SEVGİ ÖZEL

...

TÜRKİYE’Yİ YÖNETENLER TÜRKÇEYİ SEVMİYOR

Sevgi Özel, yazar ve dilci. Dahası, o bir Türkçe aşığı. Türkçe kavgasına 12 Eylül öncesinin Türk Dil Kurumu’nda başlamış. Hani o “Öztürkçe” ve “Yaşayan Türkçe” tartışmalarının ayyuka çıktığı yıllarda. Şimdi ise bir devlet kuruluşu olan TDK çizgisine karşı kurulan Dil Derneği’nin Başkanı. Ve bir yandan Türkçe ile satırlar arasında dans ederek, öyküler, romanlar yazıyor.

GECEKONDU ALIŞKANLIĞI: UZUN SÜRE AİLE SIRRIMIZ OLMADI

Köyde doğdum, Ankara-Polatlı yolunun az ötesindeki dağın ardında köyüm. Ailem toprak ve hayvancılıkla uğraşırdı. Bizim aileyle Hazine ve köylüler arasında toprak kavgası vardı. Başkentin burnunun dibinde yangınlı, silahlı bir ortam… Dedem, olayların iyice dallanıp budaklanmaması için bizi Polatlı’ya taşıdı. Dedemin ölümüyle varlıklı dönem bitti; züğürt ağa olduk. Babamla amcamlar da sürtüşmeye başlayınca annem, “Ben çocuklarımı okutacağım” diyerek bizi topladı, Ankara’ya, Samanpazarı’nda bir gecekonduya göçtük. Göç, Anadolu insanı için hep vardır. Yıl 1961. İnsan gecekonduda ne kentli olabiliyor, ne köylü kalabiliyor. Gümüşana adlı son romanımda böyle çelişkiler içinde bocalayanları anlattım; biraz da kendi yaşamımızı… Oturduğumuz ikinci gecekonduda yan komşumuz eski İstanbul Valisi Muammer Güler ve ailesiydi. Arkadaşlığımız olmadı, önce onlar taşındı. Sonra da biz Cebeci’de apartmana taşındık. Gecekonduda yüksek sesle konuşmaya alışmıştık. Apartmanda uzun süre aile sırrımız olamadı; hepimiz bağırarak konuşuyorduk çünkü.

ÖZGÜRLÜĞE DÜŞKÜNÜM: EVLENMEMEK BİLİNÇLİ TERCİHİM

Annem üç oğlandan sonra bir kız doğurunca çok ağlamış; “Kendimi doğurdum diye.” Sonra beni doğurduğu için hep sevindi. Bu nedenle, “Ben annemin bir kızıyım” şarkısını çok severim. O şarkı “Efendimin sağ gözüyüm” der ya… Evlenmediğim için efendimin sağ gözü olamadım. Evlenmemeye bilinçle karar verdim. Annem de içinde olmak üzere, çevremdeki kadınların çoğu mutsuzdu. Ben erkek kardeş ve baba baskısı görmedim; ama özellikle gecekonduda yaşarken erkek egemenliğinin nelere yol açtığını gözlemledim. Erkekler, her yerde, her evde iktidar… Ben özgürlüğüme çok düşkünüm; bir iki kez evlenmeye niyetlendim; ama ortada fol yok yumurta yokken, anasının kıymetlisi birinin benim yerime karar vermesinden ürktüm. Hiç pişman değilim.

KİTAPLIĞI OLANLAR: MİNA URGAN’IN KOŞULLARINI KISKANDIM

Bugün bile, kütüphaneli evlerde doğanları kıskanırım; yiyip yiyip şişmanlamayanlarla saçı gür olanları da kıskanırım. Kimseye sataşmak istemiyorum; ama Mina Urgan’ın, “Bir Dinozorun Anıları” kitabı çok övülmüştü. Işıklar içinde yatsın, onun Mina Urgan olmaması ayıp… Kitap dolu, ünlü yazarların, politikacıların her gün evinizde olduğu bir kültür ortamına doğacaksınız; daha ne? Mina Hanım, Falih Rıfkı Atay’ın kızı. Burada sıkılıyor, hop yurtdışına… Böyle yetişmiş epey örnek var. Bu koşullarda yetişip de 90 yaşına gelince, ben sosyalistim demesini çok yadırgamıştım. Bizim evde kitaplığı bırakın, kitap yoktu. Pazar günleri gazete alınırdı. Bakkala gitmeye ben istekli olurdum; çünkü istediğim gazeteyi alırdım. Bir gün bir yapının önüne yığılmış kitaplar, dergiler gördüm. Cebeci Halk Kütüphanesinde temizlik yapılıyormuş. Kütüphaneci kadına, “Teyze bu kitaplar kimin?” diye sordum. “Kütüphanenin” dedi. Fazla olanları, bozulanları isteyene vereceklermiş. Çok sevindim, “Kimseye vermeyin, ben hepsini alırım” dedim. Kitapları annemle taşıdık. Varlık ve başka dergilerle tanıştım. İlk kitaplığım böyle oluştu. Çocuklar kütüphaneye üye olamıyordu. O teyze, beni göstermelik bir kartla abone yaptı. Adını öğrenemedim; ama o değerli kadının önerdiği her şeyi okudum.

TÜRKÇE BİLİNCİ: ÖĞRETMEN KAFAMA TEBEŞİR ATTI

Benim kuşağım, yaşımız 60’ı geçiyor artık, korkmadan yaşımızı da söyleyebiliyorum; kimliğimdeki, dedemin uygun bulduğu yaş; büyük yazdırmış. Köyde doğduğum için erkenden evlendirecekti beni. Dedemin hesabı tutmadı, hâlâ evlenemedim. Ülkeme, Türkçeye âşık oldum. Biz Türkçe bilincini, düzgün konuşan, okuyan, yanlışımızı başımıza vurmadan öğreten, öğretmen gibi öğretmenlerden aldık. Türkçe öğretmenim Sabiha Ceyhun’a çok şey borçluyum. Özne şudur, ünlü uyumu budur diye kural ezberlemedik biz. Kendi düşüncemizle kendi tümcemizi kurmayı öğrendik. Bugünün çocukları, test yöntemi yüzünden başkasının ağzıyla konuşmaya zorlanıyor.

ULUSÇU TUTUCULAR: HALKA BİRAZ KIRGINIM

Türkçe uzmanı değil, hekim olmak istiyordum. Ankara Tıp Fakültesini iki puanla yitirdim. Diyarbakır Tıbba puanım tutuyordu. Ama zordu yaşam koşullarımız, gidemedim. İlk yıl Dil Tarih’te derslere pek devam etmedim, okula arkadaşlarımı görmeye gidiyordum. 67-68 ders yılının sonunda büyük bir boykot yapıldı. Öğrenci isteklerini haklı bulduğum için ben de katıldım. Birden sevmeye başladım okulu. Dev- Gençli arkadaşlar, bana daha yakın geldi. Alnımın ortasına bakabiliyorlardı. Cumhuriyet, Yön dergisi, Yeni Ortam, Çetin Altan, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu’nun yazıları ve başka olanaklar bizi çok etkiliyordu. Kitapları, yazıları deli gibi okuyorduk. Yine de çoğumuz kendimize devrimci diyemiyorduk; devrimci olmanın kolay olmadığını anlamıştık. Ülke 12 Marta giderken hızla belirginleşti düşüncelerim. Gün geldi kendime solcuyum diyebildim; ama söze takılıp eylemden kirişi kıranları gördükçe solcu, sosyalist olmanın kolay olmadığını, hep bedel ödendiğini de görüyorum. Halka biraz kırgınım. Yurdum insanı hem açım, umarsızım diye yakınıyor hem de hep aynı noktaya bakıyor. Partilerin adı, önderi değişiyor; ama halkın bakışı değişmiyor. Halka milliyetçi muhafazakârlık yakın geliyor; çünkü halk, inançtan başka tutunacak bir şey bulamıyor. Milliyetçi muhafazakârlığın Türkçesi ulusçu tutucu; bugüne dek halka bunu açıkça söyleyen çıkmadı. Yazık ki aydınlar politikacılardan daha çok kaçak dövüşüyor.

MASASINI DÜZELTTİM: DİLAÇAR KIYAMETİ KOPARDI

Evimiz hep kalabalıktı; bu nedenle TDK kitaplığında ders çalışıyordum. Türkiye’nin en büyük dil kitaplığı önümdeydi. TDK’ye gidip gelirken Agop Dilaçar, Agâh Sırrı Levend, Ömer Asım Aksoy, Salah Birsel, Ceyhun Atuf ve kitaplardan tanıdığım büyük ustaları görüyordum. Tam 12 Mart döneminde bitirdim okulu. Bazı hocalar, devrimcileri elemeye kalktılar; arkadaşlarımızın çoğu tutuklanmış; dekanımız Prof. Dr. Şerafettin Turan’a türlü çamurlar atılmıştı. Okulu bitirdikten beş altı gün sonra hocam Prof. Dr. Vecihi Hatipoğlu, “TDK’de çalışır mısın?” dedi. Hemen başladım; ama bilgi eksiğimi vardı. Kendimi Dilaçar’a gizli asistan atadım. Bir gün yalaka asistanlar gibi masasını düzelttim; kıyameti kopardı. Meğer o dağınık masada iki ayrı bilimsel bildiri hazırlıyormuş. “Neyi nereye koyduğumu biliyorum” dedim; masayı eskisi gibi dağıttım. “Çocuk bana yarım gün kaybettirdin” dedi. Bir gün Dilaçar’la oturuyoruz; bir öğretmen aradı; bir şeyler sordu. Sorular bildiğim yerden gelmişti; yanıtladım. Dilaçar dinliyor ya, aklım sıra şişiniyorum; telefonu kapatınca, “Yanlış” dedi, “yanıtın doğru, tavrın yanlış. O öğretmen seni değil, TDK’yi aradı; ne kendini tanıttın, ne kaynak gösterdin, yanlışşş.” O öğretmeni buldum, sorularının yanıtını bulacağı kaynakları söyledim. Dilaçar haklıydı; “bilimsel terbiye” denen şeyi biliyordu; biz böyle bir kuşağın elinde biçimlendik. Onlar için koltuk değil, bilgi önemli oldu hep.

TDK’YI KAPATTILAR: ATATÜRK’ÜN VASİYETİNİ ÇİĞNEDİLER

Türkçe, yüzyıllardır bu coğrafyada çatı dil. Türkü, Kürdü, Ermenisi, Rumu, Arabı, bu dille anlaşmış; her türlü alışverişini bu dille yapmış. Türkçe, Osmanlıcanın baskısına karşın halkın ağzında kaybolmamış. 1950’den bu yana birileri yenileşen Türkçeye “uyduruk” dedi; sözcük türetenler, öz Türkçe konuşanlar solcu, komünist diye suçlandı. Sınıf arkadaşlarım bu nedenle yargılandı, 12 Eylülden sonra 1402’lik oldu. Atatürk, TDK ve TTK’yi eliyle yazdığı vasiyetiyle koruma altına almıştı. Kenan Evren ve arkadaşları, 1983’te paldır küldür kurumları kapattılar. Atatürk’ün vasiyetini çiğnediler. Aydınlar, hukukçular, bu duruma tepki gösterdiler. Birçokları da Atatürk’ün dernek olarak kurduğu kurumların niye yasa zoruyla devlet dairesi yapıldığını anlamak istemedi. Bir toplumun dil ve tarih bilinci dondurulursa, o toplum kolayca baskı altında tutulur. Özellikle Dil Kurumu çatısı altında toplanan aydınlar ve çabaları milliyetçi muhafazakâr anlayış için büyük bir tehlikeydi. Halk, yönetenleri ve sözde aydınları anlamasın isteniyordu. Kenan Evren’in kurduğu TDK’ye atananlar, 1983 öncesindeki TDK’yi uydurukçu diye suçlayanlardı; bu arkadaşlar, bir süre geçmişe sataşmayı sürdürdü. Aradan 28 yıl geçti; şimdi sözcük uyduruyorlar. Şimdi solcu mu oldular? Eski TDK’nin yaptıklarını, terimleri “Biz yaptık” diye sunuyorlar. Türkçenin canına okudular. Yazımı (imlayı) bozdular, sözcükleri bugün birleştirip yarın ayırıyorlar. 28 yıl önceki TDK’ye sataşıp duran sözde aydınlarsa suspus…

TOPARLANDIK: DİL DERNEĞİ, 12 EYLÜL’E TEPKİDİR

12 Eylül aydınları çil yavrusu gibi dağıtmıştı, eski Dil Kurumu üyelerinin kimi hapisteydi. Ya bir dergi çevresinde birleşecek ya dernek kuracaktık. Dernek kurma düşüncesi kabul gördü. 12 Eylül hukuksuzluğuna tepki veren ilk örgütlerden biri Dil Derneği’dir. İlkin kurulması yasak derneklerden sayıldı; yargı yolumuzu açtı. Şimdi derneğin başkanıyım; ama öncelikle üyesiyim. AKP iktidarı ile birlikte insanlar bizimki gibi derneklere uzak durmaya başladılar. Çünkü 2010 Türkiyesinde bir okul müdürü, edebiyat öğretmenine, “Yine Ecevit ağzıyla konuşmaya başladınız. Azdınız siz” diyebiliyor. TDK’yi kapatan anlayışla, 12 Eylülle hesaplaşıldığını ileri süren AKP iktidarı, dile aynı açıdan bakıyor; dolayısıyla son halkoylamasında kurumların yeniden açılması düşünülmedi. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, “Yeni anayasa yapılırken olmazsa olmazlarımız arasında Türk Tarih ve Dil Kurumlarının açılması da var” dedi. Bu bizi sevindirdi.

TELEVİZYON: DIŞ SES OKUYANLAR TÜRKÇENİN CANINA OKUYOR

Bizim bilgisunar dediğimiz internet, cep telefonu vb. Türkçeye çok zarar veriyor. Bakkal diye anılmaktan utanan marketlerde, birçok işyeri ve ürün adında ve kullanım kılavuzlarında Türkçe yok. Tabelalarda garip bir Türkçe kullanılıyor. 25 yıldır her yaz ülkemize gelen bir İngiliz profesör, “İlk yıllarda her yerde İngilizce görmek hoşuma gidiyordu. Türkçeyi öğrendikçe bu durum benim de zoruma gitmeye başladı. Şimdi İngilizcenin de canına okumaya başladınız” dedi. Türkçe için bir yabancı üzülüyor; bizimkiler küreselleşme çığlığı atıyor. Kitle iletişim araçları duyarlı değil. Emin Özdemir Ustamızın dediği gibi, “Tostla büyütülüp testle eğitilen” kuşağın egemen olduğu medya var artık. Hani “dış ses” diye haber okuyan genç muhabirler var ya; onların dili allahlık… Genç yazarların dili sorunlu. Dil bilinci, büyük ölçüde geriledi. Demirel’in Milliyetçi Cephe Hükümetleriyle atak yapan Türk-İslam sentezi, 12 Eylülle devletin eğitim ve kültür politikası oldu. Bu politikada eski dil ve yazıya özlemin yanı sıra İngilizce hayranlığı baskın… Nedense Türkiye yönetenler Türkçeyi sevmiyorlar.

BİLGİ YAYINEVİ: ATTİLA İLHAN İLE TÜRKÇEDE ANLAŞAMADIK

Atatürk’ün kurduğu TDK, yasa zoruyla devlet dairesi yapılınca, yasa zoruyla memur olmak istemedim, ayrılıp Bilgi Yayınevi’ne girdim. Bir anlamda Attila İlhan’dan boşalan koltuğa oturdum. Attila İlhan Dil Devrimini gereksiz ve yanlış buluyordu. Özellikle 12 Eylülden sonra Dil Devrimini çok ağır eleştirdi. Büyük bir laf edeceğim; bana göre Şair Attila İlhan yüzyıllarca okunacak. Biz, onun “Ben Sana Mecburum”, “Yasak Sevişmek” gibi kitaplarıyla aşkımızı dillendirdik. Ama Attila İlhan dili ağdalı düzyazılarıyla gelecekte olmayacak. Neyse, çalışma yaşamımı um:ag’da noktaladım. Yıl 98. Vakıfta çok güzel işler yaptık. Mumcu Ailesinin bu vakfı kurmakla tarihsel bir görev yaptığına inanıyorum. Her yıl 24-31 Ocak arasındaki adalet haftalarıyla Uğur Mumcu ile birlikte düşündüğü için öldürülen bütün aydınları anıyoruz. Vakıfta dört yıl kadar çalıştım. “Uğur Olsun/ Bir Devrimcinin Öyküsü” adlı kitabım Bilgi Yayınevi’nde basıldı. Bir üzüntüm var. Uğur Mumcu’nun yaşamı ve savaşımının her karesi için pek çok kitap çıkmalıydı. Çünkü Atatürk’ü, Nâzım Hikmet’i geç yazdığımız, geç düşündüğümüz için, onlar gibi gerçek kahramanların yerine, bugün halkın yüzünü yönünü tersine çevirenler kahramanmış gibi göklere çıkarılıyor.

KİTABIMA KIZDILAR: DEVRİMCİLER ÂŞIK OLAMAZ(DI)

“Devrimciler Âşık Olamaz(dı)” ilk öykü kitabımın adı. Ben 68’li değilim, 68’lerin hemen ardındayım. Aslında devrimciler çok güzel aşklar yaşadı; ancak 68 gençliğinin büyük bir aşkı vardı; Tam Bağımsız Türkiye! Ben, bu anlamda devrimciler âşık olamazdı diyorum; çünkü onlar önce bu yurda, onlara sahip çıkamayan halka âşıktı. 68 kuşağından bazıları, “Biz çok güzel aşklar yaşadık” diye kızdılar bana. Olsun! O kitapta biraz kendi yaşam akışım var. Politik bilinci sıfır bir kadının zamanla edebiyattan siyasal eleştirilere dek söz söyleyebilecek bir noktaya gelmesi önemli.

BİR YANIM DİLCİ: EDEBİYATÇI YANIM GERİDE KALDI

Çokları beni yalnızca dilci diye tanıyor. Altı öykü kitabım, üç romanım ve denemelerim var. Otuzun üstünde kitap yazdım. Edebiyatçı yanımı, dilci yanım gölgeliyor. Kendime haksızlık yapıyorum. İnanın, iyi öykülerim, romanlarım var. Biraz işportacı ağzı oldu; ama böyle. Bütün yaşamını dil ve yazına adamış biriyim. Çocuklar için arkadaşım İbrahim Dizman’la beş kitap yazdık; Çanakkale Savaşlarından Kurtuluş Savaşına dek ulusal direnişi ve Atatürk’ü anlattık. Yeni bir romana başladım. İşte böyle benim yaşamım… Ha, unutmadan; hiç ödülüm yok; yurtseverlerden akıp gelen çok ödülüm var.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 10 TEMMUZ 2011