ŞİMDİ BARIŞ GAZETECİLİĞİ ZAMANI

...

Kürt sorununda yeni bir virajdayız. Dörtyol ve İnegöl’de yaşananlardan sonra abartılı, uç tepkiler verilmesi bir algı problemi yaşandığının en somut kanıtı.

Aslında ortalık 1991’den bu yana bir ayrışmanın işaret fişeklerinden geçilmiyordu. 1991 Kasım’ında Kayseri’de futbol maçındaki taşlamalar ile başlayan olaylar, aynı yıl Bigadiç’te, 1992’de Fethiye ve Alanya’da, 1993’te Ezine ve Tavas’ta, 1994’te Erdemli’de ve Nisan 2001’de Susurluk’ta devam etti.

Kavga, PKK’nın silahlı eylemlerinin artmasıyla birlikte yeniden tırmanışa geçti. İzmir, Zonguldak, Altınova, Seferihisar ve Bigadiç’te çıkan olaylar zinciri, İnegöl ve Dörtyol ile günümüze uzandı. Kürtler, bir yandan da batı kentlerinde sessiz bir mahalle baskısı ile de karşı karşıya kaldı.

İnegöl ve Dörtyol’daki linç girişimleri kimseyi şaşırtmamalıydı. Bunca işaret fişeğine rağmen sorunun toplumda yeterince algılanmamasının temel nedenlerinden biri medyanın tavrı. Kavganın büyümemesi, yangının başka illere ilçelere sıçramaması kaygısıyla, olaylar çoğunlukla üzeri örtük biçimde yazıldı. Çoğu zaman kavganın taraflarının Kürt-Türk olduğundan söz edilmedi.

Medyanın bu görmezden gelme ve göstermeme tavrı, Türk tarafında Kürtlere karşı dostane olmayan duygular gelişmesini önlemeye yetmedi. SETA Vakfı’nın 2009 Ağustosunda yaptığı “Türkiye’nin Kürt sorunu algısı” araştırmasında bir soruya Türklerden aldığı yanıt, durumun vahametinin göstergesi. Soru şu, “Size göre Abdullah Öcalan ve PKK’nın siyasi fikirleri Türkiye’deki tüm Kürtleri temsil ediyor mu?” Türklerin yüzde 37.1’i evet yanıtı vermiş! Bu soru bugün sorulsa “PKK ile Kürtleri özdeş görenlerin oranı” daha yüksek çıkabilir.

Bu da herhalde şehit cenazeleri geldikçe Batı’da, Karadeniz’de, Ege’de, Akdeniz’de Kürtlere yönelik tepkilerin artmasının nedenini açıklar. Maalesef Türklerde, Kürtlere karşı bir nefret zemini oluşuyor. Kan akmaya devam ettiği müddetçe de bu nefret yayılacak gibi görünüyor.

Tabii duygular karşılıklı. Kürt tarafında açılımın yarattığı büyük beklentinin ardından bugünlerde derin bir düş kırıklığı yaşanıyor. Her ne kadar Kürtler’in sorununun Türklerle değil devletle olduğu dile getirilse de PKK’lıların cenazelerindeki kalabalıklar ve Batıdaki olaylara karşı düzenlenen protestolar, o cephede de kardeşlik duygularının aşınmakta olduğunu gösteriyor. İki ulus arasına kan giriyor.

Bu noktada medyaya kritik bir görev düşüyor. Öncelikli olarak görmezden gelme tavrını terk ederek, kavganın taraflarını, nedenlerini adıyla sanıyla yazmalıyız. Tabii kullandığımız dil çok önemli. Şiddeti kışkırtmadan, her iki milliyetçiliği körüklemeden, taraf olmadan, özdeşleşmeden aktarmalıyız olan biteni. Barışın, dostluğun yeniden kurulmasını sağlayacak örnekleri öne çıkarmalıyız.

Çünkü şimdi barış gazeteciliği zamanı. Bu terimin yaratıcısı Prof. Dr. Johan Galtung’un dediği gibi, barış, gerçek, halk ve en önemlisi çözüm odaklı gazetecilik yapmalıyız. Galtung’un formülü de basit: “Gazeteci her zaman kendine kimi, neyi haber yaptığının ve kullandığı dilin barışa katkıda bulunup bulunmadığını sormalı.”