÜMİT KOCASAKAL

...

İstanbul Barosu’nun yeni başkanı Doç. Dr. Ümit Kocasakal, hayat anlayışı, tüm kişilik özellikleri kalın, net ve de sert çizgilerle belirginleştirilmiş bir kişilik. Abartılı bir tarzı var kendini anlatırken. Fakat dinledikçe anlıyorsunuz ki, kalkanları hep havada tutmasının nedeni, içinde sakladığı çocuğu korumak. Yoksa kolay değil, bu kadar naif bir insanın dünyanın en kalabalık barolarından birine başkan seçilip, “yeni statüko”nun yeni kalelerine karşı kavgaya girişmesi.

İLKELERİM KAZANCAKİS’TEN: MUTLULUĞUN RESMİ EVİMDE

Benim hayatım felsefemi iki ilke çizmiştir. İkisi de Nikos Kazancakis’tendir. Hukukçudur da zaten. Zorba romanında Yunanlı köylü, “Patron sen, kitaplık faresisin sen yaşamıyorsun. Bunların hepsi boş. Yeter ki adamın iyi bir karısı olsun” der. O zamandan beri benim için aile kavramı çok önemlidir. Aile dünyaya karşı iki kişilik bir direnme aslında. Çok şükür buna kavuştum. Hatice Özdemir ile 99’da tanıştık, 2000’de evlendik. O da hukukçu bizde doçent. İki çocuğumuz var. Kızların biri 3.5, diğeri 9 yaşında. Hani Nâzım, “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin” diyor ya. Ben o resmi kolay yapıyorum, gece eve geliyorum, eşim, kızım ve oğlum sarılmış beraber uyuyorlar! İşte mutluluğun resmi o benim için. Bu birtakım şeylere direnme gücü veriyor. Pazar günü kalkmış çayınızı demlemişsiniz, biberi közlüyorsunuz. Televizyonda bir western filmi izliyorsunuz kahvaltı yaparken. Mutluluk başka nasıl olacak ki zaten. İkinci hayat ilkem şudur; önüne iki yol çıkarsa asla kolay olanından gitme yokuş yukarı tırman ve kanlı ayak izlerini izle. Bu da Kazancakis’in El Greco’ya Mektuplar’ından. Kolay yol diye gösterilen inanın sizi mutluluğa veya bir yere götürmez. Bakın tarihe de tarihte en son sözü hep direnenler söylemiştir.

UZLAŞMAM: EMPATİ DE GÖSTERMEM SEMPATİ DE

Çizgi romanlar ve Jules Verne’lerden geçtikten sonra Rus ve Fransız klasiklerine merak salmıştım. Beni düşünsel olarak çok etkileyen Jack London ile de o zaman tanıştım. Demir Ökçe’si giriş kapısıydı. Onun arkasından Politzer’in Felsefenin başlangıç ilkeleri ve Temel İlkeleri derken ben kendimi sosyalist düşüncenin içinde buldum. Bir ara Kant, Sophenaur, Nietzsche ile de uğraştım. Bunlar benim hayatıma derinlik kattı. Basitlik ile sadelik iki farklı şeydir; basitlik basitliktir ama sadeliğe büyük karmaşalardan geçilerek ulaşılır. Benim hayat çizgimde bunlar hep oldu. Mesela böyle uzlaşmacı kişiliğim yoktur benim. Cumhuriyetin temel nitelikleri ve hayat felsefem konusunda kimseyle uzlaşmak zorunda hissetmem kendimi. Bu konularda empati de göstermem sempati de duymam. Bu dönemler de gelip geçecek. Herkes bu zor dönemde ne yaptığıyla ne yapmadığıyla onuruyla onursuzluğuyla tarihe geçecek.

KÖLN’DE DOĞDUM: BÜYÜKDERE’DE BÜYÜDÜM

Rahmetli babam Almanya’ya ilk giden kuşaktan. 64’te bir yıllığına diye gitmiş ama 40 küsur senesini orada geçirdi. Önce Bayer’de, sonra bir kablo fabrikasında, sonra da Philips fabrikasında çalıştı Orada vefat etti. 66 yılında Köln’de doğdum ama beni dört yaşında getirip babaannem ve dedemin yanına bıraktılar. 33 yılımı İstanbul Büyükdere Sarıyer’de geçirdim. İyi bir Büyükdereliyim’dir. Evimizde auer soba vardı, yanında bir döşek. Gece kar yağarken sobanın kızıllığı odayı aydınlatır, pilli radyomuzdan Zeki Müren’den şarkılar dinlenirdi. Sobanın üzerinde de gürül gürül ıhlamur kaynardı. O görüntüler hiç aklımdan çıkmaz. Babamın ikinci evliliğinden bir kız kardeşim oldu. Ama o benden 19 yaş küçük. Tek çocuk olarak büyüdüm.

ATATÜRK ROZETİ: SOSYALİZM İLE KEMALİZM BİREBİR ÖRTÜŞÜR

Galatasaray Lisesi’ne 77’de girdiğimde inanılmaz bir sol yapılanma vardı. Ağabeyler, elimize pankart verip Taksim’e yürütürlerdi. Boykot olunca bizi yatakhaneye kapatırlardı. Zaman zaman Tevfik Fikret salonuna sokar, Arkadaş filmini izletirlerdi. Üniversitede öğrenci temsilciliği yaptım. Aktif mücadele etme gerekliliğine inanıyordum. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne bu düşüncelerle gelmiştim. Ama bu belli bir örgüt içinde yer almak biçiminde olmadı. THKO’lu olduğumu yazmışlar bir yerde. Tahminim o dönemdeki söylemlerimden belli kişilerin çıkarsadığı bir sonuç bu. Fakat sosyalist bir insan olarak bu tür bir damgalanma beni rahatsız etmez. Bakın beni ne rahatsız eder? İkinci cumhuriyetçi, liberal, aydın denmesi rahatsız eder. Kemalist denmesi hiç rahatsız etmiyor. Son 1-1.5 yıldır Atatürk rozeti takıyorum. Evimde de bir Atatürk köşesi vardır. En çok kalpaklı resmini severim. Günümüz koşullarında bize güç ve direniş ruhu veren resim odur. Bana göre Sosyalizm ile Kemalizm birebir örtüşüyor. Her iki düşünce sisteminin özü de anti emperyalizmdir. Kendimi hem bir sosyalist hem de bir Kemalist olarak niteliyorum. Hayatımda hiç kendimi gizlemedim. O konuda da Jack London’un çok sevdiğim bir sözü var. “Eğer gerçeği herkesin içinde bütün çıplaklığıyla dile getiremiyorsanız gerçeğin ne olduğunu bilmiyorsunuz demektir” Bu sözler hayatımı belirledi. Kitapların aralarına bir kâğıt koyar, o cümleleri sonra başka bir deftere aktarırdım. Onları elle yazdığım için ister istemez aklınızda kalıyor.

ZAGORCUYUM: ÇANTAMDA ÇİZGİ ROMAN TAŞIRIM

4.5 yaşında falan okuma yazmayı öğrendim. Babam çok uğraşmıştı üzerimde. İlkokula giderken okuma yazmayı biliyordum. Bendeki okuma sevgisinin temelinde çizgi romanlar vardır. Benim çok müthiş bir çizgi roman tutkum vardır. Ben Zagorcuyum asıl. Baltalı İlah yahut. Zagor, Mister No’yu düzenli takip ederdim. Teksas, Tommiks’i de gene buldukça okuyorum. İlkokul çağlarında bende bir tutkuydu. Böyle yarım ekmek arasına beyaz peynir, zeytin. Dışarıda kar yağar siz de sobanın yanına oturur hem onu yer hem Zagor okursunuz. O benim için bir bütündü. Kadıköy’de çizgi romancıların olduğu pasaja her ay düzenli olarak giderim. Birikmiş sayıları alırım, evde neredeyse bir duvar boyunca çizgi romandır. Bu benim hobim. Ben içimdeki çocuğu muhafaza ettim hep. Benim çantamda hep çizgi roman bulunur. Orada burada okurum kafamı boşaltırım. Şimdi siz bana sayıyı söyleyin hangi macera var ben onu söyleyeyim. Aynı macerayı 50 kere belki okurum. Baba filmini de asgari 120-130 kez izlemişimdir. Aynı ruh halini tekrar yaşıyorsunuz. Bu bir algı meselesi.

İDDİALIYIM: GÜZEL ŞARKI SÖYLERİM

Çok iyi bir film koleksiyonum var. Övünüyorum onunla. Alfred Hitchcock benim için dünyanın en büyük yönetmendir. Afişlerim de vardır. Hem de kaç tane? Bakın sırf Baba filminden etkilendiğim için doktora tezimi kara para aklama suçu üzerine yazdım. Ev ofis gibi kullandığımız bir yer var. Orada bunlarla uğraşıyorum. Ailece hafta sonunda birlikte film izleriz. Film koleksiyonumda siyah beyaz Türk filmleri özel bir yer tutar. Oturup bir Belgin Doruk-Zeki Müren filmi izlemeye bayılırım. Western filmleri de benim için tutkudur. Niye? O da çizgi romanın etkisi. 2-3 bin CD’lik bir koleksiyonum var. Büyük bir Türk sanat müziği tutkunuyum, iyi de söylerim. O konuda iddialıyımdır. İdolüm Zeki Müren. Kızımın adı o yüzden Yasemin’dir. “Bir demet yasemen / aşkımın tek hatırası...” benim için çok değerli bir şarkıdır. İkinci çocuğum kız olsaydı o da Manolya olacaktı. “Koklamaya kıyamam benim güzel manolyam.” Erkek oldu Kerem koyduk adını. Üniversite hayatımda bazı barlarda şarkı söyledim. Binlerce parçayı ezbere bilirim. Fadolar, şansonlar dâhil. Hafızam iyidir. Duyar duymaz orgun başına oturup çalarım. Nota bilmem. Halen eş dost toplantısında şarkı söylüyorum. Biraz mazot (alkol) aldığım zaman anında başlarım. Lisede tiyatro ile de uğraştım. Üniversitede tiyatro topluluğu kurduk. 9-10 oyun sergiledik. Sonra birkaç topluluk çalıştırdım sendikaların falan. Devam etseydim tiyatroda iyi bir yere gelirdim.

FUTBOL TUTKUNUYUM: PARKALI AKTİF BİR GENÇTİM

86-90 arası üniversitede okudum. Üniversitede öğrenci temsilciliği yaparken 14 Nisan 1987’de, 12 Eylül sonrasının ilk büyük öğrenci eylemi yaşandı. Çok sakin de değildi bizim dönem. Epey direniş boykot yaşadık. Ben çok aktiftim. Uzun yeşil bir parka, kaptan şapka ve sarı kırmızı bir kaşkol. Galatasaraylıyız ya. Ben bir futbol tutkunuyum. Haluk Ulusoy federasyonunda tahkim kurulu üyesiydim. Futbol ile aram her zaman iyi olmuştur. Maalesef bugünlerde kendimi çok iyi hissetmiyorum. Tabii Galatasaray sürgit böyle devam etmez iyi hale gelecektir.

AVUKATLIK: ASKERİ SAVCILIK DA YAPTIM

Avukatlık stajımı Prof. Dr. Köksal Bayraktar’ın yanında yaptım. Bugün eğer bir yerlere gelmişsem bunu büyük oranda Köksal hocaya borçluyumdur. İkinci babam gibidir. Hocanın yanında dört yıl kadar avukatlık yaptım. Basın davalarına ve onun yanında bir sürü ceza davasına giriyorduk. Bu bana çok şey kattı. Dokuz ay da Sekizinci Kolordu Komutanlığı’nda askeri savcılık hayatım var. 1993’te 33 askerin şehit edildiği dönemde oradaydım. Soruşturmasında da bulundum. Öcalan’ın orada bir bilgisi olmadığı sonucuna ulaşmıştık o verilerden. Allahtan dava açılırken terhis olmuştum. Kürsünün üç yanında da bulundum yani. Avukatlıktan geldiğim için öğrencilerime somut örnekler vererek bilgileri aktarabiliyorum. Benim derslerim zevkli geçer. Bu mesleğe avukat olarak başlamış olmaktan onur duyuyorum. Avukatlığı da çok severek tutkuyla yaptım. Ben hayatımda her şeyi tutkuyla yaptım. Böyle bir yapım var. Sigara içerken de tutkuyla içiyorum. Öğretim üyeliğini de tutkuyla yapıyorum.

ÖĞRETİM ÜYELİĞİ: TÜRKİYE KARA PARA ÜZERİNDE DURUYOR

Aslında üniversite ikinci sınıfta ceza hukuku ile uğraşmayı kafaya koymuştum. İlerleyen süreçte de öğretim üyesi olmayı istedim. Maalesef girmek istediğim kürsüde etkili olan bazı hocalarla aram iyi değildi. O imkânı bulamadığım için avukatlığa başladım. Bu isteği hep içimde taşıdığım için 95’te Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi açılınca asistan olarak oraya girdim. Orası yuvamız zaten. Kara para aklama suçu konulu doktora tezimi hazırlamak için Fransa’ya gittim, on ay kadar kaldım. O kadar kafa patlattım ki ne şekilde kara para aklandığını iyi biliyorum. Türkiye uyuşturucuda transit ülkedir. Her yıl 3.5 ila 6.5 milyar dolarlık uyuşturucu gelirinden kalan rakam aklama ihtiyacı içinde. Türkiye ekonomisi yıllardır kara para üzerinde duruyor. Bu da bir ülke için büyük tehlikedir. Kara para ile ciddi bir mücadele verildiği kanaatinde değilim.

SİVİL DİKTA: REKTÖRLER TOPLANTISI NAZİ ALMANYASI GİBİ

Bilim adamı sözcüğünü sevmiyorum. Önemli olan adam olmak, bilim arkadan gelir. Bir de bu gördüğüm aydınlar aydınsa, bana aydın denilmesini hakaret kabul ederim. Ben kendimi bir yurtsever olarak görüyorum. Ulusunu sevmek, renklilikleri gözardı etmeden ulus devleti savunmak ulusalcılıksa sonuna kadar ulusalcıyım. Kritik bir noktadayız. Ülke bütünlüğü elden gidiyor. Kurtuluş savaşı yıllarının tehdit ve tehlikeleri var. Bir iktidar yargı için pranga sözcüğünü kullanıyorsa bu iş bitmiş demektir. Sivil dikta askeri diktadan daha tehlikelidir. Bakın Başbakanın sürekli olarak rektörleri, sanatçıları, sporcuları toplaması hiç şık gelmiyor bana. Parti devletinde görülen uygulamalar bunlar. Nazi dönemi Almanyasını hatırlatıyor. Ben hiçbir yerde askeri darbe tehdidi yok demedim. Dava açıyorsunuz diyorsunuz ki darbeye teşebbüs. Ceza hukukunda hazırlık hareketleri cezalandırılamaz. İcraya başlamış olması gerekir. Mesela herkes Ergenekon diye bir örgüt kesin var gibi konuşuyor. Ama yargılama sonucunda anlaşılacak böyle bir örgütün var olup olmadığı. Böyle söyleyince Ergenekoncu oluyorsunuz. Bu bir psikolojik baskıdır, asıl faşizm budur. Farklı düşünen herkesi yıldırmak adına darbeci, Ergenekoncu gibi yaftalamaktır.

BUNA BAYILIYORUM: ASKERE SEVME Mİ DİYEYİM?

Askerin beni sevdiği sözlerine de bayılıyorum. Yahu askerin beni sevip sevmemesi ile ilgili olarak benim bir takdir hakkım var mı? Beni sevmeyin mi diyeyim? Asker niye sever? Ulus devleti kararlılıkla savunduğum, Kemalist çizgimden ödün vermediğim için herhalde. Şimdi tartışma programlarında askere vurmak moda oldu. Bir ceza hukukçusu da “Durun bakalım daha hüküm mü var, siz şu usulü hataları yapıyorsunuz” deyince ona sempati duymalarından daha doğal ne olabilir ki? Askerin sevmesi beni rahatsız etmez. Washington, Brüksel, Avrupa Birliği yetkililerinin beni sevmesi beni rahatsız eder.

BARO BAŞKANLIĞI: FIRINCILAR FEDERASYONU DEĞİL Kİ

Ben geçen dönem İstanbul Barosu’nda yönetim kurulu üyesiydim. Zayıf bir noktam var; vatan millet denilince benim yelkenler suya iniyor. Cumhuriyetin temel nitelikleriyle kavgalı bir yapı içinize sızmışsa müdahale etmeyip aksine buna dayanarak iktidara yürümek istiyorsanız bu anlayışla yan yana olamayız. Bundan dolayı aday olduk. Büyük bir teveccühle de seçimi kazandık. Şimdi baroda ilkeye, ülkeye ve cübbeye sahip çıkacağız. Baro sadece meslek sorunlarıyla uğraşsın diyorlar. Güzel de, bir baro hukuksal gelişmelere nasıl duyarsız kalır? Fırıncılar federasyonu değil ki! Üniter devlete, cumhuriyetin temel niteliklerine sahip çıkacağız. Dolayısıyla Spartaküslüğe devam edeceğiz. Kazancakis’in dediği gibi yokuş yukarı tırmanmaya devam edeceğiz.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 19 ARALIK 2010