ÖMER DİNÇER

...

MİSYONU YENİ BAŞTAN İNŞA ETMEK

Başbakan Erdoğan’ın, “O imam hatip okullarının mezunları şu anda Türkiye’yi yeni baştan inşa ediyor” derken kastettiği isimlerden biri de Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer olsa gerek.

Zira kendisinden önceki AKP’li iki bakan gibi kısmi değişikliklerle yetinmeyip, eğitim sistemini yeni baştan inşaya girişen Dinçer, Karaman Anadolu İmam Hatip Lisesi mezunu. Erdoğan ile tanışmasını sağlayan da İmam Hatip çevresi.

1980 sonrasında İslamcı gençlik, İstanbul’da evlerde düzenledikleri sohbet toplantılarında bir araya gelmeye başlamıştı. İstanbul’da yeniydi Dinçer. 1977’de lisansüstü eğitim için gelmişti kente, geniş bir çevresi yoktu. Nakşibendî tarikatının Gümüşhanevi Dergâhı Şeyhi M. Zahit Kotku’nun sohbetlerini izliyor, bir yandan da bu ev toplantılarına katılıyordu. (Soner Yalçın, Hürriyet, 11 Şubat 2007)

Dinçer’in Erzurum’dan üniversite arkadaşlarıyla, Erdoğan’ın İmam Hatipli arkadaşlarını ahbaptı. O sayede bir toplantıda karşılaştılar, kısa sürede sağlam bir dostluk kuruldu aralarında. Dünya görüşleri ortaktı. Ayrıca Prof. Dr. Sabahattin Zaim, ikisinin de saygı duyduğu hocalarıydı.

Zaim, Dinçer’in yaşamına yön veren kişiydi aynı zamanda. 1976 yılında Kıbrıs’tan dönerken uçakta hocanın yanına oturmuş, “Hocam işletme fakültesi üçüncü sınıfta okuyorum. Bana bir tavsiyeniz olur mu?” diye sormuştu. Hoca da Anadolu’nun bir kasabasından çıkıp, terzi olan babasının kısıtlı imkânlarıyla okumaya çalışan bu gence akademisyenliği tavsiye etmişti.

Bu seçeneğin farkında değildi Dinçer. O güne değin enerjisinin büyük bölümünü gençlik hareketlerine vermişti. Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç gibi isimlerin toplandığı Milli Türk Talebe Birliği’nin yöneticilerindendi. Kıbrıs’a da Dünya İslam Gençlik Teşkilatı’nın kampına katılmak üzere gitmişti.

Uçaktan indiğinde akademisyen olmaya karar vermişti bile. Yüksek lisans yapmak ve yabancı dil öğrenmek için de İstanbul’a gitmeliydi. Arkadaşlarının yardımıyla geldi, yerleşti İstanbul’a. İstanbul Üniversitesi işletme fakültesinde yüksek lisansa başladı. (Recep Yeter, Yeni Şafak, 7 Temmuz 2012)

1980’de artık Marmara Üniversitesi’nde asistandı. Erdoğan, 12 Eylül sonrasında Refah Partisi saflarında siyasete girerken Dinçer, akademik kariyerine devam etmişti. Profesör olana değin 14 yıl geçirdi üniversitede.

Belediye ekibi

Siyaseti kariyerinde bir zirve hedefi olarak görmüyor, yol ayrımlarında hep akademisyenliği tercih ediyordu. Misyonunun üniversitede olduğuna inanıyordu. Siyasete karşı direncini kıran, Tayyip Erdoğan’ın 1994’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı kazanması oldu. Belediyede kendi ekibini kurmaya çalışan Erdoğan’ın, “Haydi beraber çalışalım” davetine “Hayır” diyemedi. Üç yıla yakın bir süre kaldı belediyede. Koordinasyon Kurulu üyeliği yaptı, belediye şirketlerinden sorumlu danışmanlık görevini yürüttü. Uzmanlık alanı olan “örgüt yönetimi ve organizasyonu” konusunda görevini tamamladığını, “İyi bir ekip kurulduğunu” gördüğü anda da ayrıldı belediyeden. Erdoğan izin vermemişti ayrılmasına ama dinlemedi onu.

Belediye sonrasında üniversitedeki görevine döndü. 1999’da Beykent Üniversitesine geçti, dekanlık ve rektör yardımcılığı yaptı. Memnundu hayatından; üniversiteyi, öğrencileri, bilimsel çalışmayı seviyordu.

Bakanlar üstü müsteşar

Belli ki, Erdoğan belediye ekibinden kopmasına kızmamıştı. Başbakanlık koltuğuna oturur oturmaz ilk aradığı isimlerden biriydi Dinçer. Erdoğan, onun tam bir görev adamı olduğunu, sorumluluk verilince disiplinli, ketum ve tavizsiz şekilde çalıştığını biliyor, ona güveniyordu. Bir kez daha “Hayır” diyemedi Dinçer. Önce Başbakanlık Başmüşaviri olarak başladı. Altı ay geçmeden de Başbakanlık Müsteşarlığı’na getirildi. Ama Sezer, kararnamesini bir türlü onaylamadığı için vekâleten yürüttü bu görevi.

Bildik müsteşarlardan değildi Dinçer. Bakanlara, milletvekillerine ve de parti yöneticilerine “Eyvallah”ı yoktu. Kimi zaman telefonlarına bile çıkmıyor, doğru bildiğini uyguluyordu. “Bakanlar üstü Müsteşar”a çıkmıştı adı.

Sadece Erdoğan’a karşı sorumlu hissediyordu kendini. Erdoğan da bu gücü veriyordu ona. Aksi halde bir bürokrat olarak Cumhurbaşkanı Sezer’e kafa tutabilir miydi? Tabii ki hayır. Dinçer, kendisinin öncülüğünde hazırlanan Kamu Yönetimi Reformu’nu veto eden Sezer’e, “iade gerekçeleri siyasal ve ideolojik” diye çıkıştı. Hem de bir dergiye demeç vererek açıktan yaptı bunu.

İntihal suçlaması

Başbakanlık Müsteşarı olarak bu denli dikkat çekince projektörlerin üzerine çevrilmesi kaçınılmazdı belki de. 2004 yılında aniden “intihal” iddiası çıktı ortaya. Dinçer’in, “İşletme Yönetimi” kitabında, Prof. Dr. Tamer Koçel’in kitabından “aşırmalar” yaptığı iddia ediliyordu.(Özür dileten intihal, Hürriyet, 11 Şubat 2004) YÖK hemen soruşturma başlattı ama Cumhuriyet ve Marmara üniversiteleri “zaman aşımı” gerekçesiyle gerek görmedi iddiayı soruşturmaya.

YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç’in yıldızı hükümet ile hiç barışmamıştı. Üniversitelerin kararı onu durduramadı. Bu kez YÖK, Dinçer’in “İşletme Yönetimine Giriş” kitabındaki “intihal” iddialarını gündemine aldı. Yüksek Disiplin Kurulu da “intihal yapıldığı” tespitinde bulundu ve Dinçer’e “öğretim üyeliğinden çıkarma cezası” verdi. Bu karar canını acıttı Dinçer’in.

Daha Müslüman yapı

Bu kadarla sınırlı kalmadı suçlamalar. “İntihal”den sonra 10 yıl kadar önceki bir konuşması gündeme getirildi. 1995’teki bir sempozyumda laikliği eleştirmişti Dinçer; “Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıçta ortaya koyduğu laiklik, cumhuriyet ve milliyetçilik gibi birçok temel ilkenin yerini daha katılımcı, daha ademi merkezi, daha Müslüman bir yapıya devretmesi zamanının geldiği düşüncesini taşıyorum."

Aslında bu konuşma yargıya taşınmış, Erzurum DGM’de takipsizlik kararı verilmişti. Yine de epey yankılandı bu sözleri. Emekli general ve CDP Genel Başkan Yardımcısı Osman Özbek, “Şeyhülislam gibi fetva veriyor” dedi onun için. Çok kızdı Dinçer. Tazminat davası açtı Özbek’e karşı.

Ancak o sözlerinin her vesileyle dile getirilmesini engelleyemedi. Hatta 2007 seçimlerinde milletvekili olduktan sonra daha çok hatırlanır oldu bu konu. Başsavcı, AKP’nin kapatılması davası iddianamesinde de yer verdi. Fakat Dinçer, hiç geri adım atmadı. Meclis’teki tartışmalarda da sahiplendi sözlerini.

Yem bekleyen güvercinler

Erdoğan aldırmadı ona yönelik suçlamalara. 2009’da önce Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı yaptı onu. 2011 seçimlerinden sonra da Milli Eğitim Bakanı. Uzlaşmalara kapalı tutumu iki bakanlığı sırasında da sıkıntılara neden oldu. Çalışma Bakanlığı sırasında sendikacılarla anlaşamayan Dinçer, Milli Eğitim Bakanlığı sırasında da “atanamayan öğretmenler”i kızdırdı. “Öğretmen olmak isteyenleri, Eminönü’ndeki caminin önünde bekleyen güvercinlere benzetiyorum. Bekliyorlar ki biri önlerine yem atsın” sözlerine alınmıştı atanamayan öğretmenler. Öğretmen atamalarını eski dönemle kıyaslayarak bir önceki Milli Eğitim Bakanı Nimet (Çubukçu) Baş’ı kızdırdı. İl müdürlerini atarken görüşlerini almadığı için de partili milletvekillerinin tepkisini çekti.

Her şey bir yana bu dönemde en sevindirici haberi, bir zamanlar nefret ettiği YÖK’ten aldı. Yeni başkan Yusuf Ziya Özcan, yeni bilirkişi heyeti kurup “intihal” cezasını kaldırmıştı! Artık göğsünü gererek “Profesörlüğüm anamın ak sütü gibi helal” yanıtı verebilecekti “intihal” suçlamalarına.

Detaycılığı da sorun olabiliyordu bazen. 4+4+4 sistemi bakanlıkta hazırlanmıştı ama partinin daha fazla beklemeye tahammülü yoktu. Bu nedenle Dinçer’i beklemeden grup başkanvekillerinin imzasıyla Meclis’e verdiler teklifi. O da pek itiraz etmedi bu duruma. Çünkü Erdoğan’dı sürecin hızlandırılmasını isteyen. “Dindar nesil yetiştireceğiz” diyerek rotayı çizmişti zaten Başbakan.

İmam Hatiplerin orta kısımlarını açan 4+4+4’den sonra kıyafet ve başörtüsü serbestliği getirmesi de “yeni baştan inşa”nın bir sonraki adımıydı belli ki.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 9 ARALIK 2012

© 2019 Faruk Bildirici - Medya Ombudsmanı. Tüm Hakları Saklıdır.