RIFAT BALİ

...

Rıfat Bali, gayrimüslim azınlıkların tarihi ve Türkiye’nin değişimiyle ilgili araştırmaları ve kitaplarıyla tanınan bir araştırmacı. En önemlisi, Yahudi kökenli olmasına rağmen kendi cemaatinden de bağımsız davranabilen, yazabilen özgür ruhlu bir tarih yazıcısı.

HAYATIMI YAZSAYDIM: ÜÇ AYRI HAYATIM OLDU

Tepebaşı’ndan başlardım. 12 yaşına, yani 1960 yılına kadar, Tepebaşı’nda yaşadım. Üç ayrı hayatım oldu. 1970 ila 90’lı yılların sonuna kadar ticaret hayatı. 90’lı yılların ikinci yarısında başlayan ve hâlâ devam eden araştırmacı hayatı, birkaç yıl önce başlayan yabancı devlet ve üniversite kütüphanelerine Türkiye’de sosyal bilimler alanında yayınlanan telif kitap ve dergileri ihraç etme ile yenilenen ticaret hayatım ve ilaveten bu yıl başlayan yayıncılık faaliyeti! www.librakitap.com.tr

İSMİM RAFAEL’İN TÜRKÇESİ: BABAMIN YARATICI OLMASINI İSTERDİM

Adımın Türkleştirilmesinden hiç rahatsızlık duymadım. Sadece babamın başka isim seçerek (mesela Refik veya Rauf) daha yaratıcı (!) olmasını isterdim. Erkek toruna büyükbabanın isminin verilmesi adettendir. Babamın beş kardeşinin, biri hariç, hep erkek çocuk sahibi oldu. Bu dokuz erkek çocuktan dördüne dedemin adı Rafael’in Türkçeleştirilmiş hali olan Rıfat adı verildi. Benimle birlikte Bali sülalesinde dört Rıfat Bali oldu! Yazı hayatına atılınca kuzenlerimden farkım olsun diye babamın Nesim olan adının ilk harfini (N) ilave ederek imza atmaya başladım.

TEYZEMİN KOBAYI OLDUM: ANNEM BABAM HAYATIMA YÖN VERDİ

Teyzem otoriter ve dediğim dedik bir kadındı. Babam gibi basit bir müstahdem olmamamı, “adam” olmamı istiyordu. Ona göre “adam” olabilmek de Türkiye dışında geçerliliği olmayan Türkçe ile değil, Fransızca ve İngilizce öğrenmekle mümkündü. Çocuğu olmadığı için ben onun “kobayı” idim. Beni dönüştürmeye çalıştı. Evine alıp yabancı dil öğretmeye, velhasıl anne ve babamın küçük dünyasından koparmaya çalıştı. Anne ve babam ise farkında olmadan hayatıma yön verdi! 1970’de askerden döndüğümde iş arıyordum. Annem, kuzeni Sami Alyon’a telefon edip iş aradığımı söyledi. O sayede kuzenimin iş hanında komşusu olan Jak Barkey adında bir mümessil–komisyoncu tüccarın yanında işe başladım. Başlayış o başlayış.

TÜRKİYE’DE MUSEVİ OLMAK: İLK YÜZLEŞMEM ASKERDEYDİ

İlk yüzleşmem er olarak askerliğimi yaparken oldu. 1968’de temel eğitimden sonra lisan bildiğim için önce Genelkurmay Başkanlığı’na tayin edildim. Ancak burada kalamadım ve dağıtımım Erzurum’a Dokuzuncu Kolordu Komutanlığı’na çıktı. Askeri Mahkeme’de yazıcı idim. Sonra idari hizmetlerdeki gayrimüslimlerin kıta hizmetine gönderilmelerine dair bir emir geldi ve Erzurum’daki Piyade Alayı’na tayinim çıktı. Amirim olan Hâkim Albay’a çıktım, o da elinden bir şey gelmediğini söyledi. Askerliğimi alayda eğitim yaparak bitirdim.

İLK İŞİM GETİR GÖTÜR İŞLERİ: İŞE GİRDİĞİM ŞİRKETİN SAHİBİ OLDUM

Askerden sonra Jak Barkey Müessesesi’nde, sekreterlik, getir götür işleri, bankalarda muamele takip etmek, tahsilat yapmak gibi işlerle başladım. Sonra geceleri Özel Galatasaray Yüksek İktisat ve Ticaret Okulu’na gitmeye ve aynı anda İngilizce öğrenmeye başladım. Okulu üçüncü sınıfta terk ettim zira yüksek matematik dersini bir türlü veremiyordum. Ayrıca artık satıcılığa terfi etmiştim ve diplomanın bana faydası olacağına inanmıyordum. Maaş artı kârdan prim sistemi, 1981’de ortaklığa dönüştü. Jak Barkey, 1992’de hissesini bana sattığında eşimle birlikte şirketin tek sahibi olduk. Sanayi kuruluşlarına Türkiye temsilcisi olduğumuz şirketlerden sınai malzeme ve ileri teknoloji makineleri sattım. Çok da başarılı oldum. 90’ların sonunda işler kötüye gitti ve şirketin faaliyeti giderek azaldı.

MUSEVİLER’İN BELGELERE YAKLAŞIMI: HATIRALARINI SANSÜRLERLER

Ailem, sıradan orta halli bir aileydi. Geriye bırakabileceği fotoğraf ve birkaç parça evraktı. O kadar. Ancak bir gazetecinin yanlarına gidip hayatlarını anlatmasını istemesi halinde herhalde onlar da hatıralarını sansürleyerek konuşurlardı. Son yıllara kadar Türk Yahudileri arasında hatıratını yayınlayan yoktu. 1923’den bu yana onlarca kişi Türk Musevi Cemaati başkanı ve Hahambaşı olarak görev yaptı. Bir tek eski başkanlardan Bensiyon Pinto, o da ancak geçen yıl, hatıratını yayınladı. Azınlıklar arasında yerleşik zihniyet “bu devlete, bu millete güven olmaz” şeklindedir. Bu da geçmişteki hazin tecrübelerin birikimidir.

SUSKUNLUĞUN DUVARINI AŞTIM: MİSYON SAHİBİ DAVA ADAMI DEĞİLİM

Ben araştırmacıyım. Misyon sahibi dava adamı değilim. Herhangi bir kuruma, dini veya entelektüel cemaate karşı bir aidiyet hissim yok, istediğimi söyler ve yazarım. Sevabı da, vebali de bana ait. Tek derdim, yeni vesikalar bulmak, yeni şeyler söylemek. Şayet bulduğum belge “yeni” ise bazılarınca “tehlikeli” olarak kabul edilse dahi, gözümü kırpmadan yayınlarım, korkmam.

EŞİM BETİ İLE EVLENMEM: BABAMIN BAŞARDIĞI MÜHENDİSLİK PROJESİ

Babamın başardığı bir sosyal mühendislik projesidir! Ailem doğal olarak Yahudi bir kızla evlenmemi istiyordu. Öyle bir kızla tanışmam zordu zira askerde olduğum iki yıl boyunca arkadaş çevremden kopmuştum. İşten kalan boş vakitlerimi İngilizce öğrenmekle, satmaya uğraştığım sınai malzemelerin katalogları ile ticaret ve sanayi odalarının adres kitaplarını okumakla geçiriyordum. Babam emekli idi. Müstakbel bir gelin bulmayı “iş” edindi. Sayesinde tanıştığım üçüncü gelin adayı eşim Beti idi. Eşimin çalıştığı büronun patronları babamın bir arkadaşının tanıdıkları idi. Bir akşam aradım, evine gidip tanıştım. Bir müddet çıktık ve nihayetinde nişanlandık. Eşim sürekli diken üzerinde yaşayan bana tahammül eden bir insan. Uysal olduğu ve sert bir karaktere sahip olmadığı için birlikte yaşıyoruz.

YAZMAYA BAŞLAYINCA DEĞİŞTİM: ÖĞRENDİKÇE MUTSUZ OLDUM

Bende bir “yazarlık” değil, bir “araştırmacı” kabiliyeti var. “Araştırma”, sebat, sabır, her taşın altına bakmayı, yabancı dil bilmeyi, kaynaklara vakıf olmayı ve analitik bir zihin ister. Bunlara sahibim. 1995’te Express dergisinde yayınlanan ilk yazılarım öfke ve polemik dolu, resmi lisana daha çok isyan eden sert yazılardı. Şimdi o döneme kıyasla çok değiştim, daha gergin ve mutsuz bir insan oldum. Türkiye’deki azınlıkların tarihini, araştırmalarımla öğrendim. Türk toplumunun gayrimüslimler hakkında olağanüstü menfi duygulara sahip olduğunu fark ettim. Bunun sebebinin serbest şekilde nefret yayan ve yaymaya devam eden İslamcı, aşırı milliyetçi basın ile popüler yayınlar olduğunu gördüm. Bu söylemin önde gelen aktörlerinin günümüz Türkiye’sinde, sadece İslamcı camiada değil, sol ve liberal görüşlü camiada da “aydın” olarak itibar sahibi olduklarını gördüm. Ülkem adına korkunç bir hayal kırıklığına uğradım.

EYLEMCİYDİM: SOĞUKKANLI ARAŞTIRMACIYA DÖNDÜM

Yıllar ilerledikçe, hiçbir şeyin değişmediğini, hatta daha da kötüye gittiğini fark ettikçe “eylemci” karakterim, “etrafını gözlemleyen soğukkanlı araştırmacı”ya dönüştü. “Köşeye saklanmak” gibi bir niyetim yok, ancak köşe yazarı, “aydın” olmaya, sabah, akşam her konuda fikir beyan etmeye, TV tartışma programlarına çıkmaya hevesim yok. Böyle bir hayatı sürdürenlerin uzun soluklu araştırmalara vakitleri yok. Bana göre bir hayat değil.

KARAKTERİM: TEFERRUAT DÜŞKÜNÜYÜM

Mükemmeliyetçi, öfkeli, aşırı talepkâr, kafasına koyduğunu yapmak için ölümüne çalışan, teferruat düşkünü, sabırsız, bana kötülük yapanı veya yapmaya çalışanı hiç unutmayan ve ona karşı müthiş kin besleyen biriyim.

HAYALİM: ÖLMEDEN ÖNCE ARAŞTIRMALARIMI TAMAMLAMAK

Ölmeden önce bütün araştırmalarımı tamamlayıp yayınlamak, çok iyi telif eserler yayınlayan bir yayınevi olarak isim yapmak, ölümümden sonra arşivimi ve kütüphanemi nereye vereceğim konusunda her şeyi hazırlamak. Çocuklarıma şahsi terekemle ilgili fazla iş bırakmamak.

ANADİLİM TÜRKÇE

Anadilim Türkçe, İspanyolca’yı (Ladino) hiçbir zaman konuşmadım. Anlarım ama konuşurken epey zorlanıyorum.

6-7 EYLÜL’Ü HATIRLAMIYORUM: APARTMANIN KAPICISI ENGELLEMİŞ

6-7 Eylül Olayları sırasında 7 yaşındaydım. Hiçbir şey hatırlamıyorum. Aile içinde de sonraki yıllarda bu mevzu hiç konuşulmadı. Hayal meyal hatırladığım apartman kapıcısının yağmacı güruhların apartmana girmesini önlediğinin söylendiğiydi.

TÜRK MÜ TÜRKİYE VATANDAŞI MI?: ÖNEMLİ OLAN DIŞLANMAMAK

“Türk” kavramı teoride gayrimüslimleri dışlamayan, uygulamada ise bu kavrama etnik (Türk ırkı) ve dinsel (İslâm dinine mensup) bir anlam yüklendiğinden dışlayan bir kavramdı. “Türk vatandaşı” yerine “Türkiyeli” veya “Türkiye vatandaşı” dediğinizde ne değişecek? Ben bir kamu kuruluşunda çalışacak ve de bunun için usulen yapılan güvenlik soruşturmasından geçecek ve bu soruşturma sırasında Musevi olmam şayet bir problem teşkil edecekse ve karşımdaki insan beni “Türk” yerine “Musevi” olarak görmeye devam edecekse “Türkiyeli” olsam ne olur, “Türkiye vatandaşı” olsam ne olur?

YÜZDE 99 MÜSLÜMAN SÖYLEMİ: YURTTAŞ YARATMA PROJESİNİN İFLASI

Mesele Cumhuriyet’in “yurttaş yaratma” projesinin gayrimüslimler vakasında iflas edişidir. Bu da benim şahsımda “Yahudilerin” değil, Türkiye’nin meselesidir. Türkiye şayet gerçek anlamda laik bir devlet ise bu söylemin yeri yok. Ama Türkiye’nin görünürde laik, toplumsal ortak hafızada ise laik olmayan, İslâm dinini referans alan bir toplum olduğunu biliyoruz. O zaman böylesine bir seçmen tabanının peşinde oy elde etmek için koşan siyasetçilerin “yüzde 99’u Müslüman Türkiye” söylemini tekrarlamaları son derece “mantıklı” ve “normal”!

HAYATIMIN ENLERİ

- En büyük korkunuz - Açık mekânlarda yükseklik korkusu

- En çok neye dokunmaktan hoşlanırsınız? - Kızımın yanaklarına.

- En nefret ettiğiniz davranış? - Ukalalık, kibir, çokbilmişlik, kendisini arzın merkezi sanacak kadar kendini önemseyenler.

- En sevdiğiniz tatil kenti? - Paris, New York, San Francisco

- En sevdiğiniz yemek? - Balık, makarna.

- En sevdiğiniz tarihi kişilik? - Atatürk, Bülent Ecevit

- En sevdiğiniz film? - Woody Allen filimleri

- En sevdiğiniz müzik? - Klasik Batı Müziği

- En iyi dostunuz? - Eşim

- En sevdiğiniz koku? - Yok

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 18 EKİM 2009