PROVOKATÖRLER Mİ PROTESTOCULAR MI?

...

Galatasaray’ın yeni stadı TT Arena’nın açılış törenlerinde Başbakan Erdoğan’ın protesto edilmesi, geçen hafta sporun yanı sıra siyasetin de gündemindeydi.

Açılışın ertesi günü, olaylar, Hürriyet’in birinci sayfasında Başbakan Erdoğan’ın “Karşılığı bu olmamalıydı” sözleriyle manşete taşındı. O gün gazetede, biri spor sayfasında, diğeri ekonomi sayfasında olmak üzere iki haber vardı. Ekonomideki haberde ağırlıklı olarak, Erdoğan’ın sözleri verilmişti; “Seyrantepe’ye 600 milyon yattı, ‘balık bilmezse, halik bilir” başlığını taşıyordu. Spor sayfasındaki haberin başlığı ise “İşte Adnan Polat’a gelen ihbar: 300 provokatör içeri sızdı” şeklindeydi.

Açılıştaki olaylarla olarak elektronik posta gönderen okurlardan biri olan Tekin Harç’ın yazdıklarını aktarmak istiyorum:

“Galatasaray camiası, hiç hak etmediği bir duruma düştü. Başbakan ve iktidar partisi bir camiayı hedef almış eleştirip duruyor. Bir kere Galatasaray, o stada hiç para vermeden sahip olmuş değil, Ali Sami Yen’i verdi ve TOKİ o işten en az 500 milyon dolar kazanacak. İkincisi sizin ‘300 provokatör içeri sızdı’ başlığını da anlamadım. Gazetecinin işi, duyulan her sözü aktarmak mı? Yoksa varsa öyle provokatörler onlarla ilgili somut bulguları mı yazmak? Zaten Türkiye’de hep böyledir, açıklanamayan, açıklanmak istenmeyen olaylar hep bilinmeyen ‘provokatörler’e yüklenir.”

Söz konusu haberde imzası da bulunan Hürriyet Spor Servisi Müdürü Mehmet Arslan, okurun bu eleştirisini yanıtlarken olaylardan sonra yaşanan gelişmelere dikkat çekti:

“300 provokatörle ilgili ilk iddiayı Hürriyet gündeme getirdi. Bunu daha sonra, Başbakan Tayyip Erdoğan, ‘Organizasyon var’ diyerek, daha sonra da Galatasaray Başkanı Adnan Polat, ‘Başbakan stada gelmeden bir kaç dakika önce emniyet bize bildirdi’ diyerek doğruladı.

Tüm Türkiye’nin konuştuğu bir olayda, Başbakan’ın, Galatasaray Başkanı’nın ve İstanbul Emniyeti’nin üzerinde durduğu bir ayrıntı, her şekilde haberdir. Gazetecinin görevi devletin en üst makamının bilgilendirildiği bir konuyu kamuoyuyla ‘Yorumsuz’ paylaşmaktır.”

Okur Temsilcisi olarak, bu konuda değerlendirme yapmadan önce diğer gazetelerin haberlerini de bir kez daha okudum. Protestolar ve sonrasında yaşananların ardından hem siyasetçilerden, hem de spor dünyasının farklı isimlerinden yorumlar gelmişti. Bu yorumlar arasında “provokasyon yapıldı, başbakana ayıp oldu” diyen de vardı; “Protesto” deyip Başbakan ve TOKİ Başkanını eleştiren de. Hürriyet’te ise bu farklı bakış açıları yoktu; ne siyasetçilerden ne de spor camiasından görüş alınmıştı.

Bunlar eksik kalınca da Hürriyet, Başbakan Erdoğan’ın stadı terk etmesine neden olan o büyük olayı “300 protestocunun organizasyonu” olarak okura sunmuş oldu. Oysa sonraki günlerde yazılanlardan, anlatılanlardan protestoların o kadar küçümsenemeyecek boyutta olduğu ortaya çıktı.

Haberdeki “300 provokatör” bilgisi neye dayanıyordu? “Emniyet’ten Galatasaray yönetimine verilen bir istihbarat”a. Peki, biz böyle bir bilginin doğruluğuna nasıl emin olabiliriz? Emin olamayız. Hele böyle iki cepheden farklı görünen olaylarda hiç emin olmamalıyız.

Böyle bir bilgi resmi bir ağızdan, onun sözleri olarak verilseydi, o bilginin sorumluluğu onlara ait olurdu. Okur da o bilgiyi onu söyleyen resmi ağızla birlikte değerlendirebilirdi. Nitekim sonraki günlerde Başbakan Erdoğan, Galatasaray Başkanı, İstanbul Emniyet Müdürü gibi yetkililer “provokasyon” tanımını kullandılar ve onların ağzından haber oldu.

Kaldı ki, biz gazetecilerin soru sormaktan vazgeçmemesi gerekli. Statta yaşananların bir provokasyon mu, yoksa demokratik bir protesto mu olduğu sorusunu sormak zorundayız. Resmi ağızlardan bile hızlı davranıp, statta yaşananları onlardan önce provokasyon olarak nitelendirebilir miyiz? Bence hayır.

Provokasyondan, yani bir “suç”tan söz edebilmek için somut verilerin, yani “örgüt”ün, “çete”nin vs’nin de ortaya çıkmış olması da gerekli. Aksi halde her protestoyu suç, her protestocuyu da provokatör olarak görme yanlışına biz de düşmüş oluruz.