ÖMER ÖZKAN

...

BİRİNCİYİ YAPMAK ÖNEMLİ İKİNCİSİNİ ÜÇÜNCÜSÜNÜ HERKES UNUTUR

Önce çift kol, ardından rahim ve sonra da yüz nakli ile ün kazanan Prof. Dr. Ömer Özkan, yaşamını hayallerine adamış bir plastik cerrah. Yaşam öyküsünün ana istasyonları Ankara ve Antalya. Ama Tokyo, Tayvan ve Münih de önemli durakları. Hacettepe’deki cerrahi eğitimini oralardaki çalışmalarla geliştirip, deneyimini artırmış. Şimdi hedefine ulaşmanın özgüveni ve pırıltısı hâkim yüzüne.

FACE/ OFF: YÜZÜ KOYDUK DİKİYORUZ BİR BAKTIK HASTA DEĞİŞTİ

Face/Off filminden vizyona girdiği 97’de aslında herkes etkilendi. Özüne bakarsanız bizim hastamız etkilendi. Onların köyü 15 yıldır yüz nakli bekliyor bu çocuğa. Filmden etkilenmişler muhtemelen. Ben bunu yeni öğrendim. Bir gazeteci gitti o köyde haber yaptı, o köyde ihtiyar bir amca, ‘Biz 15 yıldır’ bekliyorduk” demiş. Biz o kadar etkilenmemiştik. Özüne bakarsanız ben o filmden ne zaman etkilendim biliyor musunuz? Ameliyata başladığımız hasta farklıydı, bitirdiğimiz hasta farklıydı. Aldık, tam yüzü koyduk dikiyoruz bir baktık, hasta değişti! Bu Face/Off oldu! Ben bittim. Kendimizde tanrısal bir güç görmüyorum. Sonuçta iyi bir cerrahi yaptığımızı düşünüyorum. Bayağı vaktimi bu işe harcadım. Ama yetmediğimiz o kadar şey var ki. İlk seçimler çok önemli. Eğer elektriğiniz tutarsa hasta ile çok iyi gidiyorsunuz. Fotoğraflarını Facebook’a koymuş, “Bak bu güzel olmuş mu?” diyor. Dışarıdan görenler biz yazdırıyoruz sanıyor. Halbuki o bize öğretiyor. Bu doğru bir seçim olduğunu da gösteriyor. Donuk yüzüyle bu kadar mutlu olan insan bir sene sonra çok daha mutlu olur. Yaralar da düzelecek, mimikleri olacak. Uğur’u (Acar) sıkıldığında gece sarıp dışarı bahçeye çıkardık birkaç defa. Kol nakli olan Cihan’a da öyle özen gösterdik. Hani Uğur’un tıraşını söylediler. Magazin yapılıyor, işte şov yapılıyor bilmem ne. Ama “Tıraşını ben kendim yaptım” diye hiç kimseye açıklamadım ki. Sizin arkadaşlarınız bizim çekip verdiğimiz fotoğraftaki kol renginden anlamışlar. Yüzünü bir berbere teslim etmek istemiyorsunuz. Benim için önemli olan sakalının uzadığının gösterilmesiydi. Biz gerektiğinde hastayı bile taşırız. Geçen gün bir televizyon kanalında güzel bir program oldu. “Hastanın psikolojisini düşünmek de lazım” gibi şeyler konuşulmuştu. Yukarı bir çıktım. Hastanın yorumu ne biliyor musunuz? “Benim psikolojim bozuk mu?” Hasta sonuçta bunlardan rahatsız değil bir. İkincisi bizim hastanın medyanın önüne çıkışı birinci aydır. Biz fotoğrafını dağıttık. İnsanlar merak ediyordu çünkü.

112’DEN DUYULMUŞ: BİZ HABER VERMEDİK

Ameliyatı biz bildirmedik. Hiçbir gazeteci arkadaşımızı davet etmedik. Biz en az bir hafta on gün saklamayı düşündük. Çok riskli bir ameliyat yapıyorsunuz, her şey olabilir. Ertesi gün yaptığınız yüz tutmayabilir. Kollar tutmayabilir, biliyorsunuz bacak tutmadı zaten. Ben bu riski niye alayım? Hiç bilinmese hiç gürültü çıkmazdı. Biz giderken biri fark eder diye kendi aramızdaki hatıra fotoğrafını bile gizli çektik. Kol naklinde hatıra fotoğrafımız hiç yok. Bir arkadaşımız cep telefonuyla ambulansta çekmişti. Cep telefonu kırılmış, o da gitti. O anda duyurmamak için öyle davrandık ama bir geldik maalesef donörün olduğu merkezden duyulmuş haberler. 112 ambulansta telsizden sızıyor. Sabah bir çıktık ki, ooo Türkiye’de ilk kol nakli yapılıyor. Açıklama yapsanız bir dert yapmasanız başka. İlk olma hedefi herkesin vardır. Biliyorsunuz ikinciyi herkes unutuyor. Birinciyi yapmak çok önemli. Bir de güzeli birinciyi yapınca ikinciyi ya da başka bir şeyi daha kolay yapıyorsunuz. İnsanlar size daha çok güveniyor. Bu size bir kazanç, ilksiniz. Ama esas kazanç tıp adına, ülkeniz adına. Bu konuştuklarımızı 2006’da konuşsaydık ne düşünürdünüz? Bilim kurgu derdiniz! Bizim kadavra çalışmalarımız var çok fazla. Klinikte de oldukça tecrübemiz var. Zaten estetik cerrahide yüz germe ya da tümör cerrahisinde çok daha ileri şekilde yüzün anatomisi ile karşı karşıya kalıyoruz. Onun taşınabileceğini bizim gibi biraz mikro cerrah, tecrübesi olan insanlar biliyordu. Olayın hem estetik, hem de transplantasyon kısmını düşündüğünüz zaman boyutu biraz büyüyordu. Hani biraz tecrübe ile ileride çok yoğun şekilde yapılacak bu ameliyatlar. Artık dünyanın herhangi bir yerine olan bir gelişmeden herkes anında haberdar oluyor. Deneyim aktarımı hızlı oluyor artık.

GALATASARAYLIYIM: FUTBOL OYNARKEN AYAĞIM KIRILDI

Yaşamımın yol ayrımı, 1984’te Haymana’dan Ankara’ya girmektir herhalde. 12 yaşındaydım. Güzel bir Anadolu kasabasıydı Haymana. Ben hâlâ emekli olduğumda orada yaşarım. Sessiz, sakin, güvenilir bir kasaba işte. Sabah bir çıkardık, akşam eve dönerdik. Sokaklarda, tarlalarda top oynardık. Futbolu çok severdim. İleride oynardım, golcüydüm. Eskiden Sitespor’da oynayan bir spor hocamız vardı ortaokuldayken. O beni elemelerde seçmişti ama ben gitmedim. Futbolda ne gelecek olduğunu bilmediğim için öyle kaldı. Üniversite yıllarında da halı sahada oynardık. Hatta bir maçta ayağım kırıldı. 1.5 ay alçıyla dolaştım. Bir senedir eskisi kadar izlemiyorum maçları. Futbol, Türkiye’de bir magazin aracı gibi görülüyor sadece. Beni rahatsız eden kısmı, popüler bir iki futbolcu ve futbol yorumcusunun davranışları. Halen maçlara gidiyorum, geçen hafta Beşiktaş-Galatasaray maçına gittim. Çok yakın ve futbolla ilgili bir arkadaşım Prof. Dr.Yaman Tokat beni bırakmaz. O da benim gibi Galatasaraylı. Onunla beraber büyük maçlara gidiyoruz biz.

ÇOCUKLUK: KALP NAKLİ YAPAN DOKTORLAR POPÜLERDİ

Babam manifaturacı. İki kardeşim daha ticaretle uğraşıyor. Zamanında onların dükkânlarına gidip geldim yardım ettim. Hiçbir zaman benim ticaret merakım olmadı. Bir şekilde ben doktor olacağım, okuyacağım diyordum. O zaman kalp nakilleri yapılırdı, o doktorlar popüler olurdu. Kansere çare bulunmasından, genetikten bahsedilirdi. Onlar etkilemiş olabilir. Bütün çocuklar gibi ben de Kemalettin Tuğcu okudum küçükken. Okumayan var mı? Zagor, Ret Kit gibi çizgi romanlar da okunurdu. Biz biri kız, altı kardeşiz. Üçümüz beraber geldik Ankara’ya. Cumhuriyet Lisesinde okudum. Ben doktor oldum, biri hâkim oldu, öbürü şimdi YSK’da çalışıyor. Üçümüz de hedefimize ulaştık. Annem babam benim yaptıklarımdan dolayı mutlu. İzliyorlar, her zaman görüşüyoruz zaten.

HOCALARIM: TOKYO’DAN TAYVAN’A GEÇTİM

Hacettepe’de çok iyi hocalar vardı. En çok psikiyatri hocamız Leyla Zileli’nin konuşmasından etkilenirdim. Güzel konuşurdu, anlattığı konunun içine çekerdi. İyi ki tıbba girmişim dedirtecek bir ortam vardı okulumuzda. Çalışkan bir öğrenciydim. Dersleri iyi takip ederdim, kimseden not almazdım. Pek not da vermezdim. Hızlı yazdığım için yazım pek okunmazdı çünkü. Üniversitede ikinci sınıftan itibaren hep Kalp Damar Cerrahisi yazacağım diyordum. TUS kitapçığını elimize aldığımda baktım hiçbiri benim istediğim yer değil. Bir arkadaşım, “Plastik cerrahiyi yaz” dedi, öyle yazdım. Sonuçta ilk tercihim olan Hacettepe Plastik Cerrahiyi kazandım. 1995’te üniversiteden mezun olmuştum. 2001’de de uzmanlığımı aldım. Sonra Akdeniz Üniversitesi’ne karar verip Antalya’ya geldim. Sağ olsun hocalarım bana hep destek oldu Hacettepe’de. Burası farklı bir yerdi, hani bir tecrübe olur mu diye geldim. Buradaki hocamız da Hacettepe’den gelmişti. Kent değiştirmek başta beni çok zorladı. Hatta ilk 1-1.5 yıl bırakmayı bile düşündüm. Neredeyse geri gidiyordum. Ben Ankara’yı çok seviyorum, yaşaması daha kolay bir şehir. Zaten iki yıl sonra da Tokyo’ya gittim. Dünyanın en iyi mikro cerrahlarını saydığınız zaman ilk üçe girecek hocalardan biridir, sağ olsun beni kabul etti. Hep söylerim, Hacettepe’de çok iyi bir eğitim aldık biz. Tokyo’daki deneyim, orada aldığım eğitimi tamamladı. Daha sonra biraz karmaşa istedim herhalde. Tayvan’a geçtim. Orada da dünyanın en çok mikro cerrahi yapan hocasının yanına gittim. Çok iyi bir mikro cerrahi merkeziydi. Vakit diye bir kavram yoktu. Bu ameliyatı yapalım, ne zaman yapalım? Nasıl olsa hastane bizim. Tamam, gecenin 10-11’inde ameliyata alıp sabah 5-6’da ameliyattan çıkıyorsunuz. Ne olacak? Güzel bir ameliyat yapıyorsunuz, sabah dinlenirsiniz. Oradaki 6 ay çok zevkliydi; becerimi, görgümü geliştirdim. Münih’e, Avrupa Plastik Cerrahi Bursunu kazanarak gittim. Orada üç ay kaldığım yer, dünyanın ilk kol naklini yapan merkezlerden biriydi. Eski Yugoslavya’dan oraya giden bir hoca vardır. Avrupa’nın en iyi hocalarından biridir. Onun yanında çalıştım Münih’te. 2006’da Türkiye’ye döndüm, o tarihten beri Antalya’dayım.

KLİNİK: İLK KOL NAKLİ HASTASI ARABA KULLANIYOR

2011’de aldım profesörlüğümü. Üç ay kadar oldu. Halen Akdeniz Üniversitesi Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim Dalı öğretim üyesiyim. Tam gün yasası nedeniyle hastaneden ayrılmak özel tercihimiz. Hani üniversitede sadece özellikli durumlarda ameliyat yapıyoruz onun dışında kliniğim var orada devam ediyorum. Bunlar özellikli ameliyatlar olduğu için öyle bir hakkınız var. Özüne bakarsanız onları hiç düşünmedim bile. Bu ameliyatları yapmak istiyordum zaten. Bana çok zorluk olmadı doğrusunu isterseniz. Asistanlığımdan itibaren mikro cerrahi ile ilgilendim zaten. Bizim mesleğimizde kopan kolları, bacakları dikersiniz. 2005’te miydi, 2006’da mı? Bir vali yardımcısı, bir hasta göndermişti; genç bir kız. İki taraflı kolu yoktu, elektrik yanığı. Kol nakillerini biliyorduk ama o zaman çok yeniydi daha. 1998-2000’de yapılmış. İlk hasta seçimi yanlıştı. Hapisteki bir hastaya nakledilen kollar 30. ayda geri alınmıştı. Bir yerde ilki yapıyorsanız, hasta seçimi de önemli. Kolu yok, protez kullanamıyor, hayatını devam ettiremiyor genç de bir kız. Kol naklinden başka yolu yok. Aslında yapabilirdik ama mevzuat yoktu. Bayağı uğraştık mevzuatı çıkarmakla. En son mevzuat çıkarken çok uygun bir hastam vardı, bir donör çıktı. Ona özel izin verildi. Şimdi dünyanın en güzel mevzuatı bizde. İlk yaptığım kol naklinin durumu gayet iyi. Bir yıllık hedefine çoktan ulaştı, artık hiç kimseye bağımlı olmadan kendi işini yapabiliyor. Yemeğini yiyor, arabasını bile kullanıyor, temizliğini yapıyor. İnce hareketlerde de her gün daha ilerliyor. O genç kızımız da kol nakli sırasında.

RAHİM NAKLİ: ÇOCUK SAHİBİ YAPARSAK ÇIĞIR AÇACAĞIZ

Hani kol naklinde başarılı olduktan sonra hayati olmayan organların naklinin de yapılabileceğini göstermiş olduk. Rahim nakli inşallah ilerde çok ses getirecek, güzel bir şey. O hasta çok iyi durumda. Bu ameliyatlarda çok yıprandık biz. Bizim dışımızda sürekli olumlu olumsuz söyleniyor, sürekli işte medyada yer aldınız falan. Hani bir futbolculara kızıyoruz ya magazinleştirdi diye. Biz de bu sefer magazinleştirmiş oluyoruz. Hakikaten bizim dışımızda da olsa. İstersen magazinleştirme. Etik açıdan tartışan arkadaşlar da rahim naklinin gerekli olduğunu biliyorlar. Biliyorsunuz, klinik çalışmaya geçilmeden önce kol naklinde, yüz naklinde önce deneysel çalışmalar yapılır. Kol nakli 1998’de Fransa’da yapıldı, arkası da geldi. 2005’te yüz nakli yapıldı. Rahim naklinin tarihçesi daha eski. Şu anda özüne bakarsanız dünyanın en uzun süre yaşayan rahmi. Ama önemli olan anneye zarar vermeden çocuk sahibi yapabilmek. Hedefimiz bu. Onu teslim edersek zaten o çığır açacak. Eleştirilerin en büyük cevabı o olacak. Rahim naklinin zorunlu olup olmadığını çocuk sahibi olmayan birine sormak lâzım. Bu yılın sonunda İsveç’te yapılması planlanıyor zaten. New York’ta da var bununla ilgili çalışanlar. Özellikle bizim çalışmamızın sonucunu bekliyorlar umutla merakla. Amerika’da özellikle Türklerin bulunduğu çalışmalar var.

GELECEK PLANI: YÜZ NAKLİNİ HAKEDEN HASTA AZ

Önemli olan bize bağlı, sorumluluğumuzda olan hastaların durumu. Öncelik onlarda. O nedenle kendi özel işlerim biraz geri plana almayı planlıyorum. Yoğunluğum var klinikte ama buraya ağırlık vermeyi düşünüyorum. Şu anda elimde dört hasta var. Büyük bir yük aldığımızın farkındayız. Üç beş ay öyle geçsin. Şimdi yüz nakli hastasını taburcu ediyoruz. Şu kol nakli hastasını da taburcu edelim. Gelecekle ilgili planlarım çok değişken. Bakalım. Yüz nakli bekleyen yüzlerce hasta var. Ama gerçekten hak eden hasta sayısı az. Dünyanın en kötü yüzü ama hastanın psikolojisi hazır olmayabiliyor. Dört dörtlük gereken hastaya yapmak gerekiyor. Çünkü bu bir hayat kurtarıcı ameliyat değil. Daha titiz davranmakta fayda var.

HACETTEPE: BAKANLIKTAKİ TOPLANTININ SIZMASI YANLIŞ

Hacettepe’nin iki hastada da başarılı olması bizi mutlu ederdi. Çünkü bizim açtığımız yol. Ben ne diyorum? Orada tartışmaların uzağında olmak istememin nedeni. Hani bizim ağzımızdan gibi veriliyor. Maalesef bakanlıktaki toplantıda konuşulanların sızması kötü oluyor. Bazı şeyler bilimsel arenada konuşulur. Bir dahakinde daha iyisini yapalım, bir yanlış varsa onu düzeltelim. Ama orada konuşulanların sızması yanlış. Yüz nakli yapılan hastanın yüz nakline ihtiyacı olup olmadığı hep fotoğraf üzerinden konuşuluyor. Ama gerçeğini bilmiyoruz ki. Nakil öncesi bizim hazırlanmamız da doğal. Sağlık Bakanlığı size bilgi veriyor, böyle bir şey var diye. Hasta kalırsa alınan yüz boşa gitmesin diye. İki kol için izin alınıp sonra izinsiz olarak iki bacağın da alındığı iddiasını ben bilemem. Onu da bana atfen verdi bazı gazeteler. Sağlık Bakanlığı’na sormak lazım. Benim bir bilgim yok. Uygun şartlarda iyi hazırlanmış hastada aynı anda iki kol iki bacak nakli yapılabilir. Hemen silip atmamak lazım. Bakın ilk kol nakli başarısız olsaydı Türkiye’de kol nakli yapılabilir mi diye konuşurduk. Bizde yüz naklinde bir sorun olsaydı Türkiye’de yüz nakli 10 sene yapılamazdı. Olumsuz bir şey yaşasak çok geriye giderdik. Başbakan ile görüşmemiz çok güzel geçti. İadei teşekkürdü. İhtiyacımız olduğunda her zaman destek vereceğini söyledi. Biz de mutlu olduk.

SİNEMA: BİLİM KURGU FİLMLERİNİ SEVERİM

Eşimle burada tanıştık. Özlenen, asistanımızdı zaten. O benden bir ya da iki yıl sonra başlamıştı buraya. Bir dönem sonra ben yurt dışına gitmiştim. Sonra döndüğümde 2007 yılında evlendik. Ben arkadaşlarımla dalga geçerdim. Niye böyle isimler koyuyorsunuz, düzgün bir isim koyun, mesela Zeynep olsun derdim Kendi adıma ihaleyi almıştım yani. Hem Zeynep sevdiğim bir isimdi. “Kız olursa ismini ben koyacağım” demiştim. Bir yıl önce kızımız doğunca Zeynep koydum adını. Lara’yı da annesi ekledi. Şu anda bile özlüyorum kızımı. Bu ameliyatlar nedeniyle yeterli zaman bulamıyorum. Bir sürü şeyi kaçırıyorsunuz. Sizi gördüğü zaman heyecanlanıyor, bazen gece gittiğimde uyumuş oluyor. Ama inşallah zaman ayırırız bundan sonra. Sinemayı severdik bir yıldır sinemaya da gidemedim. Yoğun bir dönem geçiyor. Ben yine olumlu düşüneyim, altı ay sonra rahatlayacağız. Evimde bir odayı sadece sinema için ayırmış, ses sistemi de kurmuştum. Çok da zevk alıyorum film izlemekten. Daha çok bilim kurgu filmlerini, aksiyon ve fantastik filmleri seviyorum. Gerçek hayattan uzak filmleri. Gerçek hayat da bana yalan geliyor zaten. Bir de siyasetin olmadığı tüm komedi filmlerini severim.

ARABA MERAKI: ÇOK SIK ARABA DEĞİŞTİRİRİM

Araba merakım vardır. Araba kullanmayı çok severim. İyi arabaları takip ederim. Sık araba değiştiririm. Çok hızlı araba kullanırdım. Asistanken, Dalaman’da 1996’da kaza yaptım. Bayağı hayati tehlike atlattım. Burnum da kırıldı. Ondan sonra normal yaşama döndük. Şimdi artık dikkatli bir sürücüyüm. Güvenli, güzel araba kullanmak isterim. Öyle bir zevkim var. Teknolojiyi de severim. Müzikle de aram iyidir. Sertap Erener’i çok severim. Ama ameliyatta bazen çok güzel bir müzik geliyor ameliyatın ortasında bazı şeyler ters gitmeye başlayınca müzik size ters gelmeye başlıyor. Kapatın şu müziği diyorsun. Sakin olur, hareketli müzik olur. Klasik müziği de dinleriz ama klasik müzik bir süreden sonra bizim işimizde ters tepiyor. Her şey olağan seyrinde giderse güzel ama bazen öyle olmuyor. Düzeltmeniz gereken bir sorun çıkıyor. İşte öyle anlarda o müzik sizin kulağınızı tırmalamaya başlar. Hemen kapattırırsınız. Sadece sessizlik.

PARMAKLARIM: TEL ÖRGÜYE TAKILDI EYVAH DEDİM

Ben alkol de almam sigara da. Hakikaten zevk de almam. Ellerime de herkes kadar dikkat ederim. Bir gün futbol oynarken böyle kolum tel örgülere takıldı, iki parmağım arasına girdi. Eyvah dedim ben ne yapıyorum? Biraz ürktüm orada. Parmaklarımı koparabilirdim. Asistanken de tendonumu kestim bisturiyle. Üzülmüştüm. Aslında hayata hep olumlu tarafından bakarım. Zamanın her şeyin ilacı olduğunu düşünürüm. Müşkülpesentliğim de dardır ama çoğumuz gibi savunma mekanizması kullanırım. Baktık kötüye gidiyor. Üzülürsem kendime bir faydası yok. Olumlu düşünelim, bir bakalım şu anda ne yapabiliriz, ona bakarım. Gençliğimde siyasetten hep uzak durdum. Her iki taraftan da çok yakın arkadaşlarım vardır. Sağcısı solcusu olayına girmem ama davetlere mutlaka giderdim. Hâlâ öyleyimdir. Siyaset mutlaka hepimizi ilgilendiriyor. Gidip oyunuzu veriyorsunuz. Ama siyaset bizim işimiz değil. Benim en kızdığım şey. Tartışma kültürü diye bir kavram yok Türkiye’de. Sizinle tartışıyorum ama kendi fikrimi empoze etmeye çalışıyorum.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 11 MART 2012

© 2019 Faruk Bildirici - Medya Ombudsmanı. Tüm Hakları Saklıdır.