NEFRET SÖYLEMİNE DİKKAT

...

“Taraftarlar, piste koştu ve bize doğru deli gibi geldiler. Gerçekten çok korkutucu idi. Biz soyunma odalarına doğru koştuk. O anda tek isteğimiz eve dönmekti. İki uzun saat dolaplı odada çok zor durumda kaldık.”

Bu cümleleri, Pınar Karşıyaka takımı oyuncularının Kıbrıs’taki olay sonrasındaki anlatımlarından aldığımı sanabilirsiniz. Ama değil. Bu cümleler, İsrailli basketbolculara ait. Hasharon takımının, geçen yıl Ankara’da Türk Telekom ile oynadığı maçta seyirciler, “Yahudilere ölüm” sloganları atarak saldırmışlardı. İsrailli basketbolcular, polis koruması altında salondan güçlükle çıkarılmış; Türk Telekom’a bu olay nedeniyle bir maç saha kapatma ve 15 bin Euro da para cezası verilmişti.

Bu yıl temmuz ayında Avrupa Kadınlar Voleybol Ligi Finalleri için Ankara’ya gelen, İsrail Kadın Voleybol Milli Takımı da pek öyle dostane bir karşılama görmemişti. İsrailli kadın voleybolcular, Sırbistan ile seyircisiz salonda maç yapmak zorunda kalmış, buna rağmen kimi fanatikler polis barikatını aşmaya çalışmış, salon önünde olaylar çıkmıştı.

Bu iki maçta olay çıkaranların Türkiye’de yaşayan herkesi temsil ettiği, aynı duyguları paylaştığı söylenebilir mi? İsrail gazeteleri, bu çılgınların yaptıklarına bakıp “Türkler barbar” diye yazsaydı doğru olur muydu?

Elbette hayır! O saldırganlara bakıp hepimizi yaftalamak doğru olmazdı. Hep birlikte isyan ederdik o suçlamalara. Ama ne yazık ki, şimdi Kıbrıs Rum Kesimindeki Apoel maçında Türk basketbolculara saldırılar olunca yakın geçmişteki Türkiye’de yaşanan bu olayları unuttuk. Neredeyse kendimizi kaybettik. Bazı politikacılar çıkıp, bu olayı “Rumlar ile AB içerisinde bir arada yaşayamayacağımızın göstergesi sayıyor; bazı gazeteciler de bütün Rumları “barbarlık” ile suçluyor. Hatta kimileri bu saldırıyı, “Rumların Kurtuluş Savaşı’ndan kalma intikam duygusuna” bile bağlayabiliyor.

Halbuki İsrail (ve hatta iki İngiliz taraftarın İstanbul’da bıçaklanması) örneklerinde görüldüğü üzere nasıl Türkler içinden çılgın fanatikler çıkıyorsa Rumlar’ın arasından da çıkabiliyor. Bir grup fanatiğin yaptığını bir ulusun tamamına mal etmek büyük bir haksızlık. Doğrusu, o olayı kendi içinde değerlendirip, eleştirmek. Aksi halde, bir ulusa karşı nefret duygularını beslemiş, toplumda zaten var olan önyargıları güçlendirmiş oluruz ki, doğacak sonuçlar hepimizin canını sıkar.

Malum, nefret söylemine duygular yön verir. Gazetecilik ise duygularla değil, akılla yapılması gereken bir iştir. Biz gazeteciler, böylesi kritik olaylarla ilgili değerlendirmelerimizi kağıda dökmeden önce bir kez daha düşünmeliyiz.

Düşmanlık tohumu ekmek, gazetecilere yakışmaz. Sokaktaki fanatikten bir farkımız olmalı.

Faruk BİLDİRİCİ / 27 Aralık 2010