NUMAN KURTULMUŞ

...

Milli Görüş hareketi bugünlerde ikinci depremi yaşıyor. İlki, Tayyip Erdoğan liderliğindeki “Yenilikçi” grubun Fazilet Partisi’nden ayrılmasıydı. İkincisi ise Numan Kurtulmuş’un vesayete karşı çıkarak Necmettin Erbakan’ın ekibini parti yönetimine almamasıyla başladı. Erbakan’a rağmen güçlükle de olsa yeniden Saadet Partisi Genel Başkanı seçilen Numan Kurtulmuş ile kongreden önce konuşmuştuk. İsyan bayrağının sinyallerini orada da vermişti.

KOMPOZİSYONUM İYİ: SEZAİ KARAKOÇ KÜLLİYATINI OKUDUM

Rahmetli babam İsmail Niyazi Kurtulmuş, muhafazakâr camianın tanıdığı birisiydi. İlim Yayma Cemiyeti’nin kurucularındandı. Babam sürekli beni toplantılara götürmüştür. Bizi hep okumaya, araştırmaya, konferansa, panellere teşvik etmiştir. Küçük yaşta Necip Fazıl’ın konferansına gittim, Sezai Karakoç’un bütün külliyatını okudum. Yaşımız ilerledikçe Cemil Meriç’lere, Kemal Tahir’lere geçtim. Okulda bir yarışma oldu. Oradan öne çıkan birkaç kompozisyon Milli Türk Talebe Birliği’nin yarışmasına gönderildi. Derece alan kompozisyonum, “Batılılaşma karşısında Türk gençliği” konuluydu.

12 EYLÜL: MİLİTAN KAVGANIN İÇİNDE OLMADIM

Üniversitesinin iki yılını 12 Eylül öncesi, iki yılını da sonrasında okudum. Zorluklar yaşadık, yollarda çevrildiğimiz oldu. İstanbul Üniversitesi yemekhanesinde sağcılar ve solcular başka kapıdan girer, aralara jandarma dizilirdi kavga etmesinler diye. Ben yemekhanede üst kata girerdim. Birkaç sefer sordular, buraya solcular gelir, sen nasıl gelirsin, kardeşim gelirim dedim. Üniversitedeki militan kavganın içinde olmadım. İşin kültürel tarafındaydım. Öğretim üyesiyken de, halkın içindeydim. Asistanlık günlerimden itibaren Türkiye’nin neresinde kim bir konferansa çağırdıysa geri çevirmedim. Her çağrılan yere gittim, konuştum. Bildiklerimi paylaşmaya gayret ettim.

DEDEM: İSMİM BANA DEDEMDEN MİRASTIR

Numan Kurtulmuş ismi dedemden bana mirastır. Dedem, İstiklal Harbi’nde yedi cephede savaşmış bir gazi. En son Sakarya Meydan Muharebesinde yaralanıp 39 yaşında malulen emekli oluyor binbaşıyken. Ondan sonra da 63 yaşına kadar yaşıyor, dini eğitimle uğraşıyor ve Amentü Şerhi diye Türkiye’de bugün 50 yaş üstündeki kitlenin büyük çoğunluğunun bildiği Latin harfleriyle ilk ilmihal kitabını yazıyor. Siyasete ilk başladığım günlerde Anadolu’da nereye gitsem insanlar “Ne kadar gençmişsin” diyorlardı. Rahmetli dedem olduğumu sanıyorlardı. Ona layık olmaya gayret ediyorum. Babam hepimizi okumaya teşvik etmiştir, bu da dedemden geliyor. Beş kardeş arasında ben tek erkek çocuğum. Üç ablam üniversite mezunudur. Dindar camia kız çocuklarını okutmazken, babam ısrarla ablamları okumaları için teşvik etmiş.

ÜÇ NESİL FATİH: AHMET DAVUTOĞLU MAHALLEDEN ARKADAŞIM

Dedem Kastamonulu. Evlendikten sonra Ünye’ye yerleşmiş. Babam rahmetli ortaokula başlarken, 80 sene önce İstanbul’a gelmiş, Fatih’te iki katlı bir ev almışlar. Bir yaz tatilinde Ünye’ye gitmişler, ben orada doğmuşum. Ben İstanbul’da büyüdüm. Mahallede top oynardık, araba geçmezdi. Bahçelerinde dut ağaçları olan, baharda ıhlamur kokuları yayılan bir sokağımız vardı. O eski komşuluklar, eski mahalle kalmamış olmasına rağmen hâlâ Fatih’te yaşamaktan keyif alıyorum. Dedemden kalma evin yerine yapılmış aile apartmanında oturuyorum. Tam üç nesildir Fatihliyiz. Ahmet Davutoğlu da Fatih’ten çocukluk arkadaşım. İmam Hatip’te de çok güzel arkadaşlıklarımız oldu. Hayata disiplinli bakmayı öğrendik. Tayyip Erdoğan bizden beş yaş büyüktü. Bir arkadaşlık şeklinde değil ama İETT’de top oynadığı günleri hatırlıyorum.

İŞLETME: KIZIM ABD’DE DOĞSUN TELAŞINDA OLMADIM

Bizim apartmanın giriş katındaki muayenehanesinin kapısında “Perşembe günleri muayene ücretsizdir” diye yazardı. Babam gece gelir, halının üstüne yatıp ayaklarını kanepeye kaldırarak yorgunluğunu giderirdi. Ölene kadar da öyle devam etti. Ne kadar zor olduğunu gördüğüm için doktorluğu hiç düşünmedim. İşletme Fakültesinde olayları analitik inceleyebilme yeteneğini kazandım. Derskolik birisi değildim, dersleri dinleyip özümserdim. İkinci sınıftan itibaren akademisyenliğe sempatim vardı. İşletme Fakültesinden mezun olduktan sonra İktisat Fakültesinde asistanlık yaptım. Sebahattin Zaim Hoca ile aynı kürsüde çalıştık. Akademik gelişmemizde çok ciddi katkısı olmuştur. Abdullah Gül bey de doktorasını orada yaptı, Zaim’in öğrencilerindendir.

AMERİKA: EŞİM BAŞÖRTÜSÜ NEDENİYLE PROFESÖR OLAMADI

Üniversitede aynı bölümden tanıdığım Sevgi hanım ile evlendikten bir hafta sonra birlikte Amerika’ya gittik. Her gününü dolu dolu geçirdiğimiz bir süreçti. Cornell Üniversitesi, ABD’nin en iyi kampus okullarından birisiydi. Bir Müslüman olarak hiçbir zorluk yaşamadım. Tam tersine gittikten birkaç gün sonra öğretim üyelerine verilen resepsiyona eşim başörtüsüyle katıldı. Bırakın dışlanmayı, ilgiyle karşılandı. Döndük burada doçentliğimizi aldık. Eşim başörtüsü nedeniyle profesörlüğüne az bir süre kala üniversiteden ayrılmak zorunda kaldı. Üç çocuğumuz var, en büyüğü Ayşe’nin doğumunda Amerikan vatandaşı olsun telaşında olmadık. Programımız bozmadık, burada doğdu. İkinci çocuğumuz İsmail orada doğdu. Ayşe, Çapa Tıp Fakültesi 4. sınıfta, İsmail bu sene üniversite sınavına girdi. Üçüncü çocuğumuz Emir’imiz de lise 2’ye geçti.

ÜNİVERSİTE: HÂLÂ ÜNİVERSİTEDE DERS VERİYORUM

İstanbul Ticaret Üniversitesinde derslerime devam ediyorum. O gün telefonumu kapatıyorum. Siyasetin patırtısını bir kenara bırakıp o günü öğrencilere, üniversiteye, dolayısıyla kendime ayırmış oluyorum. Beni dinlendiriyor, dinçleştiriyor. Hiç unutmam. 29 Mart seçimlerinin ertesi günü, 30 Mart sabahı dersimiz vardı. Derse gittim sınıfta kimse yok, baktım çocuklar kantinde. Dedim nerdesiniz? “Nasılsa seçimin ertesi gelmez hoca diye düşündük” dediler. Gece yarısı Ankara’dan İstanbul’a gitmiştim. Bir iki saat uykuyla duruyordum.

SİYASETE GİRİŞ: ERBAKAN İLE BABAM ÜNİVERSİTEDEN ARKADAŞ

1998’de ısrarlar üzerine profesörlüğümü almama kısa bir süre kala üniversiteden istifa edip Fazilet Partisi’nin İstanbul İl Başkanı oldum. Profesörlüğümü sonra İstanbul Ticaret Üniversitesine girince 2004’te oradan aldım. O dönemin ağır şartları, 28 Şubat sürecinde oluşan haksızlıklar aktif siyasete girmemde etkili oldu. Israrlar, hem Hocadan, hem de parti çevresindeki arkadaşlardan geldi. Erbakan’la babam üniversitede aynı dönemden. Üniversitede o dönem muhafazakar olarak bilinebilecek gençler, bir elin parmakları kadar. Oradan dostlukları var. Erbakan Hocayı ilk kez İstanbul’da Kazablanka Gazinosu’ndaki toplantıda dinledim. 9-10 yaşlarında çocuktum. Herkesi ayağa kaldırıp yemin ettirmesini zihnime kodlamışım. Ama Selamet ve Refah Partisi dönemlerinde partiyle organik bir bağım olmadı. Camiayı tanıyordum, camia beni yakın tanıyordu, babamı biliyordu.

KONJONKTÜR PARTİSİ: GÖMLEK ÜSTÜNDEN SİYASET OLMAZ

Tayyip Bey Belediye Başkanımızdı, ben de İl Başkanıydım. 1,5 yıl kadar birlikte çalıştık. Yaşça büyük olduğu için ağabey diyorum. Büyük bir konvoyla cezaevine götürdük, birkaç kere ziyaret ettik. Sonra Fazilet Partisi içerisindeki o ayrışma süreçleri başladı. Ayrışmanın doğru olmadığı kanaatindeydim. Bana da o zaman ısrarla teklifler yapıldı. Bir paradigma üzerinden, fikri manzumesi olan bir çıkış yapılabilseydi Ak Parti bir konjonktür partisi olarak ortaya çıkmayacaktı. Baştan beri teşhisim kalıcı olmayacağıdır ve zaman da bizi teyit ediyor. Milli Görüş gömleğini çıkarma semboldü. Ben kostümler üzerinden siyaset tanımlamasını doğru bulmam. Eskiye ait ne varsa bıraktık manasında söylediler. Eğer geçmişimde ne söylüyorsam yanlış söylüyordum hepsini bıraktım derseniz; “Kardeşim, bu yaşa kadar getirdiğin fikirleri şimdi bırakıyorsan, 10 sene sonra bugünkü fikirlerini bırakırsın” derler.

ADAYLIK TEKLİFİ: ERDOĞAN AYAKÜSTÜ TEBRİK ETTİ

Sayın Başbakan, (Milletvekilliği ve İstanbul Belediye Başkan adaylığı) tekliflerini yaptı, en son 2007’de siyasi nezaket içerisinde görüştük. Cevabımızı verdik, yolumuza devam ettik. SP’ye Genel Başkan seçilince bazı partilerin genel başkanları, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Meclis Başkanı yazılı veya sözlü olarak tebriklerini ifade etti. Sayın Başbakan, karşılaştığımız Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunda ayaküstü tebrik etti. Seçilmemden üç gün sonraydı.

ERBAKAN VESAYETİ: GÖLGE OLAN GERÇEK OLAMAZ

2002’de Genel Başkan Yardımcılığından istifam ‘Çuvaldızı başkasına ama iğnenin bir kısmını da kendimize batıralım’ ikazıydı. O süreçte maalesef, partide seçim sonucunun eleştirisini yapacak zemin yoktu. 26 Ekim 2008 Kongresinde bu hareketi uzun yıllar yürüten tecrübeli büyüklerimiz bayrağı bize devretti. Bu süreçte Sayın Erbakan’ın bana doğrudan ya da dolaylı olarak bir tavsiyesi olmamıştır. Kamuoyunda böyle bir algı ortaya çıktı ya da çıkarıldı. Biz istişarelerimizi herkesle yaparız ama asla vesayet altında parti yönetmeyiz. Bu siyasetin doğasına aykırıdır, gölge olan gerçek olmaz. Partimiz yeni dönemde yeni muhtevasına yeni kadrolarıyla devam edecektir.

PROMTER: PARTİYİ YENİDEN FORMATLIYORUZ

Büyük kongre öncesinde bir prompter denemesi yaptırdılar. Dedim arkadaş, ben prompterdan konuşamam. Belki bu hocalıktan gelme bir şey. Önüme bir metin koyup okuyamam. Söylemimde solun değil, klasik adaletin etkisi var. 1,5 yıldır siyaseti yeniden formatlamamız gerekir diyorum. Saadet Partisi’ni de yeniden formatlıyoruz. Bir, yerli partiyiz. İki, anti-emperyalist partiyiz. Üç, sadece bizim gibi düşünenlerin değil, bu topraklarda yaşayan herkesin adaletini, özgürlüğünü, refahını sağlamak için mücadele ediyoruz. Üniversitedeki başörtülüler kadar cenazesini cemevinden kaldırmak isteyenlerin hakkını savunmak da boynumuzun borcudur. Dördüncüsü maneviyatçı partiyiz. Bu format içerisinde siyaset yapıyoruz ve yeni müttefikler oluşturuyoruz. Bir de Genel Merkez’e sığmıyoruz artık. Arkadaşların odalarını bölerek bir odayı iki odaya getirmeye çalışıyoruz. Allah nasip etsin geniş, ferah bir Genel Merkeze geçelim.

HARUN-KARUN: AK PARTİLİLER BİLE GÜZEL SÖYLEDİN DEDİ

26 Ekim Kongre konuşmasını bir gece evvelden bitirdim. Sabah eşimle beraber son kez baktık. 16 maddelik vaatleri o zaman yazdık. Bunlardan biri, “Harun gibi gelip Karunlaşmayacağıma söz veriyorum” biçimindeydi. Çok tutuldu. Bir de çocukluğumuzda sonradan görme zenginliğin alameti sarı Mercedes’ti. Şimdi de jeepler sonradan görmeliğin alameti. Bunu söyledim. Bir ay önce Bursa’ya bir konferansa gittik. Bir jeep getirmişlerdi. Dedim arkadaş kusura bakma, bunları söylemiş biri olarak jeepe binmem. Bu bağnazlık değil; bir işaret fişeği atmak. Kemal Kılıçdaroğlu da havuzlu villaları söylüyor. Bizim söylediklerimizi söylemesi bizim için sevindiricidir, demek ki etkisi oluyor.

MÜZİK: ÇOCUKLARIM MÜZİKLE UĞRAŞIYOR

Bizim çocukların hepsi bir müzik aletiyle uğraşıyorlar. Kızım iyi bir udi. İsmail iyi keman çalıyor. Emir de ney üflemeye başladı. Bizim Emir biraz ayran gönüllüdür, o bıraktı sonra, ama herhalde tekrar başlar. İnsanı en fazla dinlendiren şeylerden biri müziktir, keşke bir müzik aleti icra edebilseydim.

KRAVATI SEVERİM: DENİZ BENİ ÇEKİYOR AMA GİREMİYORUM

Gençliğimden beri kravatı severim. Ama hocalık hayatım boyunca kravat taktığım birkaç günü geçmez. Kışın kazakla, yazın tişörtle giderdik. Siyaset maalesef kravatlı yaşamaya alıştırıyor. Yüzmeyi de severim. Şimdi sıcak günlerde denize bakıyoruz, beni ciddi şekilde çekiyor. Ama girme imkânı olmuyor. Siyasete girmeden her pazar arkadaşlarla halı sahada top oynardık. Voleybol oynardık. Eşimle beraber arabayla çok gezerdik. İyi gezdik Türkiye’yi.

KARAKTERİM: İYİ FIKRAYA ÇOK GÜLERİM

Sakin, sabırlı, dengeli, akılcı, kararlıyımdır. Kimse üzülmesin diye bazı şeyleri içime atıyorum. İçimde kırgınlıklar, kızgınlıklar birikiyor. Keşke vakti zamanında söyleseydim diyorsunuz. En zayıf gördüğüm tarafım budur. İyi bir fıkra veya komedi filmi beni güldürür. Bazen çocukların “Baba bu kadar da değil” dedikleri oluyor. Mesela “Çok Güzel Hareketler Bunlar”ın esprileri çok güzel. Ezel’i ve Kurtlar Vadisi’ni izledim. Artık hiçbir diziyi izleyecek zamanımız yok. Dünya Kupasında bile hiçbir maçı baştan sona izleyemedik.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 18 TEMMUZ 2010