NEVİN ERGUN

...

MASÖRLER FUTBOL SAHALARINDA DOKTORCULUK OYNUYORDU

Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Nevin Ergun, Türkiye’de spor fizyoterapisinin öncü ismi. Sporcu yaralanmalarının tedavisinin yanı sıra bedensel engelli sporu ile de ilgileniyor. Özellikle de kadın engellilerin spor yoluyla topluma kazandırılması için çaba harcıyor. Şimdi hedefinde engelliler olimpiyatı olarak düzenlenen 2012 Londra Paralimpikleri var.

BABAM: KAHRAMANIMI KANSERDEN KAYBETTİM

Ankaralı olmaktan da çok gurur duyuyorum. Ankara Kız Lisesinde okurken işte orada parlak bir talebeydim. Küçükken en büyük hayalim insanları tedavi etmek, insanlara yardımcı olmaktı. O da herhalde babamdan etkilenmemden kaynaklanıyor. Babam Emlak Kredi Bankasının müdürlerindendi; 41 yaşında yaşamını bitirdi, yani bir kanser hastalığı sonrası. Doktor olup acaba kansere çare bulabilir miyim diye düşünüyordum. Çocuklukta kahramanım babamdı. Bizim çocukluğumuz yazları İstanbul Ataköy’de kampta geçti. Ankara’da da annem ve babam opera ve baleye giderlerdi. Çok küçükken özel locada bale izlediğimizi hatırlıyorum. Hatta o zaman balerin olayım demiştim de babam da “Olur” demişti. Üniversite çağına geldiğimde ise artık çocuk doktoru olmak istiyordum. Hedefim Hacettepe’ye girmekti. Ama puanım Hacettepe haricindeki tıp fakültelerini tuttu. Beş kardeş içerisinde tek kız olduğum için beni İstanbul ya da İzmir’e göndermediler. Bir abimin arkadaşı dedi ki; “Hacettepe’de çok güzel bir yeni bölüm var, “Fizyoterapi ve Rehabilitasyon.” Buraya kaydoldum ama sonra yatay geçişle başka bir bölüme geçmeyi düşünüyordum. Ve ben bölümü ve fizyoterapistlik mesleğini çok sevdim.

ÜNİVERSİTE: ÖĞRENCİ KIYAFETİ FARKLIYDI

Üniversiteye kaydımı yaptırdım, “Gel aşağıya. Buraya imza atacaksın” dediler. Nereye imza atıyoruz? “Amerikan gemileri İstanbul’a geliyor. 6. Filoya hayır!” O zaman sağ ve sol olayları çok şiddetliydi, kötü bir dönemdi. Hacettepe’de bir sene İngilizce hazırlık okudum. O ilk yıl, çok boykot ve olayla karşılaştık. Ne bileyim işte ders yapılırken baskınları, üniversite çıkışında kavgaları gördük. Çok ölüm, çok yaralanma vardı. Bir keresinde çapraz ateşte kaldım, polis kurtardı beni. Öyle derneklere, gruplara girmedim. Bir an önce mezun olup aileme destek olmaktı ana fikrim. O dönem üniversiteli olmak özellikli bir şeydi, kılığınız kıyafetiniz farklı olurdu. Jeanlar, parkalar, montlar sonradan geldi. Önce bir üniversitenin modası vardı. Şu dizilerdeki gibiydi yani. Biz bütün kitapları okuduk, ne diyor diye merak ettik. Yani, sağ ve sol ne diyor, ne istiyor? Bu fikirleri bilerek üniversitede özgürce tartışıyorduk. Oturur kafeteryada hep bir şeyleri konuşurduk. 70’lere, sonra 80’lere kadar kötü günler yaşadık.

BALIKÇIYIM: OLTALARI HAZIRLAR DAĞLARA GİDERİZ

Üniversitede voleybolcuydum, Hacettepe Kulübünde ve üniversite takımında oynadım. İşin enteresan tarafı, biz oynarken üniversitenin spor salonu yoktu. Mülkiye ve Ankara Koleji’nden rica ederek onların salonlarında antrenman yapardık. Eşim de meşhur bir voleybolcudur; Levent Ergun. Benim hastamdı eşim, kendisini iyi tedavi ettim. Öyle tanıştık. Tek çocuğum var, çok da gurur duyuyorum kendisiyle. İsmi Taylan. Atlara karşı özel bir sevgim var, taylara karşı. Taylan ismini o nedenle seçtim. Hem Taylan, eşimin adı gibi uzun boylu, yakışıklı anlamına gelir. Eşim avcı ve balıkçı. Ben de iyi bir balıkçıyım. Şanslıyımdır. Oltaları hazırlar, zilleri takar, eşimle hafta sonları Aladağlar’a, Bolu’nun göllerine, sularına gideriz. Yazları mutlaka arabamın arkasında olta vardır, nerede durursak bir olta atarım. Saatlerce oltanın başını beklerim. Balık tutanlar bu hissi yaşarlar, balık tutulduğunda o ağırlığı hissetmek, balığı çekmek kadar zevkli bir şey yok. Kayak yaparken de sadece o beyazlık içinde kaymayı düşünüyorsunuz. İşte orada beyin gerçekten yenileniyor, benim için yaşam aralığı o. İyi de balık pişiririm. Eşim ve oğlumla beraber mutfakta beraberce soslar yaratırız, değişik şeyler deneriz. Oğlum da ava ve balığa meraklıdır.

HASTALAR: OĞLUMU YÜRÜT KÖYLERİM SENİN OLSUN

Üniversiteyi birincilikle bitirince direkt akademisyenliğe alınacağımı zannettim. Ama Rıdvan Özker Hocamız dedi ki, “Bu mesleğin tenekeciliğini yapmadan okulda hocalık yapmanızı istemiyorum.” O nedenle önce Ankara Rehabilitasyon Merkezinde 1,5 yıl çalıştım. Sonra Hacettepe Tıp Fakültesi hastanesi, fizyoterapi ve rehabilitasyon servisine geldim. Tezime de mezun olduktan üç yıl sonra 1978’de başlayabildim. 1981 yılından itibaren akademisyen olarak çalışıyorum. İyi de oldu, önce hastayla temas etmiş oldum. Şimdi de her gün hasta almaya devam ediyorum ama özelleşmiş bir alanda. Engelli ailelerinin tepkileri, çaresiz durumları, o kadar etkileyici ki. Rehabilitasyon merkezinde çok paraplejik hasta vardı. Trafik kazalarının yanı sıra Doğu’dan kan davası nedeniyle vurulanlar geliyordu. Vücudunun alt kısmı tutmayan ya da kollarını kullanamayanlar rehabilite oluyordu orada. Hatta bir hastam vardı, 10 köy sahibi yani ağanın oğlu. Genç bir insan. Vurulmuş, belden aşağısı hiç tutmuyordu. O dedi ki bana, “O kadar beni iyileştirmeye çalışıyorsunuz ki, ne derseniz yapmaya hazırım. Şu pencereden atla deseniz gözüm kapalı atlarım.” Öyle bir diyalogumuz vardı, o beni çok etkilemişti. Babası da “Benim oğlumu yürüt, 10 köy, tarlalar, hepsi senin olsun” dedi. Keşke yürütebilseydim hiçbirinin maddi olarak benim için önemi yoktu. Sırf hareket etsin, vücut sistemleri daha fazla bozulmasın rehabilite olsun ve toplumda bağımsız yaşabilsinler diye çalışıyorduk biz.

SPOR FİZYOTERAPİSİ: ÖĞRENCİLERİM FUTBOL TAKIMLARINDA

İki abim, Avni ve Hasan Özcan da profesyonel futbolcu idi. Abim Hasan Özcan o zaman Adana Demirspor’da futbol oynuyordu, dizinden yaralandı. Fatih Terim’in takım arkadaşıydı. İstanbul’a gönderiyorlar, orada hemen ameliyat diyorlar. “Sakın olma. Hoca bir görsün” dedim. Ben daha üniversite 2. sınıf falanım. Götürdüm, Ortopedist Prof.Dr, Nejat Tokgözoğlu hocamız dedi ki, “Kesinlikle ameliyata ihtiyacı yok. Bak burada sen varsın, ver iki üç egzersiz abine.” Hakikaten abim bir ay sonra sahalara döndü. Spor alanında çalışma fikri bende o zaman oluşmaya başladı. Türkiye’de sporcu yaralanmaları ile ilgili doğru dürüst bir yer yoktu. Biliyorsunuz meşhur masörler vardı o dönem Galatasaray’da, Fenerbahçe’de. Masörler doktorculuk oynuyorlardı. Spor yaralanmalarında fizyoterapi ve rehabilitasyon konusunda yaptığım tezimi bitirip Sporcu sağlığı ile ilgilenmeye başlayınca Rıdvan Hoca, “Sporda değerlendirme çok önemlidir” diyerek beni Hacettepe Üniversitesi Hastanesi Koroner Yoğun Bakım bölümüne gönderdi. Kardiyopulmoner rehabilitasyon ve Sporcu Sağlığı ünitesinde sekiz yıl rehabilitasyon ve egzersiz stres testleri yaptım; sporcuları değerlendirdim. 89’da kardiyak bölümünü bırakıp, ünite bazında spor fizyoterapisi üzerinde yoğunlaştım. Türkiye’de spor fizyoterapistliği ve sporcu sağlığının kurucusu oldum ben. Önce voleybol ve basketbolcularla başladım tedaviye. Sonra futbolcular ve diğer sporcular geldi. Uzun yıllar tek başıma çalıştım, başka spor fizyoterapisti yoktu. 90’lardan itibaren Türkiye’de dönüşüm sağlandı. Şimdi öğrencilerim var, bütün kulüpler spor fizyoterapistleri ile çalışıyor. 1999’da Spor Fizyoterapistleri Derneğini de kurduk, Başkanıyım halen. Şu an çok gurur duyuyorum. Mesela Milli Basketbol Takımımızın fizyoterapisti Murat Menderes Çağlar, Fenerbahçe’nin fizyoterapisti Orhan, Beşiktaş’ın fizyoterapisti Aşkın, Trabzonspor ‘un fizyoterapisti Ferhat benim öğrencim. Süper Ligdeki ve Bank Asya’daki takımlarda hep öğrencilerim var.

FEDERASYONLAR: FUTBOLCULAR ALMANYA’YA GİDERDİ

Ankara’da 1982-1983 yıllarında açılan GSGM Sağlık Eğitim Araştırma Merkezi SESAM’ın tedavi ünitesini ben kurdum. Orada şimdi iki öğrencim çalışıyor. Gençlik Spor Genel Müdürlüğü’ne de bu kanalla girip bütün federasyonların sağlık kurullarında fizyoterapist olması gerektiğini anlatmaya çalıştım. Sekiz yıl kadar Genel Müdür’e Sağlık Yüksek Kurulu olarak danışmanlık yaptık. Aynı zamanda Türkiye Futbol Federasyonu Sağlık Kurulu üyesiyim. Artık fizyoterapistler, spor hekimleri, doktorlarımız, ortopedistlerimiz, kardiyologlarımız, spor alanında uzmanlaştı. Tezimi bitirip hastaları almaya başladığımda hakikaten voleybolcular ve basketbolcular ilk etapta çok inandılar. Ama maalesef futbolcularda, o zaman Almanya’ya gitme ekolü vardı. Hatta Trabzonspor’un sporcularından, şimdi ismini vermeyeceğim, Almanya’da ameliyat olmuştu. Ben hiç sıcak uygulamadım, soğuk tedavisini başlattım. O futbolcu bana gelmedi ve sonra spora devam edemedi yanlış uygulamalar nedeniyle. Gençlerbirliği’nin sporcularını hep buraya getirmiş, İlhan Cavcav bize güvenmiştir. Artık futbolcular da bize güven duyuyor.

KİTAPLARIM: SPORCU YARALANMALARININ TEDAVİSİNDE İLERLEDİK

İlk kitabım “Spor sakatlıklarında bantlama” hakkında. Şu an çok moda ama 1992’de bu kitabı yazarken Türkiye’de pek bilinmiyordu. Ondan sonraki kitabım, “Spor Yaralanmalarında Fizyoterapi Rehabilitasyon Prensipleri .” O da alanında ilk. “Egzersiz” kitabımızda da özel egzersizler, yaralanmalarda yapılacaklar anlatılıyor. Son kitabım “Engelsiz bir yaşam için egzersiz ve spor.” Türkiye’deki 2 milyon bedensel engelliye ulaşması en büyük hedefim. Sporcu yaralamalarının tedavi ve rehabilitasyonunda epeyce aşama kaydedildi. Eskiden en küçük bir yaralanmada bile sporcu o sporu yapamaz hale geliyordu. Bunu hakikaten övünerek söylemek istiyorum: Burada kurduğum ünite ve ekip, dünyada sporcu sağlığı merkezleri içinde örnek gösterilen bir yer. Uygulama merkezlerine tezlerle, araştırmalarla, projelerle yol gösteriyoruz. Mesela FİFA’nın fizyoterapisti Mario Bizzini çok yakın arkadaşım. Şu anda futboldaki F-Marc 11 + diye bir koruyucu programı geliştirdiler. Bu program TFF eğitim programları aracılığıyla futbol kulüplerine öğretilecek. Futbol yaralanmalarını önleyen egzersizler olarak antrenman programlarına girecek bunlar. Bu programın uygulanması sporcu yaralanmalarını önleyecek. Biliyorsunuz, sporcu yaralanmalarının maliyeti yüksek. Manuel terapi içinde yer alan mobilizasyon ve manipülasyon yöntemleri var yumuşak dokuya yaptığımız. İngiltereye gidip onları öğrenen ve Türkiye’de ilk kursu düzenleyen kişiyim. Fizyoterapide kullanılan en etkin yöntemlerden biridir.

DOPİNG: MERKEZİMİZ YENİDEN AKREDİTE OLACAK

Hacettepe’de Türkiye Doping Merkezi Yönetim Kurulu üyesiyim. Doping merkezimizde bir problem oldu geçen yıl. Hacettepe’nin çok emek verdiği ve akredite olduğu merkezimizin maalesef bir ölçümünün yorumuyla ilgili bir hatadan dolayı çıktı bu olay. Dünya Anti-Doping Komisyonu’nun da bize destek vereceğini ümit ediyorum; yeniden akredite olmak için hazırlıklar yapılıyor. Üniversitemiz bu konu üzerinde duruyor hassasiyetle. Burası Türkiye’de WADA’dan akredite tek merkezdi Türkiye’de. O bakımdan son derece önemli. WADA diyor ki sporculara, “Sorumluluk sana ait. Temiz sporcu olmak istiyorsan bu kurallara uyacaksın. Cezalandırılacağı zaman, ‘Antrenörüm vermişti, ben bilmiyordum’ gibi savunmaları kabul etmeyiz.” Doping Merkezindeki bilimsel çalışmalar beni de ilgilendiriyor. Çünkü engelli-engelsiz, temiz sporcu olması için Dünya Anti-Doping Komisyonuna federasyonlar olarak imza verdik. Türkiye Bedensel Engelliler Spor Federasyonu ve Türkiye Milli Paralimpik Komitesi’nin Sağlık Kurulu Başkanıyım aynı zamanda. Şimdi biz temiz sporcu adına tüm sporcularımıza konunun ne olduğunu öğretmek durumundayız, bu bir eğitim meselesi.

ZORLUKLAR: ARTIK FİZYOTERAPİSTLER SAHADA

Sporcu tedavisinde en çok karşılaştığım zorluğu söyleyeyim size. Yumuşak doku o kadar kolay iyileşmez. Ama kulübü maça çıkmaya zorluyor. O da oynamak zorunda kalıyor, yeniden yaralanıyor. Kona, Gençlerbirliği’ndeki eski sporculardan. O burada tedavi olurken Fenerbahçe maçı vardı. Ben de Fenerbahçeliyim. İlhan Cavcav, “Oynasın mı Hocam?” dedi. Ben de dedim ki, “Hazır gözüküyor ama sahada bir rahatsızlık hissederse elini kaldırdığında antrenör çıkartmak şartıyla oynasın.” Çıktı oynadı, 1-0 Fenerbahçe yenildi, Kona da golü attı. Cavcav da iki tepsi baklavayla geldi. Futbolcularımız o profesyonelliğe henüz ulaşmadı. Basketbol ve voleybolcular daha bilinçli. Şimdi eskiden ne doktor, ne fizyoterapist adı vardı; masörler televizyonlara çıkıp beyanat verirlerdi. 37 yıldır bu işi yapıyorum, son yedi yıldır artık haberlerde sporcuların fizyoterapistiyle sahada çalıştığı söyleniyor.

FİTNESS: OBEZİTE İLE MÜCADELE EKİBİNDEYİZ

Tabii sağlıklı yaşam, fitness konusuna da bulaştım. 1994 yılında Finlandiya’dan erişkinler için düzenlenen kurstan fiziksel uygunluk sertifikası aldım. Türkiye’de başka bir kişide olduğunu zannetmiyorum. Sağlıklı yaşam, herkes spor yapsın dendi ama bunun çeşitli riskleri var. Mesela 1960’larda Jean Fonda’nın çıkarttığı aerobik programları vardı. Televizyon programlardaki egzersizleri yapmaya çalışırken kalp krizi geçiren, tansiyonu yükselen, yaralanan çok hasta gördük. Aynı şey halı sahalar için de geçerli. Diyor ki, “Hadi gel bu hafta sonu oynayalım.” Ne kalp ve solunum sistemi hazır, ne kasları hazır ama gidip oynuyor. Maalesef betonun üzerine yeşil halıyı yapıştırıyorlar güya halı saha oluyor. O yüzden kas, tendon, bağ kopmaları, kırıklar oluyor. Halbuki dünyada 10 kat şoku absorbe eden halı saha sistemleri var. Bir de spor merkezleri arttı. Ankara’daki bir spor merkezine gelen 200 kişi üzerinde testler yaptım; 100 kadın, 100 erkek. Hakikaten sağlığa katkısı var mı diye. Maalesef ortalamanın altında çıktı fiziksel uygunluk düzeyleri. Ne yaptıkları aerobik egzersizler, ne esneklik egzersizleri. Kendim de gitmiştim, birçok merkezde herkese aynı program uygulanıyor. Herkesin vücut yapısına göre özel program gerekli. Bakın koroner arter hastalığı riski taşıyorsunuz yüklü bir egzersiz yaparak kalp krizi geçirirsiniz. Sağlık durumunuz ve fiziksel uygunluk düzeyinizin bilinmesi şart. Spor merkezleri sistemli çalışmalı. Sağlık Bakanlığı obezite ile mücadele için ciddi bir çalışma ekibi kurdu. Bu eylem planında öğrencim olan Prof. Dr. Gül Baltacı ile beraber çalışıyoruz.

ENGELLİ SPORU: LONDRA’YA 43 SPORCUYLA GİDİYORUZ

Ailemde engelli yok benim. Fakat engelli sporu çok dikkatimi çekti. 1990’daki Spor Şûrasına engelliler sporu başlığı konulmuştu. Oraya iki tebliğ hazırladım, kurullarda çalıştım. 1991’de Türkiye Özürlüler Spor Federasyonu kuruldu. Fakat böyle ilerlemesi zor oldu. 2000 yılında görme, işitme, bedensel ve zihinsel engelliler ayrılarak ayrı federasyon olunca ben bedensel engellilerde kalmayı tercih ettim. Türkiye Bedensel Engelliler Federasyonunda sağlık, eğitim ve klasifikasyondan sorumlu Asbaşkanım. 2000 yılında Sydney Paralimpik Oyunları ciddi tecrübeydi. Bir yüzücüyle gitmiştik. İşte beğenmiyoruz ya Ortadoğu ülkelerini, örneğin İran 50 sporcuyla gelmişti. Federasyon olarak ilk defa Ankara’da Türkiye Tekerlekli Sandalye Basketbol Şampiyonası düzenledik biz. Gelen basketbol hakemleri ilk defa tekerlekli sandalye basketbolu görüyorlardı. “Hocam, nasıl düdük çalacağız?” dediler. Nereye düdük çalıyordunuz? Gövdenin üstüne. Burada aşağıya bakacaksınız, sandalyelere. Öyle başladık. Ama bugün Ağustosta yapılacak 2012 Londra Paralimpiklerinde düdük çalacak düzeyde hakemimiz var; Nurettin Bilmez. Erkek tekerlekli sandalye basketbol takımımız ilk defa paralimpiklere gidiyor. Görme engelliler Goal Ball takımımız da. Bu önemli bir başarı. 2004’de Atina’ya gidildiğinde sekiz sporcumuz vardı. 2008’de Pekin’e 16 sporcuyla gittik, iki madalya getirdik. Atina’dan Korhan Yamaç; hem altın, hem bronz getirdi. Gizem Girişmen okçulukta altın, Neslihan Kavas masa tenisinde bronz madalya getirdi. Londra’ya görme engelliler hariç 43 sporcuyla gidiyoruz. IWBF’nin (Uluslararası Tekerlekli Sandalye Basketbol Federasyonu) kurslarında gümüş denilen birinci basamağı geçtim, 2003’te de altın seviyeye ulaştım ben de. Yurt dışındaki müsabakalarda uluslararası klasifiker olarak çalışıyorum.

KADIN: TEKERLEKLİ SANDALYE BASKETBOLUNU GELŞTİRECEĞİZ

2011 yılında IWBF, Gelişim Komisyonu Avrupa Kadın sorumlusu olarak beni seçti ve Avrupa’da engelliler sporunda kadın sporcu ve kadın idareciyi artırma görevi verdi. Pekin’de aldığımız madalyanın ikisi de bayanlardan. Engellilerin evlerinden çıkıp topluma katılmaları için önemli bu sonuçlar. Turnuvalarda, sandalyesiyle tek başına yaşıyor, uçağına binip geliyor. Atıcılarımızdan Aysel, Pekin’de tek başına her şeyi başarabileceğini gördü. Kendine güvenmeyi öğrendi ve Pekin’de paralimpiklerde 8. oldu, şimdi Londra’daki engelliler olimpiyatına gidiyor. Engelli genç kızlarımızın illa profesyonel sporcu olmaları gerekmiyor ama hayattan zevk almaları ve bağımsız yaşayabilmeleri için spor yapmaları gerek. Güneydoğu’da yaşananlardan dolayı gelen çok engellimiz var. Ankara İl Temsilciliği yaptım engellilerde. Saray ve Aydınlıkevler’deki zihinsel engelliler okulu ve başka görme, işitme ve bedensel engelliler okullarında sportif aktiviteler başlattım. Zihinsel engelliler okuluna haftada yarım gün beden eğitimi hocası olarak gittim. Çocuklar eğitildi ve ilk defa 23 Nisan törenlerinde diğer çocuklarla beraber aynı hareketleri yaptılar. Çok üzülmüştüm, bir hoca, “Şimdi bu çocuklar, görüntüyü bozmayacaklar mı?” dedi. Ben dedim ki, “Bu çocuk bayramı. Engelli-engelsiz diye ayırt edemezsiniz.” IWBF’nin Brugge toplantısında bayanlarda tekerlekli sandalye basketbolunun geliştirilmesi için bana bir Avrupa projesi yapma görevi verildi. Pilot bölge olarak Türkiye’yi seçtim. Onunla ilgili çalışmaları başlatıyorum.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 25 MART 2012

© 2019 Faruk Bildirici - Medya Ombudsmanı. Tüm Hakları Saklıdır.