METİN ÜSTÜNDAĞ

...

Metin Üstündağ, bir karikatür üstadı. Hayatın içinde akarken akıntılara kapılmak yerine o mecradan birbirinden dinamik karakterler çıkarabilen bir yaratı adamı. Her daim genç kalan, her yeni işinde şaşırtmayı başaran, ama asıl olarak sıradanlıklardaki komiklikleri keşfetmeyi bilen bir yüzey kazıcısı o. Kısacası, Met Üst o.

ARINÇ’IN TEKLİFİ: BAŞBAKAN GELSEYDİ BİZİ BİTİRİRDİ

Başbakan Erdoğan’ın Penguen’e açtığı davadan beraat ettik. Sadece başbakana karşı değil CHP’ye, Genelkurmay’a karşı da çok sert karikatürlerimiz oldu. Bütün siyasilere ya da iktidar kurumlarına karşı aynı mesafedeyiz. Bizim kendimizi yakın hissettiğimiz tek alan hayat ve sokak. Bunu çizdiğimiz karikatürlerde, kapaklarda da gösteriyoruz. Birini körü körüne tutmak veya habire sebepsiz yere eleştirmek mizahın gücünden ve inandırıcılığından kaybettirir. CHP’nin davetine çağrıldık, gitmedik. Başbakanın toplantısına çağrılmadık. Çağrılsak da gitmezdik. Şahsi değil, mizahın siyasetçilere mesafesiyle ilgili bir durum bu. Bülent Arınç, Başbakana “Gel baklavayı alıp, Leman ve Penguen’i ziyarete gidelim” demişti ya. Biz çok korktuk o zaman. Gelselerdi bizi bitirirlerdi. Bülent Arınç çok bitirici bir insan zaten. Aramızda çok konuştuk. Hatta temsili oynadık da. Kapıyı mı kapatacaktık, evde yokuz mu diyecektik, ne yapacaktık? Don atlet sabahlamışız, herkes uçuyor. Çok sefil bir haldeyiz. Zil çalıyor, ınınınıım karşımızda başbakan ve Arınç!! Aboo!! İyi ki Arınç’ın aklına uymamış sayın başbakan.

RADİKAL: BİZ CAZ MÜZİSYENLERİ GİBİYİZDİR

Daha önce Hürriyet’te çalıştım. Ertuğrul Özkök çok uğraştı ama biz gazetenin o zamanki yapısına uyum sağlayamadık, ayrıldık. Sonra başka günlük gazetelerde yer aldım. Cumhuriyet, Birgün, Evrensel, Milliyet vs. Hiçbiri uzun süreli olmadı. Bu bütün dergi kökenli karikatürcülerin başına geliyordur; biz dergide çok özgür çalışıyoruz. Biz caz müzisyenleri gibiyizdir; bir gece sabaha kadar yazıp çiziyoruz, sonra on gün ortalıkta yokuz. Günlerce gelmeyince yazıp çizmeyi de özlüyorsun; dışarıdan, hayattan, sokaklardan dolmuş olarak geliyorsun. Bu özgürlük gazetelerde yok. Gazete, karikatürcüye bıkkınlık veriyor, olmuyor. Yazıişleri’nin boğuntulu gündemi, karikatürcüyü de boğuyor, fark etmiyorlar. Biz ömrümüzü her gün Kılıçdaroğlu veya Erdoğan düşünerek geçirmiyoruz ki, onlar bizim için sadece derginin üç sayfasından ibaret. Diğer sayfalarda şırıl şırıl akan neşeli başka bir hayatımız var. Radikal için konuştuğumda bu sıkıntılardan bahsettim. Siyaset sırf politik figürler çizmek demek değil, ben daha derin bir şey yapmaya çalışıyorum. Gazete karikatürü boğucu bir hale geldi. Yani her gün bir lideri çizmek ne ki! Ben kişilerle köşelerle değil, zihniyetlerle ilgiliyim. Temel olanı, derinde yatanı, tabu olanı ortaya çıkarmaya çalışıyorum. Dergiye nasıl çalışıyorsam Radikal’e de o özgürlükle çalışacağım. Bir de bu ekip bana çok büyük saygı sevgi gösteriyor, dinliyor. En önemlisi de bu.

SİYASİ MİZAH: BİRAZ LÜKS, MİZAHÇILARIN DA HAKKI

Siyasetçiyle karşı karşıya gelmekten kaçınmıyoruz. Siyasi mizahın dergiler dışında bir azalışı var. Eskiden barlarda, gazinolarda, televizyonda siyasi mizah yapılırdı. O kayboldu. Ekmek yok herhalde! Bir de eskiden iki kutuplu ve çok netti dünya; Sosyalizm, kapitalizm. Mizah da yapısı gereği sosyalizme daha yakındır, hep ezilenin yanında olduğu için. Şimdi dünyanın bir kanadı gittiği için belki daha yukardan bakmak gerekiyor. Eskiden kolaydı. O eski siyasi mizahda bir amigo havası da vardı. Sahne komedyenlerinin korktuğu için siyasi mizah yapmadıklarını sanmıyorum. Vizyonla ilgili bir durum var galiba. Gazete karikatürü gibi belki o anlayış da eskidi. Arz talep meselesi. Ayrıca iyi yaşamak, biraz lüks mizahçıların da hakkı.. Para ve lüks değil konu, onlar için ödediğin bedel. Yoksa biz madenciler gibi çalışıyoruz. Biraz lüks, mizahçıların da hakkı.

KARAKTERLERİM: ŞAHLANACAKLARI DÖNEMDE ÖLDÜRDÜM

En uzun çalıştığım dergi Penguen oldu. Son durağımız burası olacak herhalde. Ben kendimi de okur yerine koyduğum için bir dergide çalışırken bir süre sonra kendimden de arkadaşlarımın yaptıklarından da sıkılıyorum. Dolayısıyla yarattığım karakterlerin hiçbiri uzun ömürlü olamıyor. Oğuz abiye imrenirdim, Avanak Avni’yi ölene kadar sürdürdü. Benim karakterlerim en fazla üç yıl falan yaşamıştır. Belki de en şahlanacağı bir dönemde öldürdüm onları. Çok da dergi değiştirdim. Ben karikatürü hiçbir zaman iş gibi görmedim. 30 yıldır hep ilk üç beş karikatürcü içinde yer alırım. Hiç aşağı düşmem. Okurun sizi nerede tuttuğunu imza günlerinden, kitap satışlarından anlarsınız. Benimle başlayan ama şimdi hiç adı sanı duyulmayan arkadaşlar var. Futbolculuk, mankenlik ve mizahçılık, üçü de çok acımasız. Hep genç olmak zorundasınız. Biyolojik olarak yaşlanabilirsiniz ama beynin, bakışın hiç yaşlanmaması gerekiyor.

OĞUZ ARAL: PAZAR SEVİŞGENLERİ GIRGIR’DA BAŞLADI

Çarşaf’ta 15 yaşında yıldız bir karikatürcüydüm, Gırgır’a geldim sonra. Efsane bir kadro vardı o zaman Gırgır’da, 700 bin sattığı dönem. Korktum. Nereden buraya geldim buraya. Tam geri dönecektim bir gece Oğuz abi beni odasına çağırdı. Oğuz abi insan sarrafıydı. Masasının üstünde istiflediği karikatürleri gösterip. “Oğlum sen ne yapıyorsun? Siyasi karikatür diye Süleyman Demirel ile Nazmiye Demirel’i elele kırlarda gezerken çiziyorsun, böyle siyasi karikatür mü olur?” dedi. Tabii gençlik, daha 18 yaşındayım. “Sana bir köşe verelim debelen bakalım” dedi. “Metin’in Aşıkları” köşesi böyle çıktı. O köşedekiler, Pazar Sevişgenleri’nin ilk hali aslında. Kenar mahalle sevgilileri. Sonra Limon, Deli, Leman falan başka dergilere çıkardık. Türkiye’de aile içi cinayetlerin en yoğun olduğu gün Pazar günüymüş. Pazar aile üyelerinin mecburen bir arada olduğu gün. O günün geriliminden beslenen çok sert ama komik karikatürler çizmeye başladım. Oğuz abinin saptadığı yoldan gittim ama çok geliştirdim. O kadar çok psikoloji, sosyoloji öğrencisi Pazar Sevişgenleri üzerine tez konusu yapıyor ki. İki ayda bir bu konuda söyleşi yapıyoruz.

DAVA : MAHKEME KARARIYLA FEMİNİST OLDUM

Eski karikatürcülerde özellikle güzel kadın çizmek diye bir şey vardır. Ben güzel kadın çizemiyorum. Kadını hayattaki insan haliyle çizmeye çalışıyorum. Pazar Sevişgenleri’nde daha çok kadınların tarafından bakıyorum. Kitap toplatıldığı zaman “Bu patates tipler halkın ar ve haya duygularını etkiliyorsa vay o insanların haline” demiştim. Biz karikatürcüler mahçup insanlarızdır. O dava boyunca karikatürlerim üzerine konuşuldukça çok utandım. Hâkim kadındı. Dava gitti geldi, bilirkişiye kaldı. Sonra benim tarafımı tutan çok feminist bir rapor geldi bilirkişiden. Mahkeme kararıyla feminist oldum yani. Beraat ettik. Benim çok davam oldu. Adımın “met üst” olmasının sebebi de bu davalar. Limon dergisinde çok sert muhalefet yaptık biz. Orada hepimiz mimlendik. Sonra kurduğumuz Deli dergisinin binası adliyeye yakındı. Ben ve birkaç arkadaş, dergiye gelmeden önce adliyeye gidip ifade verirdik. O yıllarda öldürülecekler listeleri gelirdi gazetelere. Bir listeye beş ismimle girmiştim; Metin Üstündağ, Mansur Şebboy, İmgehan Lirikboy, Albert Kamu Vicdanı ve Kinyas Bülbül! O grubu uçurursak mizah diye bir derdimiz kalmayacak diye düşündüler herhalde. Ben de “Met Üst” yaptım adımı, Polonyalı bir karikatürcü sanılsın, dava açılmasın diye.

ERZİNCAN: ORADA ÇOCUK FELCİ OLDUM

Erzincan’da sekiz yaşına kadar kaldım. Ama belleğimde oradaki günlerden çok bir şey kalmadı. Ben orada çocuk felci geçirdim. Maalesef orasıyla ilgili çok fazla iyi şeyler hatırlamıyorum. Tabii coğrafyanın bir suçu yok bunda. Şimdi yürürken hafif aksıyorum. Ben asıl İstanbul’da Nişantaşı’nda yaşadım, hayatımın en uzun dönemi buralarda geçti.

AKADEMİ: DİPLOMASIZ HOCA OLDUM

Akademide tiyatro dekor bölümündeydim. Hilmi Yavuz, Cevat Çapan benim hocalarımdı. Gırgır’da sabahlıyor, kütüphanede uyuyordum. Devamsızlıktan atılacaktım, kendim ayrılmak zorunda kaldım. Sonraki aflarda da geri dönmedim. Çünkü soğudum oradan. YÖK bitirdi orayı. Akademinin bohem ve özgür bir havası vardı, hocalarla beraber balık tutup, mangal yapıyor, şarap içiyordunuz. Ben eğitiminden çok havasını sevmiştim okulun. O hava da bozulunca soğudum.. Zaten hocalar bana “Oğlum biz sana ne öğreteceğiz her şeyi biliyorsun gel asistan ol” diye takılıyorlardı. Ben de ayrıldım. Ama ders vermek ve work shop yapmak için çok çağrıldım üniversitelere. Hoca mertebesine ulaşmışım zaten. Gittiğimde oralarda hocam diye karşılıyorlar. Diplomasız hoca oldum yani.

DEDEM KÜFÜRBAZDI: KÜÇÜKKEN AYIP MAYIP BİLMEZDİM

Ailemde karikatür çizen yoktu. Dedelerim çok ilginçti, mizahçılık onlardan geçmiş olabilir bana. Bir dedem sanatçıydı; marangozdu çok güzel, çok ince işler yapardı. Bir dedem de küfürbazdı; sabah akşam küfür ederdi. Küfür onda merhaba gibi her cümlenin başı. Dolayısıyla ben öyle bir ortamda yetiştim ki, ayıp mayıp bilmedim. Su isterken bile küfür ederdi rahmetli. Ayrıca mizah özünde bir savunma sanatı. Her çocuğun başına gelmeyecek şeyler başıma geldiği için aklım onları baştan savmak için komikleştirmiş olabilir. Bütün mizahçılarda vardır bu aslında. Bizim aklımız delirmememiz için o gerçekliği komik hale getirip ezmeye çalışır. Sonra da o travmalardan bir sanat çıkarırız.

İNTERNET YALANLARI: CAN BABA İLE KARŞILIKLI ETKİLENDİK

Can baba hayattayken hep “Ömrüme on yıl kattınız. Keşke sizinle daha evvel karşılaşsaydık” derdi. Hiç yaşlanmayan, şiiri iş gibi düşünmeyen, yeri gelince yazıp 20 gün yazmayan, bizim kafada biriydi. Bizim ortamımızı çok sevdi. İnternette ikimiz hakkında bir hikâye var. İşte ben, Can babanın bir yazısını Leman’ın arka sayfasına koymuşum da Can Yücel de, “Benim yazımı arka sayfaya koyan bilmem ne” demiş de. O kadar eksik ki. Ben hiçbir zaman Leman’ın editörü olmadım bir kere. İkincisi o hikâye sonrasıyla güzel. Duygu Asena’yla ilgili de bir Can baba hikâyesi dolaşıyor internette. Duygu bir şey sormuş da Can baba küfürle cevap vermiş falan. Can baba bu yalanları yayanlar kadar seviyesiz biri değildi ki.

USTALARIM: AZİZ NESİN ALTERNATİF BİR OKULDUR

Aziz Nesin ustalarımdan biridir. Ustadan öte biridir benim için. Çizgi tarafımı Oğuz Aral’dan geliştirdiysem yazılı tarafıma da Aziz Nesin’in çok katkısı olmuştur.. Bu sadece benim için değil bütün kuşağımız için geçerlidir. Aziz Nesin alternatif bir okuldur. Kişi olarak da çok enteresandır. Aklıma geldiğinde hep şaşırırım, burnum sızlar. Canım sıkıldığında böyle özlemini duyduğum gidip konuşayım dertleşeyim dediğim üç beş kişi vardır. Aziz Nesin, Ece Ayhan, Cemal Süreya ve Can Yücel. Aziz Nesin ile bir dergide çalışamamış olmanın üzüntüsünü duyuyorum. Turnusol kâğıdı gibi bir insandır Aziz baba.

TELEVİZYON: MİZAHTA RİSK OLMAZSA ANLAMI YOK

Televizyonda yayınlanan Plastip Şov, Ne Haberler siyasi bir şovdu ve riskliydi. Ben riski severim. Mizahta risk olmazsa hiçbir anlamı yok benim için. Pazar Sevişgenleri’nde de risk var. Edebiyat ile mizahı buluşturup ÖKÜZ diye bir dergi çıkarmak da çok riskliydi. Ben hiçbir zaman okuru müşteri yerine koymadım. Bana nasıl davranılmasını istiyorsam okura da öyle davrandım. İmzamı attığım her işe çok titizlendim, çok riske girdim. Yazılarım hiçbir türe sokulamıyor, bir risk! Mizah dergisinde haiku yazıyorum, bu da risk! Ama ben aldığım tüm risklerin semereresini de gördüm, görüyorum da. Rızkım, riskten oldu hep.

NOKTALAMA İŞARETLERİ: ÜNLEMİ ÇOK SEVİYORUM!

Ünlemi çok seviyorum. Çünkü ünlem, emin olmamak demek benim için. Bir mizahçının asla emin olmaması gerekiyor. Eğer imla işaretleri ilerde özelleştirilecekse şimdiden ünleme talibim. Ünlemin belirsiz ve kurtarıcı bir tarafı da vardır ayrıca. “Orada ünlem var şaka yapmışım” da olabilir, “Orada ünlem var oğlum ciddi konuşun” da olabilir. Soru işareti ve nokta çok tehlikelidir. Üç nokta, bir nokta hep vardı ama yan yana iki nokta yoktu, onu ben uydurdum. Hep küçük harfle yazmayı önce grafik tasarım olarak düşünmüştüm. Sonra üslubum oldu.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 24 HAZİRAN 2010