MİLLİYETÇİLİK GÜNAHTIR

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 133

MİLLİYETÇİLİK GÜNAHTIR

O gün güneş, Erivan’ın üzerinde takılıp kalmıştı. Sıcak, öğleyin kentin hücrelerine dek sinmiş, sokaklar ıssızlaşmıştı.

Taşnaksutyun partisinin kapısındaki genç de güneşten payına düşeni almış, pelte gibi yayılmıştı sandalyesine. Gözlerini güçlükle açık tutuyor, uyumamak için büyük çaba harcıyordu.

İçeri adım attığımızda da rehavetini bozmadı. Ne zaman ki, Türkiye’den geldiğimizi duydu, o zaman dağıldı uykusu. Ayağa dikildi, bıçak gibi keskin bakışlarını gözlerime dikip hiç ayırmadan baktı bir süre.

Kara gözlerinde yüzümü gördüm. Nefret, kin, düşmanlık okunuyordu gözbebeklerinin ışıltılarından. Orada parçalayabilirdi beni. Belli ki beyninin kıvrımlarından geçen de buydu ama bir yandan da durumu kavramaya çalışıyordu. Bir Türk gazeteci hangi cesaretle, neye güvenmiş de gelmişti Taşnaksutyun Partisi Genel Merkezi’nin kapısına?

Nice sonra kendisinin karar veremeyeceği bir durum olduğuna kanaat getirmiş olsa gerek ki. "Burada bekleyin, haber vereyim" deyip gitti. 15 dakika kadar geri döndüğünde biraz daha yumuşamıştı yüz çizgileri.

Önümüze düştü, bizi partinin bir numaralı ismi Arman Rostonyan’a götürdü. Koridorlardan geçerken aniden MHP Genel Merkezi’ni anımsadım. Karşılaştığım insanlar, bayrakların bolluğu, afişlerdeki resimler hemen her şey bana MHP’yi anımsattı. İnanılmaz bir benzerlik vardı Taşnaklarla Ülkücüler arasında. Yürüyüş tarzları, bıyıkları, konuşma tarzları hepsi birbirine benziyordu. Neredeyse tek fark onların Ermeni olmasıydı.

Rostonyan ile konuşurken bir an gözlerimi kapatıp karşımdaki kişinin Türkçe konuştuğunu hayal ettim. O zaman emin oldum, bir Ülkücü ile Taşnak arasındaki tek fark dilleri ve cümlelerindeki öznelerdi. Yüklemleri ve de seslerindeki şiddet aynıydı.

O sıcak öğleden sonra yeniden Erivan sokaklarına döndüğümde milliyetçinin Ermenisi ile Türkü arasında bir fark olmadığına iyice kanaat getirmiştim artık. Başka ulusa düşmanlıktan hayat bulan milliyetçilerin hepsi birbirine benziyordu. Nefret onların bütün davranışlarına siniyordu.

İki yıl kadar önce gitmiştim Erivan’a. Taşnaksutyun partisi genel merkezinde edindiğim bu izlenimi yeniden hatırlamamı sağlayan Kıbrıslı bir piskoposun Post Express dergisinde yayımlanan söyleşisi oldu.

Meğer sadece milliyetçiler değil din adamları da birbirine benzermiş. Hangi dine inanırlarsa inansınlar, hangi ulustan olurlarsa olsunlar aralarındaki benzerlik yadsınamazmış.

Üstelik bu saptamayı yapan, bir din adamıydı. Omorfo Piskoposu Homeros Massuras Neophytos, katıldığı bir etkinlikte Kos adası imamı Şükrü Damatoğlu’nu dinlemiş, "ona bir tür akrabalık" hissetmişti. "Elbette doğmalarda farklılıklar vardı ama yürekler aynıydı" diyor; dini inancını, ulusal kimliğinin önüne koymakta tereddüt etmiyordu:

- Tüm dinlerde biz ancak Tanrı’ya inanırız. Elbette ülkemizi severiz ama ülkemize tapınmayız.

Açık görüşlü, Türklerle barış yanlısı bir din adamı olarak, "Milliyetçilik günahtır" diyordu Piskopos. Ona göre, Rum Ortodoks Kilisesi milliyetçilik yoluna saparak günah işlemişti! 1922’den önce Kıbrıs’ta Rum milliyetçiliği olmadığını vurguluyor; bu günahın işlenmesinin nedenlerini bilim adamına yakışacak denli nesnel bir dille açıklıyordu:

- Kıbrıs, aynı İzmir, Beyrut, İskenderiye gibi Ortadoğu’nun parçasıydı. Kıbrıs’taki tüm piskoposlar ve başpiskoposlar Fener Patrikhanesiyle yakın ilişki içindeydi.

1922’den sonra Kıbrıs bu bağlantıyı yitirdi ve tek bağlantısı Atina ve oradaki Yunan devleti oldu. Papazlarımız eğitim için Yunanistan’a gitmeye başladı. Oysa daha önce İstanbul, İzmir, Küçük Asya, Suriye’deki Ortodoks kiliselerinde eğitim görmekteydiler. Ancak Yunanistan’da eğitim görmeye başladıktan sonra Kıbrıs’a dönüşlerinde etnosentrizm özelliği taşıyan yeni bir etos’u da birlikte getirmeye başladılar.

Piskopos Neophytos’un söylediklerini, bugün Türkiye’yi yönetme iddiasında olanlar, politikacılar, aydınlar dikkatle okumalı bence. Türkiye’yi yönetenlerin Fener Patrikhanesi’ne baskı yapıp, İstanbul sınırlarına sıkıştırmanın, Kıbrıs Ortodoks Kilisesi ile bağını koparmanın böyle bir sonuca yol açtığından haberi olduğunu hiç mi hiç sanmıyorum.

Bırakın AKP’lileri, sosyal demokratlarımız bile Fener Patrikhanesi’ne, Piskopos Neophytos kadar geniş bir pencereden bakamıyor. Bunun kanıtı da CHP İstanbul Milletvekili Onur Öymen’in, 10 Haziran’da TBMM’ye verdiği soru önergesi.

Neymiş efendim, "İstanbul Patriği" konferans davetiyesine neden "ekümenik patrik" (evrensel patrik) sıfatını koymuş? Lozan anlaşmasına göre bu sıfatı kullanamazmış!

Keşke sadece din adamları ve milliyetçiler değil de bütün ülkelerin sosyal demokratları da birbirine benzese. Hiç olmazsa bir piskopostan daha muhafazakâr sosyal demokratlara mahkûm olmaktan kurtulurduk...

Faruk Bildirici / Tempo / 19-25 Haziran 2003