TOLGA ÖRNEK

...

METALURJİ MÜHENDİSLİĞİNDEN SİNEMAYA

Metalurji mühendisi olmak için yola çıkmış, hatta bu uğurda master da yaptıktan sonra sinemaya yönelmiş bir yönetmen Tolga Örnek. Gelibolu ve Hititler’in ardından şimdi de Devrim Arabaları ile vizyonda. Her belgeselinde kendi tarihimizi dışarıdan bir bakışla anlattığına tanık oluyoruz. Dışarıdan bakıyor ama müzmin bir muhalif duruşu yok. Ayaklarını, bu topraklara bastığını da hissettiriyor. Bir ay kadar önce Vahide ve Altan Gördüm ile "35,5" adlı bir sanat okulu açtılar. Tolga Örnek ile orada görüştük.

DARBE GÜNLÜKLERİ DE YOK

Filmlerine yönelik eleştiriler değil de ilişkileri ve babası üzerinden yöneltilen suçlamalar onu üzüyor. "Ben kendi başına var olmaya çalışan, kendi filmlerini çekmeye çalışan bir insanım. Ben işimin üzerinden değerlendirilmeliyim. O yapılmıyor" dedi. Hititler filmine Çalık Holding’in sponsor olduğu ve kardeşi Burak Örnek’in bu holdingte çalıştığı iddialarını hatırlatınca "Yazılanlarda o kadar çok yanlış var ki" diye girdi söze."Bir defa kardeşim orada çalışmıyor" dedi, ekledi: "O filme başkaları da sponsor oldu. Doğuş grubu da, başkaları da. Çalık holding sponsor olup bana inanmadığım bir şeyi yaptırmış değil." "Darbe Günlükleri"ni kardeşi Burak Örnek’in sızdırdığı iddialarına ise tepki gösterdi. O konuda yazılardan örnekler vermemle birlikte "Yazılanlarda o kadar çok yanlış var ki, hangi birini düzeltmeye çalışsam" deyip, biraz da kızgınlıkla konuştu: "Sızdırma meselesi de o kadar gülünç ki, hani fantastik bile değil. Olmayan günlükler ve kardeşim olmayan bir şeyi nasıl başkasına verdi? Kardeşim Burak çok üzüldü bu haberden dolayı. ’Ben babama böyle bir şey yapar mıyım? Olmayan bir şey ama olsa bile nasıl yaparım?’ dedi. Ben de çok üzülüyorum. Bunu yazanlar kendi iddiasını, kendi yalanını kanıtlamak zorunda değil biz onun attığı ve hiçbir belgesi olmayan iddianın aksini kanıtlamak zorundayız? Biz olmayan bir şeyi nasıl kanıtlayabiliriz? Ben bunların yazılmasına değil ona inananlar olmasına çok üzülüyorum. Bir insanın ailesini karalamak bu kadar kolay ve kabul görür şekilde olmamalı." AKP iktidarıyla yakınlık ve Başbakanın oğlunun, düğününe geldiği yazılarını da "kuyruklu yalan" diye nitelendirdi. "Kanıtlasınlar, fotoğrafını göstersinler. Başbakanın oğlu, Burak’ın düğününde yok ki. Başbakanın kendisi de yok. Biraz da iddiayı atanlar kanıtlamak zorunda olsun. Bu kadar saçma sapan senaryolara cevap vermek zorunda olmamamız lazım. Bizim işimiz var hayatımız var. Herkes kafasına göre bir şey uyduruyor. Biraz haksızlık oluyor" dedi.

HAYATIMIN BELGESELİNİ YAPSAYDIM: KARAMÜRSEL’DEN BAŞLARDIM

Herhalde Karamürsel’den başlardım. Karamürsel’deki askeri lojmanlara 1979’un ikinci yarısında taşındık. 7 yaşındaydım. O fotoğraf aklımdan hiç çıkmıyor. Amerikalıların, Türkiye’ye iade edip ayrıldıkları üsse girdik! Üç çocuk bahçesi dört beş basketbol sahası, yeşillik, evlerde kurutma makinesi, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi... Bir de sinema vardı. Perşembe akşam ve cumartesi gündüz film oynardı. Cumartesileri 14.00’teki filme onda gider sinemanın önünde dört saat beklerdim. Posterlerdeki isimleri ezberlerdim. Zaten sonra oradakilerle samimi oldum. Karbonlu projeksiyonların çubuklarını bana aldırırlardı. Star Wars’ları, Supermenler’i izledim. Ama beni en çok etkileyen Robert de Niro’nun Avcı ve Taksi Şoförü idi. Karamürsel’de de Oğuz sineması vardı, üç film arka arkaya oynardı. Sinema tutkum orada canlandı. Sinemadan para kazanılabileceğim aklıma bile gelmediği için 1989’da İTÜ Metalurji Mühendisliği’ne girdim. Ama girince metalurji mühendisliği çok keyif verdi bana. Ancak sinemadan da kopmadım. O arada filmler tercüme ettim, İngilizceden Türkçeye çeviriyordum. Haftada üç dört filme gidiyordum ben. Zamanımın patronuydum o zaman. Şimdi haftada en fazla iki film izleyebiliyorum. Bazen hafta sonları kapanıp sekiz dokuz, hatta 12 film izlediğim de oluyor.

HAYATIMIN YOL AYRIMI: FİLM OKYANUSUNA DÜŞTÜM

1994’te metalurji doktorası için University of Florida’ya gittim. Birden film okyanusuna düşmüş gibi oldum. Üniversite kütüphanesine gittiğimde sinema bölümüne de baktım. Bir girdim ki, ne kitaplar var! Orson Welles’ten, Akira Kurosawa’nın filmlerine kadar sinemayla ilgili her konuda kitap, dergi ve her tür materyal vardı. Bir anda orada dağıldım. Eve kablo tv bağlattık. Birden bire hazineye kavuştum. Özleyip ulaşamadığım her şey elimin altındaydı. Günde iki film izliyordum. Kütüphaneye her gittiğimde mühendislikle ilgili üç makale alıyorsam, filmle ilgili 33 makaleyi topluyordum. Bunda bir iş var dedim! Keşkelerden nefret ediyordum. Türkiye’de, 50’sine 60’ına gelince ben aslında tiyatrocu olacaktım, fotoğrafçı olacaktım derler. Ben içimde kalmasın istedim. Mühendislik master diplomamı aldım, kararımı telefonda söyledim aileme. Babam endişe etti. Bu hevesin bana zararı olacağından korktu. Altı ay şeytanın avukatlığını yaptı. Çok direndi. Ama kendimi de tartmamı sağladı. Ağustos 1996’da Washington’a sinema okuluna gittim.

EVİMİZ: ASKER EVİ GİBİ DEĞİLDİ

Bizim evimiz asker evinden çok bir araştırmacının, profesörün evi gibiydi. Babam tarih, coğrafya anlatırdı, okuduğu romanlardan bahsederdi. Bizi müzelere götürürdü. Bize başka bir dünyayı açtı. Babam yurtdışına tayin olunca iki kere Amerika’ya, bir kere de İtalya’ya gittik. Okullardan dolayı askeriyenin dışında da çok arkadaşım vardı. Geçenlerde babamla konuşuyorduk. Onu söyledim babama. Çok zengin bir hayatımız oldu bizim. Asla çok paramız olmadı ama çok güzel bir hayatımız oldu. Güzel yerler gördük, iyi insanlar tanıdık.

UNUTAMADIĞI ÇOCUKLUK ANISI: ASKERİ LOJMANA AYI İNDİ

1982’de Amerika’dan döndük. Çankaya’daki lojmanlar yeni yapılmıştı. Etrafta başka konut yoktu, belediye otobüsü bile gelmiyordu. Jeneratör vardı. Dört bina denizcilerin, diğerleri karacılarındı. Akşam kapılar kapatılıyordu, hayat bitiyordu. Ama öyle bir organizasyon vardı ki orada inanamazsınız. Sadece bizim ailede değil, o dönemde oralarda oturan bir aileyle karşılaşalım Çankaya deyince herkes gülümser. Kestane partileri, Pazar yürüyüşleri vardı. Anadolu lisesi imtihanları için Jale Tezer’den özel ders alıyordum. Ben dersteyken kar başladı. Babam eve geçerken beni aldı ama araba köşkün altında, Ziyaürrahman Caddesinin başında kaldı. Babamla birlikte yürüdük, lojmanlara geldik donuyoruz. Annem de merak etmiş. Üzerimizden karları silkelerken kapı çaldı. Bir açtık ki kapıda bir ayı! Ayılar indi ayılar indi diye çığlık. Zaten aramızda konuşuyorduk buraya kurtlar iner kimsenin haberi olmaz falan diye. Babamın sınıf arkadaşı Erhan (Subaşı) amca ayı postu giymiş, o söylenenleri tatbik etmiş.

ROL MODELİM: KUBRİCK

Titizliği, araştırmacılığı, işine hâkimiyeti ve işini sevmesi nedeniyle Stanley Kubrick. Onunla ilgili her şeyi okudum. Sonra Michael Moore var Amerikalı yönetmen. Bu ikisi. Onların hayatlarını okurken kamera arkasını okuyormuş gibi okumaya çalışıyorum.

EN MUTLU OLDUĞUM AN: KERTENKELE ADASINDAYDIM

Avustralya’nın kuzeydoğusunda Kertenkele adası diye enteresan bir ada var. Ekolojik dengeyi bozuyor diye adada 80 kişiden fazlasını barındırmıyorlar. Yıldızlar uzansan dokunabilecekmişsin gibi yakın duruyor. 2005 yılıydı. Eşim Pemra ile oraya gitmiştik. Öyle bir gecede evlenme teklif ettim. 2005. O gece özel bir geceydi. Sanki ortamı da ben düzenlemiştim! Ağaçlar öyle sallanıyor, yıldızlar öyle yakın ve parlak. Okyanus sonsuz mavilikte… Ve teklifimi kabul etti tabii...

GERİYE DÖNEBİLSEYDİM: GELİBOLU FİLMİ SONRASINA DÖNERDİM

Gelibolu filminden sonraki noktaya dönmek isterdim. Gelibolu’dan sonra Sarıkamış ile ilgili bir film yapmak istedim. Belgesel değil drama. Senaryosunun üzerinde 1.5 sene çalıştım. Egoma hâkim olamayarak çok iddialı bir projeye çok erken kalkmış oldum. Onu da çekemedim. Kariyerimde çok önemli iki seneyi kaybetmiş oldum. Halbuki şimdi daha rahat çalışıyor olabilirdim. Hayatımdaki tek pişmanlığım bu. Her gün kendime, aynı hatayı bir daha tekrarlama diyorum.

HAYALİM: GLADYATÖR GİBİ BİR FİLM ÇEKMEK

Gladyatör gibi bir film çekmek. Osmanlı değil, Anadolu’da beylikler dönemini anlatan bir film. Özgür olabileceğim, döneme sadık kalmak zorunda olmadığım bir film çekmek istiyorum.

SİYASET: SOSYAL DEMOKRATIM

Siyasetle hiç ilgim olmadı. Dünyanın hiçbir ülkesinde bakanlar bu kadar, oyunculardan daha ünlü olmuyor, bu kadar konuşmuyorlar. Ben siyasetin Türk toplum hayatının bu kadar büyük bir bölümünü işgal etmesini kabullenemiyorum. Bu beni çok rahatsız ediyor. Sosyal demokratlara yakınım.

HOBİM: DALMAK VE GEZMEK

Tiyatroya gitmek benim için tutku derecesindedir. Eşimle beraber tüple dalıyoruz. En fazla 40 metreye iniyoruz. Profesyonelce değil ama o dünyayı görmek istiyoruz. Çok hoşumuza gidiyor. Ayrıca eşim de seyahati seviyor ben de. Senede en az iki kere görmediğimiz yerlere gidiyoruz.

FİLMLERİME ELEŞTİRİLER: ATATÜRK’ÜN ROLÜNÜ AZALTMADIM

Turgut Özakman, Gelibolu filmi için “Seddülbahir bütünüyle Mustafa Kemal’in komutası altındaydı” dediyse çok büyük hata yapıyor. Mustafa Kemal, Arıburnu, daha sonra da Anafartalar komutanı. Seddülbahir’de komutanlık yapmıyor. Turgut Özakman’ın böyle bir hataya düşebileceğine inanmak istemem. Filmde yabancı uzmanlar, Atatürk için “Çok başarılı komutan. Ülkesini kurtardı, savaşın seyrini değiştirdi. O bir dahi” diyorlar. Daha ne desin? Atatürk’ün Çanakkale’deki rolünü azalttığım eleştirilerine katılamıyorum. Atatürk’ü düşmanının tarihçisinin gözünden yücelttim.

HAYATIMIN EN’LERİ

- Hayattaki en büyük korkunuz? - Sevdiklerimi kaybetmek.

- En çok neye dokunmaktan hoşlanırsınız? - İnsanların duygusuna.

- En sevdiğiniz tatil kenti? - Sidney’dir herhalde.

- En sevdiğiniz yemek? - Patlıcanlı her şey

- En sevdiğiniz film? - Üç ay önce Costa Gavras’ın Kayıp filmini izledim. O bir numaraya yükseldi, ondan önce "Bir Zamanlar Amerika"ydı.

- En sevdiğiniz kitap? - James Michener’in “Bitmeyen acı Polonya”. Beni epik romanla tanıştırdı.

- Müzikte en sevdiğiniz sanatçı? - Freddie Mercury

- En sevmediğiniz koku? - Ter kokusu.

- En sevdiğiniz ses? - Hafif rüzgâr sesi… Ama çok hafif…

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 7 HAZİRAN 2009

© 2019 Faruk Bildirici - Medya Ombudsmanı. Tüm Hakları Saklıdır.