MEHMET GÖRMEZ

...

Şimdi gözler, Diyanet’in üzerinde. Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’ndan boşalan göreve atanan Prof. Dr. Mehmet Görmez, nasıl bir Diyanet İşleri Başkanı olacak? Yeni dönemin ipuçları Görmez’in yaşamöyküsünde saklı. Hem zaten kendisi de hem eskiyi sahipleniyor, hem “farklılıklar” olacağının altını çiziyor.

ÇOCUKLUK: NAR BAHÇELERİNİ UNUTAMAM

Babamın büyük dedesi Nizamoğlu Mustafa, Sivas’ta dünyaya gelmiş. Halep livasına zabit olarak atanmış Osmanlı döneminde. Sonra da Gaziantep’in Nizip ilçesindeki toprak ve iskan reformunu gerçekleştirmekle görevlendirilmiş. Bu işi yaparken hem oradan evlenmiş, hem de toprak sahibi olup oraya yerleşmiş. O zamandan itibaren Nizipli olmuşuz. Nizip’in nar bahçelerini, zeytin, fıstık tarlalarını unutamam. Şakir amcamız vardı Fevkani mahallesinde, ona misafir olduğumda sabun kokuları dikkatimi çekerdi. Her evden burcu burcu sabun kokusu gelirdi. Bilgi peşinde koştuğum için çocukluğumu pek yaşayamadım.

BABAM: ASKERDEYKEN İMAM OLMUŞ

Babam Mehmet Şerif efendi namı diğer Anter Hoca, köyümüzün camisinde imamlık yapıyordu. Gençliğinde en büyük hülyası, bir İslam bilgini olmakmış. Bu imkâna ancak askerlikte kavuşmuş. 40’lı yıllarda Antalya’nın bir nahiyesindeki jandarma karakolunda görev yapıyormuş. Karakol komutanı bir askerin gece yarıları, gizli gizli köyde bir hocanın evine gittiğini tespit ediyor. Bunun üzerine çağırıyor, “Bu bilgileri almak istiyorsan ben sana her gün ders veririm” diyor. Bilmiyorum böyle bir olay bizim askeriyenin tarihinde var mı? Babam, “Başgedikli” derdi. Başgedikli, babamı her gün odasına alır, İslami bilgiler öğretirmiş. Askerlik bittiğinde babam köyünde imamlık yapacak donanıma gelmiş. Çocukken, evimizde bu başgedikliye çokça dua edilirdi.

EVDE İKİ DİL KULLANILIRDI: KÜRTÇE BİLİYORUM

Babaanne tarafım Kürt, anneanne tarafım Türk. Evde iki dil kullanıldı hep. Kürtçe biliyorum. Ancak uzun müddet unuttum. Şu anda kullandığım lehçeyi, yüzde 20-30 oranında hatırlayabiliyorum doğrusu. Doğu’nun bazı lehçelerini anlamıyorum. Bizimki yüzde 50 Türkçe kelimenin karıştığı bir lehçedir.

İLKOKULDAN SONRA: DÖRT YIL HOCALARA GİTTİM

Babam öğretmenle anlaşıp, beni beş yaşında ilkokula gönderiyor. Ama 10 yaşında diploma veremedikleri için mahkeme kararıyla yaşımı büyütüyorlar. 20 Ekim 62 doğumluyum ama nüfusta 1 Ocak 59 doğumlu yapıyorlar. İlkokul bittiğinde “Mektepli cahil olacağına alaylı alim olmanı istiyorum” dedi. Okula göndermedi önce. Klasik yöntemle İslam bilimi tahsil etmemi istedi. Önce Diyarbakır’da bir hocaya sonra Bitlis’in Adilcevaz ilçesindeki bir hocaya gönderdi. Dört yıl sonra artık, “Bu işin sonu yok mektepli olmam lazım” dedim. Gaziantep İmam Hatip Lisesi’ne kaydolmaya karar verdim. Okula kendi başıma gittim. Orada kayıt yapan bir hoca, velim oldu. İmam Hatip’e geldiğimde, orada öğreneceğim bilgileri önceden almıştım. Hocalara çok ilginç sorular sorardım. Dolu dolu, çok aktif bir öğrenciliğim oldu. Geçen gün sınıfın tamamı geldi, bir akşam beraber olduk, güzel hatıraları yadettik.

12 EYLÜL: EVREN’İ ELEŞTİRİNCE POLİSTE SORGULANDIM

Rahmetli Adil Özbek diye bir hocamız vardı. O vaaz verirken trafik durur, herkes hayranlıkla dinlerdi. Kendisi hacca giderken yerini bana bıraktı. Lise ikinci sınıfta öğrenciydim. Yıl 1982. Kenan Paşa, Urfa’da bir konuşma yaptı, “Peygamber zamanında tarak yoktu. Kadınların saçları yemeğe dökülüyordu. Bunun üzerine peygamberimiz kadınların başlarını örtmelerini emretti” dedi. Gençlik heyecanıyla vaaz verirken şu cümleyi kullanmışım. “Peygamberin zamanında fildişinden yapılmış muazzam taraklar vardı. Kim diyormuş tarak yoktu diye?” Bundan dolayı poliste sorgulandım. Badireyi ucuz atlattım.

İLAHİYAT: KURAN KURSU ÖĞRETMENLİĞİ YAPTIM

Hocalarım ısrarla “Sakın İlahiyat’a gitme ya hukuk ya siyasal oku” dediler. Ama ben başka alanlarda üçüncü dördüncü olacağıma kendi alanımda daha önde olayım istedim. 1982-83 öğretim yılında Hukuk ya da Siyasal’a girebilecek puanlarla Ankara İlahiyat Fakültesi’ne kaydoldum. İmam Hatip’teyken burs aldığım için üç ay Kırıkkale’de Kuran kursu öğretmenliği yaptım. Ancak fakülteyle beraber gitmeyeceğini anlayınca Diyanet’ten istifa ettim. Birinci sınıfta okurken bir gün imam aramak için gelen Afet İşleri görevlileriyle karşılaştım. Afet İşleri’nin ortasındaki ahşap camide 1.5 sene her Cuma, ücret almadan namaz kıldırdım, vaaz verdim. Ellerinde not defteri ve kalemle beni dinlemeye gelen bir cemaatim oldu. Oraya kadro verilince o fahri görevim resmiyete dönüştü. 1986’da Diyanet personeli oldum. Zaten bir yıl önce evlenmiştim, artık iş güç sahibi olmam gerekiyordu.

EVLİLİK: EŞİM SONRADAN ÖĞRENCİM OLDU

Eşimle aynı imam hatipte okuduk. Fakültede üçüncü sınıfta evlenme teklif ettim. O da bir şart koştu. “Üniversitede okumama izin verecekseniz evlenirim” dedi. Fakat ilk çocuğumuz oldu, sonra ailece Kahire’ye gittik, döndük ikinci, derken üçüncü çocuğumuz oldu. İsimleri Hümeyra, Müberra Nur ve Muhammed Burak. Hatice hanım vazgeçmedi, üç çocuğumuz da okullu olduktan sonra üniversite sınavına girdi. Tek tercihi vardı Ankara İlahiyat. Geldi bana öğrenci oldu. Hz. Ayşe’nin Kuran yorumu üzerine güzel bir master tezi hazırladı. Şu anda doktora tezi aşamasında. Çok kararlı, bu işi çok seviyor. Beni okutan o olmuştu, şimdi ben onu okutuyorum. Dostluk ve arkadaşlık üzerine kurulu bir evlilik oldu bizimki.

ÜNİVERSİTE: TATAR DEVLET ADAMI TEŞEKKÜR ETTİ

Üniversitede üst seviyede ders halkaları oluşturan ve kendi aralarında okumalar yapan bir arkadaş grubuyduk. O arkadaşlardan Prof. Dr. M. Emin Özafşar, yeni dönemde Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı. Kahire ve İngiltere’ye de beraber gitmiştik. Bir başka arkadaşımız Prof. Dr. Bünyamin Erol, Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi şimdi. Prof. Dr. M. Sait Hatipoğlu’nun son sınıflara verdiği derslere devam ederdik. Ona asistan olmayı ikinci sınıftan itibaren hayalime koymuştum. Fakülte biter bitmez master yapmak üzere müracaat ettim ve kazandım. Hatipoğlu hocamız bir kitap verdi. Peygamberin sünnetiyle ilgili bir kitaptı, yazarı da Musa Carullah Bigiyef’ti. Karşıma Kazan’da doğmuş, oraya sığmamış, Kahire, Hindistan, Arabistan’ı dolaşmış; Lenin tarafından hapse atılmış; Çin, Afganistan ve Türkiye’ye geçmiş, yüz kadar eser vermiş büyük bir insan çıktı karşıma. Master tezimi tespit etmiş oldum. Milli Eğitim Bakanlığı’nın bursuyla Kahire’ye gittiğimde amaçlarımdan biri konuşma Arapçamı geliştirmek, biri de oranın kütüphanelerinde Musa Carullah ile ilgili yayınlanmamış el yazması eserleri bulmaktı. Nitekim elimde yüksek lisans tezimle döndüm. Bu kadar ilgi çekeceğini düşünmüyordum. Bardakoğlu hocamızla ilk yurtdışı seyahatimizi Kazan’a yaptık. Tataristan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Akilov bir toplantıda ayağa kalktı, “Unuttuğu değerleri Tatar halkına hatırlatan Mehmet Görmez’e teşekkür ediyorum” dedi. Kitabım Rusça’ya çevrilmişti, oradan biliyorlardı.

PETERSBURG HAYALİMDİ: RUSÇA KURSUNA GİTTİM

Carullah’ı okurken, Kazan ve Petersburg’daki kütüphanede araştırmalar yapmak en büyük hayalimdi. Sekiz ay Rusça kursuna devam ettim. Rusya’ya gitmek için imkân arayışı içindeyken 1991’deki hac ibadeti akademik güzergahımı değiştirdi. Haccı bir gözleme dönüştürdüm. Dünya Müslümanları arasındaki ortak yönler ve farklılıkların, hadise dayandığını gördüm. Mina’da, Arafat’ta, üzerimde ihram, elimde büyük bir defter ve kalemle sabahtan akşama kadar değişik ülkelerden Müslümanlarla sohbet ettim. O sohbetlerim beni şuna götürdü; Hadis ve sünneti anlamakta sıkıntılar var. Sünneti anlamada ruhunu geride bırakmış bir şekilcilik, hadisleri anlamada ise lafızcı bir anlayış egemen. Zihnimi hazırlamış oldum. Doktora tezimin başlığı “Sünnet ve hadisin anlaşılması ve yorumlanmasında metodoloji sorunu” oldu. Eleştirel bir bakıştı. Diyanet Vakfı, o teze 1997’de İslam araştırmaları ödülü verdi. On kişilik jüride Mehmet Aydın, Ali Bardakoğlu ve İlber Ortaylı vardı. Hoca ile oradan tanıştık.

İNGİLTERE: HABERMAS, CHOMSKY VE GADAMER OKUDUM

Doktora tezimi hazırlarken Alman filozof Gadamer’den, Habermas’a, dilci ve felsefeci Chomsky’ye, İtalyan Betti’ye kadar pek çok filozofun çalışmalarını önce Türkçe okudum. Orijinal metinlerde zorlandığımı görünce “İngilizce eksik, bu olmaz” dedim. Bulduğumuz bir özel imkânla yine Özafşar hoca ile birlikte İngiltere’ye gittik. İngilizce kursuna devam ederken Londra Üniversitesi bünyesinde 1890’larda kurulan School of Oriental and African Studies’i (Doğu ve Afrika Araştırmaları Okulu) tanıyınca bir kez daha dünyam değişti, beş katlı bir kütüphanesi vardı. Her katı bir İslam bilimine ayrılmıştı. İngilizce kursunu unuttum. Bavul dolusu fotokopi çektim. Oradaki günlerimi unutamam. İngiltere’den sonra kendimi çok yoğun bir öğretim öğretim faaliyeti içerisinde buldum. Ahmet Yesevi Üniversitesi’nde telekonferans sistemiyle ders verdim. Hacettepe Üniversitesi sınıf öğretmenliği bölümündeki derslerden çok zevk aldım. Açık Öğretim ilahiyat Fakültesi programının hazırlanmasında görev aldım; televizyondan dersler verdim. Televizyon deneyimini oradan edindim. Sonra TRT’de dini programlar yaptık.

DİYANET: 21.YÜZYILIN DİYANET’İNE ÇALIŞTIM

Gazetelere, “Prof. Dr. Mehmet Aydın, devlet bakanı olduğunu öğrencisinden duydu” diye yansıdı o zaman. Televizyonlardan duyunca “Hocam hayırlı olsun” diye aramıştım. Hoca, o akşam Polisevi’nde bizi topladı; “Çocuklar, 21.yüzyılın Diyanet’i nasıl olur? Bana bir rapor hazırlayın” dedi. 15 gün Diyanet’e kafa yorduk, bir rapor hazırladık. Derken hocanın, Diyanet İşleri Başkanlığı için Cumhurbaşkanı Sezer’e götürdüğü dört isim arasında benim de olduğum haberi çıktı. Bardakoğlu hocamız başkan olunca aradı ve “Bu işi beraber yapacağız” dedi. Kaçamayacağımı anlayınca da derslere devam etmek şartıyla kabul ettim. Başkan Yardımcısı olduğum yedi yıl boyunca derslere devam ettim. 2006’da da profesör oldum. Şimdi Başkan olunca kadrom ilk defa fakülteden ayrıldı.

BARDAKOĞLU: O ÇİZGİ FARKLILIKLARLA DEVAM EDECEK

Diyanet’te yön değiştirme bakımından Bardakoğlu hocamız döneminin çok başarılı olduğunu düşünüyorum. Diyanet, halkımız nezdinde güven ve itibar kazandı, uluslararası arenada önemli bir noktaya geldi. Aramızda hiç uyum sorunu olmadı. Yedi yılda bir defa kalp kırmadan ve kalbi kırılmadan ayrıldık. Çok müstesna bir birliktelik yaşadık. Hoca başlarken, bu görevi beş yıl yapacağını ifade etmişti. 2007 ve 2009’da ayrılmak için irade beyanında bulundu. Ayrılmasının türbanla kurbanla hiçbir ilgisi yok gerçekten. Önce “hadisleri ayıklama” yönüyle “Mehmet Görmez reformcudur” diye yazıldı; başkan olduktan sonra tersi bir noktaya oturtulmak istendi. İkisi de doğru değil. Bardakoğlu döneminde başlayan çizgi devam edecek. Elbette bazı farklılıklar olacak. Türkiye hızla değişiyor. Zaten yedi yılda yapılan bütün projelerde Sayın Başkan’ın yanındaydım. Yapamadıklarımızı yapmaya çalışacağız, yapılanlar da devam edecek tabii ki. Ben Diyanet’in milletimizin kalbindeki protokolünü çok önemserim. Eğer idareciler de milletin kalbindeki protokole eşdeğer bir sıralamaya oturturlarsa onlar halk nezdinde değer kazanmış olurlar. Ben böyle bir çaba içerisinde olmam. Bu doğru da olmaz.

TWİTTER VE FACEBOOK: TWİTTERA GİRMEYİ DÜŞÜNEBİLİRİZ

Twitter ve Facebook ile ilgili bir açıklamam olmadı. Göreve başlama mesajım tahrif edilerek, “Yeni diyanet işleri başkanı Twitter ve Facebook zehirli aygıttır” diye manşete taşındı. Tekzip ettik ama tekzip aynı ilgiyi görmedi. Bilakis ben bu sosyal medyanın bireysel özgürlükler açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum. Peygamber’im bana “Selamı yayınız” diyor. Ben şimdi sokağa çıkıp her gördüğüme selam vererek mi selamı yayabilirim yoksa Twitter’da bir anda binlerce insana barış ve esenlik mesajı vererek mi yayabilirim? Twitter’a girmemizin hiçbir sakıncası olmaz. Girmeyi düşünebiliriz. Özellikle kontrollü ve kötü kullanımı önlendiği takdirde çok faydalı bir şey insanlık için.

HAYVANLAR: KEDİMİZ ÖLÜNCE ÇOK AĞLAŞTIK

Hayvanları çok severim. Evlendiğimiz sene muhabbet kuşu besledik. Çitlembik’ti adı. O ölünce ağlaştık, çocuklarla beraber gittik gömdük. Kedi de besledik ama o da öldü. Yine ağlaştık. Sonra ağlamamak için bir daha hayvan beslemedik. Küçük bir bahçem var. Toprakla uğraşmayı çok seviyorum. Çorapsız toprağa basmak çok büyük bir mutluluk veriyor bana.

TARİKATLAR: FORMEL OLARAK TARİKATLE İLİŞKİM OLMADI

Siyasetle hiç ilgim olmadı. Tasavvuf ile tarikatı hep ayırıyorum. Gazali, İbni Arabi ve Mevlana Rumi gibi büyük mutasavvıfların eserlerine ilgi duymam biraz geçtir. İslamın tasavvuf geleneğinin içinde bir irfan geleneği var. O geleneğe yaş ilerledikçe kalben yakınlık hissettim. Ama formel olarak herhangi bir tarikatla ilişkim olmadı. Yani müesseseleşmiş hali değil kaynağı dikkatimi çekiyor. O irfan geleneği ile tanışmayınca hem bilgi hem de ibadet, rutin ve formel kalabiliyor.

MUHAFAZAKÂRLAŞMA: BİLİNÇLİ BİR DİNDARLIĞA GİDİYORUZ

Anadolu’nun giderek daha muhafazakârlaştığı görüşüne katılmıyorum. Bilakis bir taraftan da dünyevileşme söz konusu. Muhafazakârlıkla dünyevileşme beraber nasıl oluyor onu anlamakta zorluk çekiyorum. Daha bilinçli bir muhafazakârlığa, daha bilinçli bir dindarlığa doğru gidildiğini düşünüyorum. Başörtüsü tartışması, ben öğrenciyken fakültemizde başladı. Çeyrek asırlık bu tartışmayı Türkiye’nin bitirmesi gerekiyor. Türkiye bu konuyu çözdüğünde pek çok vehimden, endişeden, kuruntudan da kurtulmuş olacak. O tartışma zemininde bir vaizin rahat vaaz etmesi, Diyanet İşleri Başkanı’nın rahat konuşması dahi zor oluyor. Başı açık kadınlara mahalle baskısı olacağı hiçbir bilimsel veriye dayanmıyor. Açın TESEV’in araştırmalarına bakın. Eşimin başı örtülüdür. İlkokulda başörtüsü tartışması bir sabotajdı.

ÜNİVERSİTELİ İMAMLAR:İMAM-ÖĞRETMEN CUMHURİYET PROJESİ

İmam öğretmen beraberliği bir cumhuriyet projesidir. Ancak imam ile öğretmeni karşı karşıya getirme çabaları olmuştur. “Vurun kahpe”yi hatırlayın. Maalasef Türk filmlerinin çoğunda öğretmen bilgi dostu, imam bilgi düşmanı gösterilir. Son yıllarda imamlarımızın bilgi seviyesi yükseliyor. Yüksek okul mezunlarının oranı yüzde 50’lerin üstüne çıktı. Bu seviye ilerledikçe imam ile öğretmenin birbirlerinin mütemmim cüzü olacaklarını ve birlikte köyde kasabada şehirde çok önemli şeyler yapacaklarına inanıyorum. Dinle bilim bizim geleneğimizde çatışmaz. Sekiz yıllık eğitimde taşımalı sisteme geçtikten sonra pek çok köyde şimdi imam var öğretmen yok. İmam daha önce geçti.

YILBAŞI: İSLAMIN HARAM KILDIKLARI İLE KARŞILAMA OLMAZ

Birkaç camide okutulan hutbe metninden hareketle yeni Diyanet’in yeni yıl mesajı olarak aktarıldı. O metinde içkiyle kumarla ve cinsel sapkınlıklarla kutlamaktan söz edildiği için onlardan da sarfınazar ediliyor derler diye tekzip etmedim. Aklı başında bir din adamı İslamın haram kıldıklarını işleyerek bir yılı karşılamayı uygun görmez. Ancak eski yılın muhasebesini yaparak yeni bir yıla mutlu neşeli girmek için oturup değerlendirmek çok farklı bir şeydir.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET / 16 OCAK 2011