SEMİH GÜMÜŞ

...

Semih Gümüş, daha çok eleştirmen kimliğiyle tanınıyor. Ama bir de yazar, yayıncı, dergici, editör ve de futbol yazarlığı var. Tabii bu faaliyetlerin tümü de yazıyla, kültürle, edebiyatla ilgili. Zaten bütün dünyası da onlarla dolu. Gençlik yıllarının tersine siyasetten uzak duruyor, hatta gerçek hayattan da…

ÜNİVERSİTE: YEDİ YILDA BİRKAÇ GÜN DERSE GİRMİŞİMDİR

1973’te, on yedi yaşındayken kitabına uydurup parti üyesi olmuştum. Daha ortaokul yıllarında politikleşmiş çocuklardık. 12 Mart döneminin sona erdiği, insanların cezaevinden çıkmaya başladığı günlerdi. O günden bugüne, hep Türkiye İşçi Partili oldum. 1971’de girdiğim Ankara Fen Lisesi’ndeki yıllarım da benim için unutulmazdır. Fen Lisesi şimdiki gibi değildi, bambaşkaydı. Oradaki yatılı okul arkadaşlıklarım halâ vazgeçilmezdir benim için. 1974’te de Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne, İktisat-Maliye bölümüne girdim. SBF üniversite sınavında birinci tercihimdi. Fakat girdikten sonra okulla akademik olarak herhangi ilişkim olmadı. Çok fazla sevmedim de. Hatta Maliye Bakanlığı’ndan burs almıştım. Dört yıl zorunlu hizmet yapmak istemediğim için o bursu da geri ödemek zorunda kaldım. 1974’ten 1981 yılına kadar SBF’de kaydım vardı ama derslere girmiyordum. Her gün okula gidiyorduk ama işte o hır gür içinde orada görevli olarak kendimizi görüyor, yalnızca politik çalışma yapıyorduk. Yedi yıl boyunca ancak birkaç gün derse girmişimdir. 1980’den sonra da kesintisiz bir hayat içinde oldum. 12 Eylül’den sonra bir gözaltı süreci olmadı benim için, bir ara arandım, ortadan kayboldum, sonra da arkası gelmedi onun. 12 Eylül’den önceyse, birçok kez kısa süreli gözaltılar, tutukluluklar yaşadım.

YARIN DERGİSİ: CEZAEVLERİNDE BİLE ABONEMİZ VARDI

Okulla, iktisat ve maliyeyle ilgili bir işte bir tek gün bile çalışmadım. Üniversitenin son yıllarında düzenli yazmaya başlamıştım. Ondan önce pek çok yazı yazmıştım ama çoğu parti yayınlarında yayımlanmış politik yazılardı. Onların bugün bir değeri yok, politikanın geçiciliğiyle silinip gittiler. İlk eleştiri yazım Yazko Edebiyat dergisinde yayımlandı. 1980 yılında. Bir kitap tanıtım yazısıydı Ondan sonra gitgide düzeyi yükselen eleştiri yazıları yazdım. 1981’de bir grup arkadaşımla Yarın dergisini çıkardık. Genel Yayın Yönetmenliğini üstlenmiştim. Bir kültür-sanat-edebiyat dergisiydi Yarın. 1981’de politik dergi çıkarmanın olanaksızlığı nedeniyle bir edebiyat ve sanat dergisi çıkarmıştık. Bunu politik bir sorumluluk bilmiştik. O karanlık yıllarda ve çetin koşullarda etkin bir dergi olmuştu Yarın. Çok satılırdı. Yalnızca cezaevlerinde 500 abonesi vardı. İlk ciddi edebiyat yazılarımı da Yarın ile Bilim Sanat dergilerinde yazdım.

ARIZAMIZ: ELEŞTİRİ İLE İLİŞKİSİ ZAYIF BİR TOPLUMUZ

Zaten bizim kuşakta hep öyle olmuştur; küçük yaşlardan beri edebiyat okuruydum. Ne bulunsak okumaya çalıştığımız sırada, daha on dört-on beş yaşlarındaydık. Yazmaya karar verdiğim zaman da kendimi tarttım ve eleştiriyi seçtim. Eleştiri yazmak için ciddi bir hazırlık sürecine soktum kendimi. Her zaman söylerim, eleştiri edebiyatın en pahalı türüdür. Niçin? Sözgelimi bir roman eleştirisi yalnızca o romanı okumakla sınırlı kalmaz, o yazarın öteki romanlarının ve başka kitapların okunmasını, dolayısıyla adamakıllı araştırma yapılmasını gerektirebilir. Ben de önce kendimden önce yazılan eleştiri yazılarını, kitaplarını okudum, Batı’da yazılanları da. Neden eleştiriyi seçtim? Huyuma, suyuma, mizacıma, düşünme biçimime uygun olduğu için. Bugün de çok yerinde bir karar verdiğimi düşünüyorum. Eleştiri benim için sürekli yenilenebilen, sürekli düşünce üretimi içinde yaşanan bir alan. Ondan çekiciydi benim için. Bizden önceki kuşakların, eleştirmenlerin yazdıkları gibi yazmama amacım da vardı. Bizde eleştiri bağlamında yapılan bütün tartışmalar, eleştirinin hep kitaba bağlı bir yazı olduğunu varsayar. Oysa eleştiri, roman, öykü ya da şiir gibi, edebiyatın bağımsız bir türüdür. Eleştiri, bütün edebiyat anlayışlarından yararlanmalı ama herhangi birine bağlı kalmamalı. Bir bakıma hepsinin bir sentezi olmalı. Eleştiri ile ilişkisi zayıf bir toplumuz. Yazarların eleştirmenleri sevmemesinin kaynağı da kesinlikle bu toplumsal arızamız. İnsanımız eleştiri sevmez, kendini eleştirmeyi hiç sevmez. Oysa eleştiri ancak sınırsız bir özgürlük içinde olabilir. Özgürlük olmazsa mutlaka bir duvarla karşılaşır.

TİP’LİYDİM: 12 EYLÜL’DE DE AKTİF BİR POLİTİK HAYATIM VARDI

Yayıncılık yapacaksam bunun yeri İstanbul olacaktı. Askerliğimi İstanbul’da yaptım, 1985’ten sonra Ankara’ya hiç dönmedim. İstanbul’a gelmemde politik sorumluluklarımın rol oynadığını da söyleyebilirim. Türkiye İşçi Partiliydim, 12 Eylül yıllarında da aktif bir politik hayatımız vardı. Daha sonra, 1990 yılında Adam Yayınları’nda çalışmaya başladım. Adam Yayınları’nın hayatımdaki yeri önemlidir. On beş yıl editörlük yaptım orada, 2005’te ayrıldım. Yayınevinin varlığı da sona ermek üzereydi. İlk kitabım Roman Kitabı da 1991’de Adam Yayınları’nda yayımlandı. 1995 yılında Adam Öykü dergisinin Genel Yayın Yönetmenliğini üstlendim. Ondan sonra da uzun yıllar boyunca romandan çok öykü ile ilgilenmek zorunda kaldım. Çok doğru bir soru sordunuz: “Kitaplarım beni mutlu etti mi?” Etmedi aslında. Bugüne dek on iki kitabım yayımlandı, ama yazmak istediğim kitabı henüz yazmadığım gibi, o kitabı bir gün yazabileceğimi de sanmıyorum. Üstelik çok çalışırım, her gün sabah yediden yatana kadar; çevremdeki arkadaşlarım başka hiçbir şey yapmadan sürekli çalıştığımı bilir. Gene de hayal ettiğim nitelikte eleştiriyi, o kitabı yazmaya zaman bulabileceğimden kuşkuluyum. Bunun için dünyaya yeniden gelip kendimi yeniden düzenlemem gerekiyor. Yine eleştiri yazıları yazacağım tabii. Eleştirmenlik beni mutlu etti. Daha doğrusu beni edebiyat mutlu ediyor. Yaşım ilerledikçe, son zamanlarda benim için artık edebiyatın hayattan daha önemli olduğunu da düşünüyorum. Kendimi yayıncı ve yazar olarak tanımlarım. Eleştiri anlayışım, öteki türlerden bağımsız, onlarla aynı düzeyde bir tür olduğu için, kendimi yazar olarak tanımlıyorum. Bizde eleştiri deyince doğru olmayan bir şey anlaşıldığı için, eleştirmen demiyorum kendime.

NOTOS DERGİSİ: EDEBİYAT DERGİLERİNİN ETKİNLİĞİ ZAYIF

İşsiz kaldığım günlerde, artık bir yayınevinde çalışma olanağını kovalamak yerine, kendi yayınevimi kurmaya karar vermiştim. Zordu elbette, yayıncılık pahalı bir işti ve benim olanaklarım yeterli değildi. Yayıncılık yapmaya başlayacaksam onun içinde mutlaka bir dergi de olması gerekiyordu. İki nedenle. Hem kendimi bir dergi manyağı gibi görüyorum, dergicilik yapmadan duramıyorum. Hem de bir dergi her zaman hazır bulunabilecek bir okur kitlesi yaratılabilir, dolayısıyla yaptığınız yayıncılık için güvence olabilirdi. Ama bir dergi çıkaracaksam da, kapağından iç tasarımına kadar, yepyeni bir dergi olmalıydı. İkincisi, aktüel olabilmeliydi. Bir edebiyat dergisini hem nitelikli edebiyatın temsilcisi, hem de aktüel yapabilirsiniz. Bizde pek yapılmaz bu, ama ortaya yeni bir örnek koyabilirdik. Üçüncüsü, genç tavırlı, güleryüzlü olmalıydı. Bunları yapmak sözde kolaydı elbette, ama gerçekte zordu. Bugün tam beş yıl geçti. Aradığımız okur sayısına tam olarak ulaşamadık ama Notos, edebiyat dünyamızın en etkin, en çok konuşulan, tartışılan ve yenilikçi tutumuyla geniş bir okur çevresine sahip olan dergileri arasında akla ilk gelenlerden. Sonuçlarını her yıl Şubat sayımızda açıkladığımız, "Yüzyılın 40 Romancısı” ve “Yüzyılın 40 Öykücüsü” gibi konuları olan soruşturmalarımız çok tartışılıyor, ilgi görüyor. Her sayı nitelikli bir kapak konusu belirleyip çok emek verdiğimiz bir dosya hazırlıyoruz. Kadınlara yaşı, dergilere satışı sorulmaz derim hep, ama Notos’un en çok satılan edebiyat dergilerinden biri olduğunu söyleyebilirim. Edebiyat dergilerinin gençlik yıllarımızdaki kadar etkin olmadığını da söylemek gerekir. Bugün hem sayıca daha az edebiyat dergileri, hem de etkinlikleri daha zayıf.

KİTAP: POPÜLER YAYINCILIĞI BİLMİYORUM

Otuz yılı aşkın bir zamandan beri yayıncılık yapıyorum. Dergi yayıncılığı ile kitap yayıncılığı aynı pota içinde görülür, ama bambaşkadırlar. İkisinden birinden vazgeçmek zorunda olsam, kitap yayıncılığından vazgeçerim de dergicilikten vazgeçmem. Yayınevimizde de dergimiz yaptığımız işin koçbaşı gibi. Notos Kitap Yayınevi’ni kurarken öteki yayınevleriyle rekabet şansımız olmadığını biliyordum. Kendi kitaplarımı yayınlamaya karar verdiğimde de hep butik bir yayınevi aramış, bulamamıştım. Böyle bir yayınevini kendimiz yaratabiliriz diye düşündüm. İlk kitaplarımızın üstünden dört yıl geçti, ama kitap yayıncılığında olmamız gereken yere ulaşamadık. Nitelikli edebiyat yayıncılığının okuru zaten az. Popüler yayıncılık yapmayı da ben bilmiyorum. Dergimizin uzun ömürlü olacağına eminim, ama kitap yayıncılığımız konusunda o kadar iyimser değilim doğrusu. Ekonomik sıkıntıları aşamıyoruz.

FUTBOL YAZARLIĞI: FUTBOL KİRLENDİ YAZMAYI BIRAKTIM

On yıl futbol yazısı yazdım. Gazete Pazar, Yeni Yüzyıl ve Radikal’de. Yiğiter Uluğ arkadaşım nereye gittiyse, ben de orada yazma olanağı buldum. O on yıl içinde maçlar da sürekli giderdim. Galatasaraylıyım. Sonunda beş altı yıl önce futbol yazılarını da, maçlara gitmeyi de bıraktım. Anlamsızlaşmaya başlamıştı. Tek nedeni, futbol ortamının çok kötüleşmesi, kirlenmesi, sonucun masa başında alınmaya çalışılmasıydı. Yeter artık, dedim. Bugün de durum ortada. Futbol dünyası içinde olan biten her şeyi herkes bilir aslında. Gene de o günden beri televizyondan izlemek anlamında hiç kopmadım futboldan. Futbol eşi benzeri olmayan bir eğlence. Başka hiçbir eğlence biçimi benim için futbolun yerini tutamıyor. Futbolun spor olmaktan çoktan çıktığını bilmemize rağmen...

KÜRT SORUNU: GENÇ BİR KÜRT EDEBİYATI DOĞDU

Bu ülkenin en önemli sorunu Kürt sorunu. Kürt sorunu çözülmezse, hiçbir sorun çözülmez. Bu konuda iyimser miyim? Değilim aslında. Yakın gelecekte, daha önce düşünmek istemeyeceğimiz kadar sert gelişmeler olacağını sanıyorum. Umarım barışçı ve demokratik çözüm yolları bulunur, başka nasıl düşünebiliriz. Bu sorun edebiyatımıza dolaylı etkilerde bulunuyor belki. Bütün bütüne edebiyatımız değil, ama yazarlar bu sorunun gölgesinde yaşıyor. Bu arada yeni, genç bir Kürt edebiyatı doğmaya başladı bizim coğrafyamızda. Kürtçenin yazı dili olarak yayımlanabilme koşullarına sahip olmaya başlaması pek çok genç Kürt yazarının ortaya çıkmasına neden oldu. Bu aynı zamanda Türkçe yazan Kürt yazarların da daha verimli olmasına neden oldu.

KİTAPTAN ÖĞRENİLİR: YAZARLIK ATÖLYELERDE ÖĞRENİLMEZ

Yaratıcı yazarlık, gerçekten de yaratıcı yazarlık atölyelerinde, okullarda ya da birtakım usta yazarların yönlendiriciliğinde öğrenilmez. Üç yıldan beri çok aktif biçimde Notos Yaratıcı Yazarlık Atölyesi’ni de yönetiyorum. Ama oraya gelen herkese ilk söylediğim budur. Peki nereden öğrenilir? Elbette kitaplardan öğrenilir. Çünkü bizim anlayıp anlatabileceğimizle karşılaştırılamayacak kadar büyük bir dünya var kitaplarda. Atölyede yaptığımız üç şey var: Birincisi, doğru bir okuma biçimi edinilmesini sağlamak. İkincisi, yazarlığın yolunu yordamını göstermek ve sağlam ipuçlarını vermek. Üçüncüsü de, yazınsal dilin yaratıcı yazının anahtarı olduğunu göstermek. Yararlılık asıl amaç. Edebiyat sohbeti yapmıyoruz. Katılımcıların yazdıklarının nasıl olduğu ve nasıl olması gerektiğine ilişkin uygulama odaklı bir çalışma yürütüyoruz. İkinci Kur çalışması da bunun devamı. Orada düşünsel verimlilik biraz daha artmış oluyor.

SÖZÜNÜ SAKINMADAN: EV SAHİPLİĞİ YAPMADAN KONUŞACAĞIZ

“Sözünü Sakınmadan” başlıklı söyleşiler dizisinin ilk girişimi, Sabit Fikir dergisinden gelmişti. Sonra İstanbul Modern ile bir ortaklık kuruldu. Böylece söyleşilere başladık. Söyleşilerimizi her ayın ilk Perşembe günü İstanbul Modern’de yapacağız. Her yerde yapılandan farklı olarak sözümüzü sakınmadan konuştuğumuz söyleşiler olmasını amaçlıyoruz. İyi ev sahipliği yapmanın yanı sıra, konuğumuzla ilgili olarak kendi düşüncelerimizi de olduğu gibi ortaya koymayı hedefliyoruz. Böylece daha çok ilgi çekeceğini ve daha yararlı olacağımızı düşünüyoruz. Bizim sabit bir ekibimiz olacak, konuklar değişecek. İlk söyleşide Murathan Mungan’ı konuk etmiştik. 4 Ağustos’taki söyleşide Hakan Günday, 1 Eylül’de ise küçük İskender olacak. Amaçlarımızdan biri de edebiyatın durağan gündemini canlandırmak. Edebiyatımızın gündemi uzun yıllardır çok durağandır. Nedeni de ülkemizde düşünce üretiminin kısıtlı oluşu.

GENÇ YAZARLAR: 12 EYLÜL’ÜN EDEBİYATA ETKİSİ OLUMLU

Edebiyatta eski kuşakları okumadan yazılmaz denir. Bu bir bakıma doğru elbette. Ama olumsuz sonucu da var bunun. Bütün bir Cumhuriyet dönemi edebiyatımızın egemen anlayışının içinde olmayı da getiriyor bu yaklaşım. Bir tür zor kullanmak gibi. 12 Eylül 1980’den sonra bir kırılma yaşandı. Olumsuz sonuçlarını biliyoruz. Öte yandan, öyle bir kopukluk oldu ki, genç yazarlar eski kuşakların etkisinden kurtuldu, onların gölgesi altında kalmadan kendilerine yeni yollar, yeni biçimler aramaya başladı. Edebiyatımızın bugün dünden daha zengin, daha çok yönlü olduğunu düşünüyorum. Genç kuşakların yazdıklarından da, edebiyatımızın bugününden de umutluyum. Genç yazarların yazdıklarını sürekli okuduğum için belki. Eskisi gibi tümünü okumaya yetişmek olanaksız. Yılda 500 roman yayımlanıyor. Seçerek okuyorum, sevdiğim, önemli bulduğum yazarları öncelikle izliyorum. Dünyanın her yerinde eski kuşaklar bir refleks olarak genç kuşaklara olumsuz yaklaşır. Ama bilerek, okuyarak mı? Bence değil. Eski yazarlar genç yazarları adamakıllı okumazlar.

MARKSİZM: İKTİDAR AMACI OLMAYAN BİR SOSYALİZM

İlk gençlik yıllarımdan başlayarak çok yoğun politik bir dönemim oldu, başka hiçbir şey yapmaya zaman bulamadığım bir yirmi yıl geçirdim. Bugün kendimi Marksizm içinde görüyorum, ama otuz yıl önceki düşünme biçimimden de elbette farklı bir noktadayım. Siyasetin sonunda kaçınılmaz biçimde iktidar amacına sahip olması gerektiğini, iktidarın da yozlaşmaların başlıca nedeni olduğunu düşündüğüm için, toplumun yenilenmesi ve iyileştirilmesi çabasının siyasetin dışında, başka araçlarla yapılması gerektiğini düşünüyorum. İktidar amaçlı bir düşüncenin ya da hareketin içinde olmam ama sosyalizm idealim bugün de canlı biçimde duruyor. Bunlar kimilerine ütopik düşünceler gibi geliyor. Aslında bana ait bir düşünce de değil bu. Dünyanın pek çok yerinde siyasetin iktidar amacıyla sürekli kirletildiğini düşünen geniş kesimler yeni mücadele biçimlerinin arayışı içinde. Sözgelimi Meksika’daki Zapatista hareketi iktidarı amaçlamayan bir hareketti. Zapatistaların ütopyaları dünyanın pek çok bölgesindeki siyasal hareketlere ışık tutabilir. Küreselleşme karşıtı antikapitalist hareketlerin dünyanın tanık olduğu en yığınsal hareketler oluşu da büyük bir deneyim koydu ortaya. Böyle bir anlayışın parçası olduğumu düşünüyorum. Barışçı, demokratik, anti-kapitalist, sosyalist. İktidar amacı olmayan sosyalizm nasıl olursa, öyle bir sosyalizm.

KİTAP BİTMEZ: DİJİTAL YAYINCILIK OLUMLU GELİŞME

Aslında internet platformunda yayıncılığı, yani dijital yayıncılığı, e-kitapları yayıncılığın ayrı bir kolu olarak görüyorum. Kimi yayıncılar bunu olumsuz bir gelişme olarak görüyor; dijital kitapların basılı kitapların ve dergilerin yaşamını tehdit ettiğini düşünüyorlar. Ben öyle düşünmüyorum. Birincisi, ülkemizde kitap satışları, son zamanlarda artmasına rağmen, hâlâ çok düşük. Dolayısıyla hangi kitabı tehdit edecek dijital yayıncılık? Ayrıca dijital yayıncılığın, ticari olarak da ek bir getiri sağlayacağını düşünüyorum. On yıllar önce de dünyada en çok tartışılan konulardan biri romanın bitip bitmeyeceğiydi. Roman, bitmek yerine etkinliğini artırıyor. Basılı kitabın da bitmesi olanaksız bence.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 31 TEMMUZ 2011