TRABZON DOSYASI

...

TRABZON’DA NELER OLUYOR? / 1

VALİ YAVUZDEMİR’DEN SİLAHA ÖVGÜ:

“PKK’YI BU HALKIN SİLAH SEVGİSİ ÖNLEDİ”

Bu kentte hemen her insanın Trabzonlular ile ilgili bir tanımı, bir karakter tahlili var. Kiminle konuşursanız, bu kentin insanlarının farklılığının altını çiziyor;  heyecanlı, çabuk karar veren, çabuk sinirlenen insanlar olduklarını anlatıyor.

Emniyet’ten bir yetkili ile konuşursanız, “Trabzon insanı önce harekete geçer, eylemi gerçekleştirir, sonra düşünür” tahlilini duyuyorsunuz. O bir polis ama yine de insanları kızdırmaktan endişe ettiği için ismini vermek istemiyor.

Polis yetkilisinin bu tanımına Devlet Tiyatroları eski Müdürü Murat Gökçer de aynen katılıyor. Sadece “Ancak düşündükten sonra da pişman olurlarsa asla söylemezler” diye küçük bir eklemede bulunuyor.

Karadeniz Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İbrahim Özen’e göre, Trabzonlular hep ani kararlar vermeye alışmış insanlar. Bunun da nedeni bölgenin engebeli bir yapısının olması, sahilden itibaren hemen dağların yükselmesi. Özen de buradan hareketle karakter tahlilinde bulunuyor:

“Ova insanının yürürken ağır ağır karar verme imkânı vardır. Ancak burada insanlar sürekli olarak bir çukuru atlamak, taşlara basarak atlamak, derelerden geçmek zorundadırlar. O nedenle yürürken ani kararlar verir, hemen uygularlar. Bu hayatlarına da yansımıştır,  Ani karar verirler, çabuk öfkelenir, çabuk da yatışırlar. Bir ovadaki insan gibi düşünerek yürümezler. Sonucunu tam kestiremeden kararlar verirler, ama belki ondan da pişmanlık duymuştur. Ama iş işten geçmiştir.”

Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Ahmet Şefik de coğrafik yapının insanların karakterlerini çok etkilediği düşüncesinde. “Bölgemiz dağlıktır, köylere dikkat edin evler de dağınıktır” diyor. Şefik, evlerin birbirinden bağımsız olmasının insanların da “bağımsız kişilikler geliştirmesine yol açtığını” düşünüyor. “Bağımsız, hep kendi başına kararlar veren, sorunlarını kendi başına çözmeye alışmış insanlar olarak başları daha dik kişilikler oluyorlar. Dikkat edin, küçük çocuklara bile hoşlanmadığı bir şey söylediğinizde hemen size diklenir” diyor.

Durum bu olunca da Ahmet Şefik’in tanımladığı “başı dik kişilikler”, son dönemde sorunlu günler geçiriyor. Hem aralarında küçük yaşta çocukların da bulunduğu “çeteleşmeler”, dolayısıyla da suç oranları, cinayetler, adam yaralamalar, hırsızlıklar çok artmış.

Nedeni konusunda rivayet muhtelif. Ancak Trabzon’a girer girmez insanın yüzüne çarpan bir eksiklik var. Sovyetler’in yıkılmasının ardından Sarp sınır kapısının açılmasıyla birlikte kentte başlayan hareketlilik yok artık. Her sokakta köşe başında göze çarpan güzel Rus ve Gürcü kadınlar da yok, bavul ticareti için gelenler de…

İşte bunun da etkisiyle Trabzon’da ekonomik durgunluk başlamış son birkaç yıldır. İşsizlik bir anda artmış, insanların refah düzeyi bir anda gerilemiş. Kentte refah düzeyi aniden 1989’a, yani Rus dalgası öncesine inince yeni yaşam biçimine alışmış insanların haliyle de sinirleri iyice gerilmiş.

Aslında yeni dönemin ilk sinyallerinden biri, Ağustos 2003’te otellere yapılan ve bütün turistleri rahatsız eden gece yarısı baskını. O gece baskını, maalesef o güzelim isimle “Nataşa” olarak adlandırılan kadınlardan kalanların çoğunu kentten uzaklaştırdı.  Geriye Türklerle evlenen, üstelik yüzde 99’u Müslümanlığı kabul eden Rus ve Gürcü kadınlar kaldı.

Silahların konuşmaya başladığı ilk karanlık olay, KTÜ’den Prof. Dr. Sadettin Güner ile üç yaşındaki oğlunun sırf araç benzerliği nedeniyle öldürülmesiydi.

Geçen yıl meydana gelen bu olayları, tüm Türkiye’yi de sarsan bildiri dağıtan TAYAD üyelerinin linç girişimi oldu. Hem de iki kez ard arda yeniden yaşandı aynı olaylar. Kentin yöneticileri de yeterli önlem almamakla eleştirildi.

Trabzonsporlu futbolcular Fatih Tekke ve Gökdeniz Karadeniz’in araçlarının haraç isteyen çete tarafından kurşunlanmasını rahip Andrea Santoro’nun öldürülmesi izledi.

Kentte silahların bu kadar sık konuşması, insanların güvenlik kaygısı duymasına yol açmış. Sokakta, caddede kimle konuşsanız, “korktukları”nı itiraf ediyorlar. Hem korkuyorlar, hem de “yeterli güvenlik önlemi alınmaması”ndan yakınıyorlar. Nitekim soğuktan mıdır, yoksa güvenlik kaygısından mı, kentin en canlı caddeleri bile hava kararınca sakinleşiveriyor.

Trabzon Valisi Hüseyin Yavuzdemir de kabul ediyor Trabzon’da olayların arttığını. Hemen ardından da ekliyor, “Bütün Türkiye’de suç sayılarında artış var.” Yavuzdemir, bunun nedenini, yeni ceza yasasında görüyor:

“Yeni ceza ve adalet sisteminde mala karşı işlenen suçlarda cezalar azaltıldı. 17 yaşın altında çocuk suçluların tutuklanmaları  zorlaştırıldı. Organize suç örgütleri, bunu öğrenince çocuklarımızı maşa olarak kullanmaya başladılar.

İkincisi bir mülki amir olarak yetkilerim daraltıldı.  Umuma açık yerlerin genel olarak aranması talebim bile hâkim onayı olmadan uygulanamıyor. Hırsızlığın cezası da azaltıldı, hırsızlık arttı. Akçaabat’ta jandarma bir oto hırsızını yakaladı, mahkeme serbest bıraktı.

Bu gelecekte şöyle bir olumsuz gelişmeye neden olabilir. İkakı hak diye bir kavram var. Devlet cezasını vermezse vatandaş ceza vermeye kalkar. Bu son derece tehlikeli olur.”

Yavuzdemir bu görüşünü İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun da bulunduğu bölge valileri toplantısında gündeme getirdi.

Vali Yavuzdemir’in “Trabzonlu tanımı” kentteki milliyetçi ve muhafazakâr duyarlılıkları öne çıkarıyor. “Trabzon halkında bayrak ve vatan sevgisi tanrı sevgisi kadar kutsaldır” diyor. Halkın “silah sevgisi”ni de övüyor vali:

“PKK bu yörelere gelememişse bunun nedenlerinden biri bu insanların silah sevgisidir.  Bu insanlar kırsalda da olsa hepsi silah taşıyor. Biz isteyene ruhsat veriyoruz. Tabii şartları taşıyanlara. Kayıtlı silahtan korkmamak lâzım. Ruhsatlı silahtan balistik örnek alınır, takibi kolaydır. Ruhsatlı silahla işlenen suçlar yüzde 3 civarında.”

Baro Başkanı Mehmet Şentürk’ün de aralarında bulunduğu birçok Trabzonlu’nun tersine vali Yavuzdemir, kentte “çeteler”in, adam öldürme ve yaralama olaylarının arttığı görüşünde değil. Trabzon’dan Alaattin Çakıcı, Oflu İsmail, Kürşat Yılmaz ve Sedat Peker gibi ünlü “babalar”ın çıktığını, bu isimlerin bu kentte doğduğunu anımsatıyoruz. Vali Yavuzdemir, keskin bir ifadeyle elini sallayarak konuşuyor:

“Vallahi biz devlet babayız. Üstümüzde başka bir baba tanımayız. Devletin gücü her şeyin üstündedir.”

Yavuzdemir, konuştuğumuz çoğu kişinin tersine kentte ekonomik durgunluk olduğunu da kabul etmiyor. Yılsonunda tamamlanacak Karadeniz otoyolu sayesinde bölgenin yılda 8-10 milyon turist ağırlayacak bir yer haline geleceğinden söz ediyor. “Lüks turistik yerler yapılacak. Bölgeyi kötü etkileyen, Nataşalar’ın barındığı batakhane gibi oteller de kendiliğinden devreden çıkacaktır” diye konuşuyor.

Hürriyet’in geçtiğimiz günlerde yayınladığı “basiretsiz” başlığı valiyi üzmüş. “Ben 33 yıllık mülki idare amiriyim.  33 yılda bir tecrübe kazanamamışsam bırakıp emekli olayım. Bu sözü kabul etmiyorum” diyor. TBMM’de Susurluk Komisyonunda bile görev yapmış. Geçmişte AKP’den aday adayı olduğu, aday olacağı iddialarını da yalanlıyor ama “Elbette beni bu hükümet atadı. Vali, ilde hükümeti temsil eder, programının yürütülmesinden sorumludur” demekten de geri kalmıyor.

Vali’nin bir özelliği de kentin demeç verebilen tek yetkilisi olması. Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek ise nedense başka kentlerde gördüğümüzün tersine hiç mi hiç konuşmuyor…

Faruk Bildirici / Hürriyet / 11 Şubat 2006