OKAN BAYÜLGEN

...

SEVSİNLER DİYE MAYMUNLUK YAPAMAM

Bütün bir günü, bir uzmandan, motosiklet ileri sürüş teknikleri dersi alarak geçirmişti. Bebek’teki ofisinden içeri girer girmez, heyecan verici deneyimini anlatmaya başladı. Maymunun da motosiklet sürebileceğinden söz ederken arkadaşım Levent Kulu’nun elindeki fotoğraf makinesine takıldı gözü. Hızla motosikleti unutup fotoğrafa geçti. Çünkü fotoğraf, onun yaşam zevki... Zaten hayatındaki kadınlar ve fotoğraf arasında hep bir ilişki olmuş. 16 yaşındayken fotoğrafa başlamasının nedeni annesi. 10 yıl sonra bırakmasının nedeni ilk eşinin sinirlenip arşivini yakması. Yeniden başlatan da bir sevgilisinin 40. Yaş gününde Leica M6 hediye etmesi. Elinde fotoğraf makinesi varken daha bir tutkulu oluyor herhalde. Liseden sonra fotoğraf okumak için Fransa’ya gittiğinde hukuk fakültesine girmiş ama bir kıza âşık olup kendini dolaşmaya vermiş. Sonra da Türkiye’deki sevgilisini özleyip İstanbul’a dönmüş. Mimar Sinan Üniversitesi’nde konservatuar okuyup, kısa bir tiyatro deneyiminin ardından televizyon dünyasına adım atmış. Şimdi bütün Türkiye’nin tanıdığı bir şovmen, sunucu, oyuncu, yönetmen, seslendirme sanatçısı. Hayatı yolunda gitse de onun yerleşiklik ile bir problemi var. Bırakıp gidebilme gücünü her zaman bulabilmiş, yol ayrımlarından korkmamış bir insan olarak bir yanı hep gitmek istiyor.

BİR ANI: YUNAN ADASINDA AĞLAYARAK YÜRÜDÜM

Hep aklıma gittiğim yerlerde kaybolmam gelir. Çocukken İstanbul’da, Side’de nedense hep aynı sokaklarda kaybolurdum. Ondan sonra yalnız hislerimle yolumu bulurdum. Hissi kalben vuku ile yönümü ya da sevdiklerimi bulurdum. Sonra yurt dışına gittiğimde kaybolmak istiyorum ki tekrar yönümü bulup geleyim diye. Bir de uzun uzun yürürüm, düşünürüm içimi boşaltırım. En son üç sene kadar önce bir Yunan adasında yaptım. Uzun uzun yürüdüm, bağıra bağıra ağladım. Niye ağladığımı bilmiyorum ama. Ve bu müthiş bir temizlenme yarattı benim içimde. Ondan sonra gece oldu döndüm. Telefonlar açtım eski sevgili, arkadaş gibi birtakım insanlara. Hepsiyle barıştım. Bu insanın ara sıra çekip gitmesi gerektiğini gösterdi. Mesafe ne olursa olsun git, kendinle hesaplaş ve dön.

ROL MODELİM: ANNEM VE BAŞKALARI

Annemle yan yana geldiğimizde birbirimize tahammül edemiyoruz. Fakat hakikaten benim rol modelim. O resim yapardı, ben resim yapamadığım için fotoğraf çektim. Başka rol modellerine gelince, roman kahramanları vardır, birçok yazar, sinemacı, müzisyen ve fotoğrafçı vardır. Annemin bir resim sergisini bir saatte gezdiğini görmedim. En aşağı üç gün 12’şer saat. Sonradan idrak etmeye başladım ki, bir insanın o resimle geçireceği bir zaman var. O vakti geçirmesen hiç bir şey anlamıyorsun. Ben de insanları tanıdığımdan, yaptıklarını anladığımdan çok emin değilim. Çok kitaplar okudum ama o kitapları anlamış olduğumdan da emin değilim. Çünkü ben Hakkı (Devrim) abinin eşinin(Allah rahmet eylesin) mükemmelen çevirdiği Sartre’nin "Özgürlük Yolları" üçlemesini 16 yaşındayken okudum. Annemin bir arkadaşı vardı. "Havalı olabilirsin ama salaksın. Ben ancak 40 yaşında okuduğumda anladım. Hiçbir bok anlamadan okuyorsun" dedi. Hakikaten haklıydı. Camus’un "Yabancı"sını 10 senede bir değil, her sene okuyun her seferinde başka bir şey anlarsınız. Bir de büyük klasikleri tekrar tekrar okumak gerekir.

YASAKLIYIM: KENDİME 10 SENE BOŞANMA YASAĞI KOYDUM

Bu aşk meşk meseleleri özellikle problematik çocuklarda kendinden kaçmak için bir yol oluyor. Genç arkadaşlarda benim sinirimi bozan bir şey var. Bir sürü derdi tasası varken, çözebileceği bir sürü şey varken, perişanlıklar vs böyle şeyler oluyor. Mutlaka ben de zayıf düşen bir adamım. Kadın için bilmiyorum ama erkek için her yaş ya erken ya geç. Ne güzel bir ilişki yakalamışsın, hayat sizi bir araya getirmiş. Yaşa, keyfine bak değil mi? Hayır. Güzel güzel yaşamak yerine komplekslerini çözmeye çalışıyorsun. Ya da bütün bunları hallettiğin zaman da geç. Şimdi düşünüyorum ki tam o aradayım. Ne geç ne erken. Bu kıza da (Şirin Ediger) dedim ki, "Ben on sene kendime yasak koydum hiç boşanma lafı etmiyorum. Ne olursa olsun." Eşimi kızım olması için fazla güçlü görüyorum. Annem olmak için fazla genç. Arkadaşım gibi diyebilirim. Hatta bazen de erkek arkadaşım gibi geliyor.

EKRANDAKİ OKAN BAYÜLGEN: SEVSİNLER DİYE MAYMUNLUK YAPAMAM

Beni ekrandan biraz kötücül olarak tanıyorlar. Ama ben böyle daha rahatım. Sevgi arsızı olmanın, daha çok sevsinler diye maymunluk yapmanın da gereği yok. Geçen gün apartmana girerken kamera takan elektrik ustasıyla çatıştım. "Ne yapıyorsun?" dedim. Oda bana esprili bir karşılık verdi. "Şakacı mısın?" dedim. "Şakacı sensin ben şakacı değilim" dedi. "Beni tanımamışsın" dedim. Sonra "Hakikaten sen TV’de göründüğün gibi gıcıkmışsın" dedi. "Beni tanısan seversin" dedim. "Galiba öyle" dedi. Birbirimize iki yumruk çakacağımıza, meseleyi hızla hallettik. Mesele güçlü çıkışlar yapmamız, Kimsenin kendini ezdirmek istememesi. İnsanların birbirini sevmesi için bedel ödemesi gerekir. O bedel de çatışmadır, baştan kavgadır gürültüdür, başta anlamamaktır, sonradan farkına varmaktır. Beni bir sevgi, sadakat ve arzu ile izleyenler herkesle her zaman bir çatışmam olmuştur. Efendi bir tip olsaydım, sempatik nane molla olarak sulara karışıp akar giderdim.

GERİ DÖNEBİLSEYDİM: TAKDİR EDİLECEK HİÇ BİR ŞEY YAPMADIM

Televizyona çıktığım 1994’deki noktaya dönüp yapmamak isterdim. Daha az param, daha mutlu bir hayatım olurdu. Eminim ki, başka şeyler yaparak da geçimimi sağlar çevremdekilerle mutlu yaşardım. Bir evlilik yapıp, ruhsal mastürbasyonlarla hayatını idame ettiren bir adam olmazdım. Yaptığımız şov busines. Suya yazılan bir yazı gibi unutulup gidiyor. 10 farklı iş yapıyorum. Hepsinin köşesinden bucağından sanatla ilişkisi var; seslendirme, yönetmenlik. Şu ana kadar büyük bir sanatçı olarak takdir edilecek hiç bir şey yapmadım. Ne müthiş fotoğraflar çektim, ne müthiş sinema filmlerinde oynadım! 50 sene sonra bir tipin "Ne acayip bir herifmiş. Herifin karanlıkta kalmış bir romanını buldum ya da bir fotoğrafını buldum" diyeceği bir şey kıvırmadım henüz. Fakat önümüzdeki yıllardan ümidim var. Hayallerimi gerçekleştirmeye hazır hissediyorum kendimi. Eşim reklamcı, internet falan daha mobil bir hale gelebiliyor. Eğer anlaşmamıza uyarsa ben bir kaç sene çalışıp birazcık güvence sağlayabilirsem "Hadi ben yoruldum sen bana bak" diyeceğim. Yazmak, ailemize katılan üçüncü kişiyi de aramıza alarak seyahat etmek, fotoğraf çekmek, film yapmak istiyorum. Bir kitap, sıkı bir roman yazsam. Gerçekten iyi bir fotoğraf çeksem, Ara Güler’in "Kadın ve Allah" fotoğrafı gibi. Ya da yıllarca hatırlanacak bir piyes yazsam…

FİNALİMİ YAZDIM: HAYATIMIN FİLMİNİ İZLEYEN YAŞLI ADAM OLACAĞIM

Hayatımın finalimi yazdım. Yaşlı adam adada eski evin avlusuna kadar yürümüş, yorulmuştur. Gelir kapı eşiğine oturur, içeri girmekte acele etmez. Çünkü zaten biraz sonra girecek hayatının geri kalan günlerini bu eski evde köy meydanına da ara sıra inerek, hayatının sinemasını bir kez bir kez daha izleyerek geçirecektir. Hiçbir şekilde kahramanca ölmek, bir kadının üzerinde, bir dağın zirvesinde, bungy jumping yaparken, arabada ya da motosikletin üzerinde ölmek gibi bir niyetim olmadı. Hayatın sinemasının çok eğlenceli olduğunu düşünüyorum. Bunun için mümkün olduğu kadar çok şey yapmak lazım. Sonradan güzel güzel hatırlarsanız bunları.

MİLİTANDIM: POLİSTEN ÇOK DAYAK YEDİM

İşçi Partisi’nin gençlik örgütü "Genç Öncü" üyesi militan bir çocuktum. Yaşım küçüktü, çok heyecanlı, çok eğlenceliydi. Aynı zamanda çok korkutucu idi. Okulumuz aranıyor, kitaplar bulunuyordu. Ben de polis, asker anlamadığı için Fransızca Lenin okuyordum. Darbe bir şoktu benim için. 12 Eylül öncesinde duvar yazısı da yazdım, gözcülük de yaptım. Allaha şükür kimseye zarar vermedim. Ama polisten çok dayak yedim. Falaka da yedim. Üç kere gözaltına alındım. Duvar yazısından ya da mitingten dönerken. 16-17 yaşındaki biri şu an bana çok küçük geliyor. Ama bugün de aynı şeylere inanıyorum. Artık bir militan değilim. Düşüncenin peşinden gitmiyorum, eylemler yapmıyorum. Televizyonda konuşuyorum, "Kapitalist sistem poponuza kaçtı" diyorum.

DENİZ SEKİ: NE YAPACAĞIMI BİLEMİYORUM

Deniz ile ilgili haberleri takip ediyorum. Üzülüyorum. Fakat Deniz’i ziyaret ya da televizyondan yapacağım bir hareket şu anda zaten karışık olan hayatına müdahale olacaktır. "Yahu kalk git izin al ziyaret et" diye aklımdan geçiriyorum. Ama benim Deniz’i ziyaretim Gülben Ergen’in Deniz’i ziyareti gibi olmaz. Basın bunu alır paralar, bir şekle sokar. Amacını aşar. Orada tam da tanımlayamadığımız bir gönül ilişkisi var. Ben görevimi yaptım tatminini yaşamak amacıyla hareket etmem. Ne yapmam gerektiğini hakikaten bilemiyorum. Sadece ziyaretle olmaz. Sanatçı arkadaşlarını toplayalım bir eylem mi yapalım? Ama yarar mı zarar mı sağlayacağını bilmiyorum. Benden bir yarar beklense annesi, kardeşleri vasıtasıyla bunu talep eder. "Okan sen şu görevi yap" talebiyle karşılaşmayınca zarar vereceğim endişesiyle bir şey yapmam.

KAYNAĞI: YALNIZLIĞIM

Sadece kendimim. 6 yaşımda yatılı okula verildiğimden beri ne anne, ne baba, ne başka bir insan. Hep yalnızlık. Yalnızlık güç verir. Ben annesiz, babasız, kardeşsiz, arkadaşsız kalırım hiç ağlamam. Beni çok fazla etkilemez. Sevgilisiz kalırım, arkadaşsız kalırım, oyalarım kendimi.

TAKINTILARIM: TAVANDAKİ ÜÇ LAMBA

Yaşlanmakta olan adamların takıntıları vardır. Mesela tavandaki üç lambanın eşit asılmadığı düşüncesindeyimdir. Ofise her geldiğimde bakarım, bu lambalar defalarca sökülüp tekrar asılır.

HER EV DEĞİŞİKLİĞİNDE EVLENMİŞİM

Eskiden evden eve giderken kitaplarımı, resimlerimi valizlerle taşırdım. Şunu yeni anladım; her ev değişikliğinden sonra evlenmişim. 11-12 senedir evlenmiyordum ne güzel ama aynı evde oturuyordum. Şimdi ne oldu da evlendim? Eşim 6 aylık hamile. İlişkiye karşı ilgim bu sürede biterdi. Öyle skorist bir adam da değilim ama biterdi. Velev ki kadın doğru! Oturdum düşündüm, herhalde hâlâ çok çocuğum ki analı babalı bir eve gitmek istiyorum. Öyle bir derdim var.

KARARLARIM: HEMEN VAZGEÇERİM

Karar almakta hiç zorlanmam sonra hata yaptım deyip vazgeçerim. Alışkanlıklarımdan da kolay vazgeçerim. Mesela çok içki içiyordum baktım karım hamile içemiyor, hemen vazgeçtim. Sigarayı da azalttım.

HAYATIMIN EN’LERİ

- En büyük korkunuz? - Ölmek

- En çok neye dokunmaktan hoşlanırsınız? - Karıma...

- En nefret ettiğiniz davranış? - Nankörlük

- En sevdiğiniz tatil kenti? - Madagaskar’da Morondava

- En sevdiğiniz yemek? - Yoğurtlu bakla ve soğuk ayran çorbası

- En sevdiğiniz tarihi kişilik? - Che Guevera

- En sevdiğiniz film - Zabriskie Point (Michelangelo Antonioni/1970)

- En sevdiğiniz kitap? - Andre Gide’in İsabel

- En sevmediğiniz koku? - Kekremsi, ekşimtrak kadın ve erkek kokuları. Ve meyveliler.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 31 MAYIS 2009

© 2019 Faruk Bildirici - Medya Ombudsmanı. Tüm Hakları Saklıdır.