Sağduyuya davet ederken bütün Suriyelileri sorumlu gösterme yanlışı

...

Altındağ’da bir Türk gencinin öldürülmesinden o bölgede yaşayan bütün sığınmacılar sorumlu tutulabilir mi? Kesinlikle hayır. Suçların şahsiliği ilkesi, hiç kuşkusuz sığınmacı Suriyeliler için de geçerlidir.

    Ama ne yazık ki, 10 Ağustos akşamı, iki Suriyeli gencin parktaki kavga sırasında bıçakladıkları Emirhan Yalçın’ın yaşamını yitirmesi ve Ali Yasin Güler’in yaralanmasından mahalledeki bütün Suriyelileri sorumlu tutanlar oldu. Gruplar halinde işyerlerine, evlerine saldırıp taşladılar, yağmaladılar; araçlarını tahrip ettiler.

    Medya kuruluşları, 13 Ağustos'ta birbirinden farklı değerlendirdi saldırıları. Sabah “Provokasyon”, Türkiye “Tehlikeli kışkırtma”, Yeni Asya da “Tehlikeli tahrik” gibi genel bir reçeteyle olayı açıklamaya çalıştı. Yeni Şafak (Bu kandan siz sorumlusunuz), Yeni Akit (Sizin katil Esed’den ne farkınız var?) ve Akşam (Eserinizle kahrolun) muhalefeti sorumlu tuttu. Karar (Bu yangın böyle sönmez), Cumhuriyet (Öfke Suriyelilere patladı), Birgün (Ateşe benzini iktidar döktü), Evrensel (Suriyeli Mustafa Soruyor: Biz ne yaptık?) iktidarın politikalarını sorgulayan başlıklar attı.

    Tehlikenin büyüdüğüne dikkat çekmek isteyen Hürriyet ve Sözcü ise sağduyu çağrısı yaptı. İkisi de bu yönüyle diğer gazetelerden ayrıldı. Fakat Hürriyet’in “Sağduyu zamanı” manşetinin hemen altındaki spotta bu çağrının nedeni şöyle açıklanıyordu:

    “Altındağ’da bir gencin Suriyeliler tarafından öldürülmesiyle başlayan infial, 27 saatte sona erdi. Provokasyona açık bu olaylar tekrarlanmasın diye her kesimin sağduyulu davranması çok önemli.”

    Olumlu fakat daha ilk baştan sakatlanmış bir çağrı bu. Çünkü “Altındağ’da bir gencin Suriyeliler tarafından öldürülmesiyle başlayan infial” deniyor! O genci, bütün Suriyeliler öldürmüş gibi bir genelleme yapılıyor. Suriyeli Yahya Abdo ile Ahmed Muhammed Abdo’nun yaptığından Suriyelilerin tümü sorumlu gösteriliyor.

    Böyle ifade edince de Hürriyet, o gece Suriyelilerin evlerine, işyerlerine saldıranlarla benzer safa düşmüş oldu. Çünkü onlar da iki Suriyeli gencin cinayetinden orada yaşayan bütün Suriyelileri sorumlu görüyorlardı.

    Üstelik Hürriyet, "bir gencin Suriyeliler tarafından öldürülmesi" ifadesini bugünkü haberinin spotlarında da tekrarladı, genellemeyi ikinci gün de devam ettirdi.   

   Utanç sayfalarında gazetecilerin rolü

   Ahmet Hakan da yazısında Altındağ’da yaşananlara değinerek “6-7 Eylül olayları. Türkiye tarihinin utanç sayfalarıdır” demiş. “Bu işler bir kıvılcıma bakar. Galeyana çabuk gelen kitleleri tutmak mümkün değildir” diye de eklemiş.

   Çok haklı. Ama 6-7 Eylül 1955’te “Türkiye’yi azınlıklardan temizlemeye yönelik” yağma, saldırı ve katliam girişimleri öyle basit bir “galeyana” gelme olayı değildi. Düpedüz bir “derin devlet operasyonu”ydu. Sefa Kaplan’ın yine Hürriyet’te 4 Eylül 2005 tarihinde yayımlanan “Saldırganların elinde azınlık listeleri vardı” başlıklı araştırmasında da bu yönde kanıtlar sergilenmişti. Gazeteci Fatih Güllapoğlu’nun “Tanksız topsuz harekât” kitabında da eski MGK Genel Sekreteri E.Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun “6-7 Eylül bir özel harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi” sözleri de bunu gösteriyordu.

   Ayrıca tarihin bu utanç sayfasında gazeteciliğin de rolü büyüktür. Bu kanlı organizasyonda akşam gazetesi olmasına rağmen binlerce basılıp sabah saatlerinde dağıtılan Ekspres gazetesindeki yalan haber etkili olmuştu. 

    Elbette günümüzde medya kuruluşlarının hiçbirini bu tarz karanlık bir organizasyon içinde düşünemeyiz. Ama medya tarihindeki böyle günahları unutmamalı, benzer olayların gelişmesine -istemeden de olsa- katkıda bulunmamak için özenli davranmalıyız. Her sözcüğü dikkatle seçmeliyiz.

    Ama maalesef hem medyadaki haberlerde hem de sosyal medyadaki paylaşımlarda kışkırtıcı ifadeler kullanıldığına tanık oluyoruz. Hatta bununla kalmıyor, yalan yanlış, dezenformatif haberler de üretiliyor, paylaşılıyor. Bu tarz tahrik edici, kışkırtıcı içerik üretenler, yaptıkları her yanlışın bedelinin ağır olacağını düşünmeden hareket ediyor.

   Geri dönüşleri teşvik edici politikalar

   Halbuki Altındağ’da yaşanan saldırılar, mülteci/sığınmacı/göçmen sorununun ne denli büyüdüğünü, tehlikenin çok arttığını gözler önüne serdi.

    Böylesi dönemlerde “olay yeri gazeteciliği” ile yetinmeyip olaylar çıkmadan konuların üzerine eğilmek ve uyarıcı olmak, çatışmalarda da taraf olmak yerine nedenlerini ortadan kaldıracak çözümler üretmek gerekir. Bu da ancak iki tarafın yaklaşımlarını ve sorunları anlamak, empati geliştirmek, anlık problemler yerine uzun vadeli sorunlara odaklanmayı öngören “barış gazeteciliği” ile yapılabilir. Sorunlar, “provokasyon”, “tahrik”, “kışkırtma”, “galeyan”, “infial” gibi şablonlarla çözülemez.

    Günümüzde bir yandan 4 milyonu aşan, Afganistan’dan da gelenlerle birlikte sayılarının daha da artması beklenen mülteci/ sığınmacı ve düzensiz göçmenler temel insani haklarını bile kullanamaz durumda; bir yanda da bu insanların gelişi siyasi, sosyal ve kriminal sorunlar yarattı. Ama bütün bunların çözümü için siyasi iktidarın ne bir programı var ne de herhangi bir hazırlığı.

    Öyle olunca da gazeteciliğin iki görevi acilen yerine getirmesi zorunluluğu doğuyor: Birincisi, Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nin üçüncü maddesinde yer alan “Gazeteci, insanlar, topluluklar ve uluslararasında nefreti, düşmanlığı körükleyici yayından kaçınır” ilkesine uygun olarak mülteci/sığınmacı ve göçmenlere insanca davranılmasını, temel haklarına saygı gösterilmesini sağlayacak yayıncılık yapmak.

    İkincisi de siyasi iktidarı, bu insanların bir an önce güvenli biçimde ülkelerine geri dönüşü için teşvik edici politikalar oluşturması, geri dönüş koşullarını hazırlaması, kalanlar için de entegrasyon programları yapması için zorlamak …

    Sığınmacı ve mülteci haberleri kılavuzu

     Altındağ’daki saldırılar başta olmak üzere mülteciler/sığınmacılar/göçmenler hakkında medyada son dönemde yayımlanan haberleri taradım ve yaygın yanlışları belirledim. Sonra da meslektaşlarımın bu yanlışlardan kaçınmasını sağlamak üzere gazeteci İpek Yezdani ve Prof.Dr. Süleyman İrvan’ın çalışmalarından da yararlanarak “Sığınmacı ve mülteci haberleri kılavuzu” oluşturdum. Haberlerde yapılmaması gerekenleri sıraladığım ve öneri niteliğindeki sekiz maddelik kılavuz şöyle:

    1- Kışkırtmayın: Haberlerde kışkırtıcı (sansasyonel) başlıklar kullanmayın. İnsanları birbirine düşürecek, tahrik edecek dil kullanmaktan kaçının.

    2- Nefret söyleminden kaçının: Haberlerde, paylaşımlarınızda ve konuşmalarınızda nefret söylemi kullanmayın; nefret söylemi içeren alıntı yapmayın.

    3- Damgalamayın: Mülteci veya sığınmacıların karıştığı adli olaylarda ve her türlü olumsuzluğa dair haberlerde etnik kimliklerini belirtmeyin. Haberin unsuru olarak belirtmenin kaçınılmaz olduğu durumlarda da bu kimlik bilgilerini başa çıkararak vurgulamayın.

    4- Marjinalize etmeyin: Ötekileştirici dil kullanmayın, özellikle Suriyeli sığınmacı ve mültecilerin savaştan kaçıp yerini yurdunu terk etmek zorunda kaldıklarını, insani kriz koşullarında yaşadıklarını ve burada kendilerine yeni bir hayat kurmaya çalıştıklarını unutmayın.

   5- Varsayımda bulunmayın: Genellemelerden kaçının, örneğin Suriyeli sığınmacıların hepsinin de Esad rejiminden kaçtığı varsayımında bulunmayın, içlerinde El Nusra ve IŞİD gibi cihatçı örgütlerden kaçmış olanlar da olabilir.

    6- Kurbanlaştırmayın: Sığınmacı ve mültecileri sürekli acınacak, hepsi birbirine benzeyen insanlar gibi göstermeyin, aralarında yeni bir hayat kurma amaçlarına ulaşan ve başarı hikayesi yazanların da olduğunu unutmayın.

    7- Mahremiyete saygı gösterin: Sığınmacı ve mültecilerle konuşmadan, fotoğraflarını çekmeden önce mutlaka izin alın. Görüntülerinin medyada çıkacağını net olarak anlatın. Konuşurken kibar ve hassas olun, bu insanların çoğunun travma yaşadığını unutmayın.

     8- Klişelerden uzak durun: Klişeler hem yaratıcılığı hem okurun/izleyicinin ilgisini öldürür, hem de gazeteciyi yanılgıya düşürür.

Faruk BİLDİRİCİ / 14 Ağustos 2021