MEHMET AKSOY

...

Mehmet Aksoy, dünyada da tanınan bir heykeltıraş. Hatta Almanya’daki heykellerinin sayısı da Türkiye’dekilerden fazla. Sanatıyla bütünleşmiş bir hayat yaşayan Aksoy, konu heykel ve düşünceleri olunca ödün vermeyen bir sanatçı. O nedenle de “tükürürüm böyle sanatın içine” diyerek "Periler Ülkesinde" heykelini kaldırtmaya çalışan Melih Gökçek ile kavgadan yılmıyor. Kars’ta Türkiye’nin en büyük anıtını yapma mücadelesinde bir adım bile geri atmıyor.

12 EYLÜL: BİR TIR HEYKELLE GİTTİM İKİ TIRLA DÖNDÜM

75’te Berlin’de Nâzım Hikmet haftaları diye bir proje verdik. Nâzım heykeli öyle başladı. 78’de Türkiye’ye dönerken heykeller konteynırla benden sonra geldi. Geldik, gümrükte takım elbiseli adamlar duruyor heykelin başında. Heykeller sizin mi? Evet benim. Lenin heykeli bu dediler. Ben bu şapkalı köylü başı, bunlar heykel diyorum. Birisi Nâzım Hikmet heykeli. Sen gel Birinci Şubeye gidelim bir çay içelim dediler. Birinci Şubede epey bir durduk, sonra dediler siz gidebilirsiniz. Heykelleri, kitapları tutuklamak istediler. Bir anda kahraman oluverdim. Bu heykelleri alıkoyamazsınız, tutuklayamazsınız!" Sen ne konuşuyorsun? Gittim kulağına dedim ki "Tarihe geçmek üzeresiniz. İlk defa heykel tutuklayan bir komiser olacaksınız. Komik duruma düşersiniz" dedim. Böyle kaldı, düşündü. Sonra kitaplara el koydu, heykelleri bıraktı. Nâzım’ın heykelini kurtarmış olduk. Ama hikâye bitmedi. İşte 12 Eylül’ün ilk günü jandarmalar geldi tutuklamak istedi. Motosiklet kazasında ayağımın kırılmış olması tutuklanmamı engelledi. Görsel Sanatlar Derneği ve Barış Derneği’nde çalışıyordum. Ben de yurt dışına çıktım. Nâzım heykeli de tanındı ya. Heykele alçı kaplattım, başka bir adama benzettim. Öyle gönderdik Almanya’ya. Orada alçıları temizlerken burnu kırıldı. Burnu yapıştırdım, yaşadıklarının izi kalsın istedim. 89’da dönerken o heykeli yeniden Türkiye’ye getirdim. Bir TIR heykelle gitmiştim, iki TIR’la geri döndüm. 35 senedir bu heykelleri sırtımda taşıyorum. Dokuz sene tutuklama emri vardı kapılarda, o yüzden dönememiştim.

NÂZIM HİKMET: İSTANBUL’A NÂZIM MENDİREĞİ İSTİYORUM

Nâzım Hikmet’in üç heykelini yaptım. Nâzım ile bir arkadaşlığımız yok ama sanatından, şiirlerinden, dünyaya bakışından çok şey öğrendim. O dünya görüşüyle sanatı birebir örtüşen bir şair. Nâzım’ın şiirlerini okuyun hayatı çıkıyor zaten. Antalya’ya "Nâzım Hikmet hapiste" heykeli yaptım. Küba’ya götürdüğüm de aynısı. İstiyorum ki, Şairler Parkında Pablo Neruda, Nicholas Guillen ve Nâzım Hikmet üçlüsü yan yana olsun. Onun için sponsor bulma peşindeyiz. Nâzım, böyle çok delikanlı, çok hevesli bir şair iken hapse giriyor ve 13 sene kalıyor. Sonra çıkıyor, 12 sene daha yaşıyor, hayata bakın. Ama Nâzım, hapishane duvarlarının arkasındayken de dışarıyla birlikte yaşıyor. İspanya iç savaşını yaşıyor, II. Dünya Savaşında askerlerin yanında duruyor, Kuvayi Milliye Destanını yazıyor. Fikirler hapsedilemiyor. O heykelde de Nâzım hapiste ama şiirleriyle duvarı yarıp geçmiş; ana fikir oydu. Bir de 20 metrelik bir mendirek projem var. İstanbul’da, Nâzım’a yakışır bir yere yapmak istiyorum. Kadıköy Belediyesi ile konuştum, sonra sümenaltı ettiler.

HEKTOR HEYKELİ: BAKAN GÜNAY İLE BU FİKRİ KONUŞTUK

Bakan Ertuğrul Günay, Çanakkale’de Hektor’un heykelini yaptırmak istiyor. Rio’daki İsa Heykelini görmeden önce de söylemiş. Böyle bir heykel yapılır mı? Yapılır. Bir bağlantı kurmak gerekir. Hektor Truva’lı bir prens, Anadolu’nun Aka’lara karşı verdiği savaşın en büyük kahramanlarından biri. Kurtuluş Savaşı gibi bir savaştır. Atatürk’ün, Çanakkale Savaşı sonrasında "Hektor’un intikamını aldık" sözü vardır. Hektor’u, Anadolu’nun kurtuluş savaşı kahramanı olarak Atatürk ve Kurtuluş Savaşı bağlamında bir heykel yaparım. Elinde kalkan ya da mızrak tutan bir Hektor yapmam. Sanırım bakan da bu fikre sıcak bakar. Bana teklif etmedi zaten. Böyle bir fikri olduğunu söyledi. Yeri ve boyunun seçimini sanatçıya bırakmaları gerekir. Boyunun kaç metre olacağını yeri belirler. Guinness Rekorlar Kitabına girecek mantığıyla yaklaşılmamalı.

İNSANLIK ABİDESİ: TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK HEYKELİ OLACAKTI

Türkiye heykel cahili bir ülke. Ama son zamanlarda heykele ilgi var. Bu da inanan sanatçıların heykel havarisi gibi çalışmasından oluyor. İnadına heykel yapıyoruz biz. Kars’ta yapacağımız 30 metrelik "İnsanlık Abidesi", Türkiye’nin en büyük heykeli olacaktı. Üç sene çalıştım orada. Belediye başkanı heykele düşkün bir insandı, o gitti. Gelen de Ak Partiliydi. Ama adam var, adam var hikâyesi. Sonra MHP’liler, "Bu Ermeni işidir" dediler. Biz Ermenilere el uzatıyormuşuz. Orada insanlığa uzanan bir el var. Ortadan ikiye bölünmüş bir insanın, tekrar bir insan olmak isteği, en altta da vicdan ve gözden akan gözyaşı var. Gözyaşı savaşların acısını sembolize ediyor. Sarıkamış Savaşı anımsatılıyor. Ben nasıl Ak Parti’nin adamı olabilirim? Partiler üstüdür sanat, sanatın partisi olmaz. Şimdi Ergenekon’la ilgili bir heykel yapmak istiyorum. Ergenekon mitosuna kriminal bir olay gibi bakılması canımı sıkıyor. Ona kara leke sürülmüş gibi geliyor bana. Erzurum Koruma Kurulu, "İnsanlık Abidesi"ni durdurdu. Sonra da yıkım kararı da aldı. Kıramazlar, taşıyamazlar. 200-300 ton demir var orada. Bakan Ertuğrul Günay’la konuştum. O daha mülayim bakıyor. Ankara’da Anıtlar Yüksek Kurulu toplanacak bu arada. Bu aralar karar alacaklar. Heykelin politika üstü olduğunun bilincinde olduğunu düşünüyorum.

HEYKEL OBURUYUM: YONTMAK ÇİŞİMİ UNUTTURUR BANA

Aydın Engin ile nehir söyleşi sırasında "Ben heykel oburuyum" dedim. O da kitaba başlık yaptı. Geceli gündüzlü heykel düşünürüm. Ben kendimi heykel yapmaya yetiştiremiyorum. Çalışmadığım zaman bile heykel geliyor aklıma. Hemen çiziyorum, bazen adını yazıyorum. Yoksa unutuluyor. Oburluk böyle bir şey. Hayatıma başka bir şey de sokmuyorum. Heykel, hayatımın tam ortasında duruyor. Heykel yaparsan rüyasını göreceksin. Yoğunluk olacak başka türlü olmaz. Heykel yaparken beni çişe gönderirler, "Hadi git bir çişini yap" derler. Heykel yontarken farkına bile varmıyorsun, onu unutuyor, yok sayıyorsun.

SEVİŞME: EROTİK HEYKELDE PORNOGRAFİYE DÜŞMÜYORUM

Pornografiden nefret ediyorum. İnsanlarda erotik hazzı, cinsel çekimi, o büyülü durumu basitleştiriyor, ete dönüştürüyor. İnsanı süslemek, yüceltmek olduğu zaman sanat olmaya başlıyor. Ben de o erotik heykellerimde sevişmeyi ve vücutsallığı yüceltiyorum. O tapınası bir durumdur. Bu duyguyu üstte tutmaya çalıştım ve başarılı olduğumu düşünüyorum. Herkes o duyguyu aldı. Evlerine benim sevişen tipleri alıyorlar, bu güzel. Pornografiye düşmeden erotik heykel yapmak ve o sevişmeyi, sevmeyi yüceltmek zor iş. Ben o işe talip oldum ve o pornografik çizgiye düşmedim hiçbir zaman.

SANATIM: POPÜLERLİK VE SANSASYON ÜZERİNE ÇALIŞMIYORUM

Londra’da sanatın her türlü inkârı vardı. 1971’de Almanya’ya geçtim, orası heykeli anlamamı ve dünya heykel bağlantısı yapmamı sağladı. Almanya’da birçok şehirde heykelim var. Daha yoğunlukla Berlin’de tabii. 18 heykel var, dördü meydanlarda olan büyük heykel. Burada da son zamanlarda oldu tabii. Kibele Çeşmesi ve Ayı-Boğa var. Baba-Oğul Heykeli yine Ankara’da Altınpark’ta duruyor. O (Melih Gökçek) oğlunu severmiş de ondan karışmadı o heykele. Periler Ülkesinde heykelini de yerine geri taktırdık. Biraz yıpranmış vaziyette yerinde duruyor. En sevdiğim heykel, Selçuk’taki Kurtuluş Yolu Anıtı. Asıl itici güç odur, bir şeyi heykele dönüştürmek, bir laf söylemek. Ötekisi boş, meşhur olursun-olamazsın, anlaşılırsın-anlaşılamazsın bunlar biraz şans işi. Ekşi sözlükte dünyada tanınan üç Türk heykeltıraştan biri olduğumu yazıyor. Güzel şeyler yazıyorlar. Ben popülerlik ve sansasyon üstünde çalışmıyorum. Tabii New York’ta bir sergi açmak isterim. Bunun için bir çabam var mı? Yok.

İLK AŞK: BIÇAKLA TAŞA KIZIN YÜZÜNÜ KAZIDIM

Antakya lisesindeyken taşa kabartma yaptım bir tane, böyle bıçakla. Zaten çok canım sıkılıyordu, kız Antep’teydi. O rölyefi lisedeki bütün kızlar kendine benzetiyormuş. Onu çok sonradan anladım. O sıralar çok naiftim. Fena şekilde melankoliktim. Akademiye geldiğimde ille de ressam olmak istiyordum. Bir sene temel eğitim okuduk. Modelaj hocamız Şadi Çalık, sağ olsun beni keşfetti. "Sen heykele çok yeteneklisin. Her zaman ressam olabilirsin ama heykeltıraş olamazsın" falan. Bir ay reddettim, hoca sonunda tavladı beni heykele.

MERMER: BİZ TESADÜF AVCISIYIZ

Mermeri niye seçtim? Mermer, ışığı çok hoş yansıtır. İki santimden ışığı geçirir. Antik heykellerdeki kulaklara ışık düşünce hafif kızarır, kan dolaşıyor gibi gelir size. İçinde heykel saklıdır, dış kalıbı kırıyorsun içinden heykeli çıkarıyorsun. Yontarken mesela 10 santim sonra yeni bir heykel görebilirsiniz. Yontarken tesadüfler çoğalır. Yoğunlaşırsanız o tesadüfleri kaçırmazsınız. Biz tesadüf avcısı gibiyiz. Mermer kendini bir anda vermeyi sevmez, devamlı sürprizler sunar. Verdiği zaman da kendini tam verir, o da ışıklı bir şey olur. Taş eğilmez kırılır lafı benim için de geçerlidir. Ben de kırılganımdır, bükülmem. Birtakım taşlardan vazgeçemem. Büyülü bir taş var mesela. Ne dokunabiliyorum, ne bırakabiliyorum. Antakya’dan almıştım. Kıyamıyorum o taşa, her yere taşırım onu. Böyle sarı oniks, çok güzel bir taş. Hâlâ duruyor. Onunla ilgili bir fikir gelmiyor, bir şey yapamıyorum.

ATÖLYEM: BOKBÖCEĞİ ÇÜRÜMÜŞLÜKTEN YENİ DÜNYA YARATIR

Mısırlılar, bizde bokböceği denen scarabı kutsal kabul eder. Scarab, hayvan pisliklerinden küçük toplar yapar. Onu meyilli bir yerden ilerideki bir çukur yuvarlar. Yumurtalarını da o çukura bırakır gider. Yavrular o toplardan beslenerekten dünyaya gelirler. Yani çürümüşlükten yeni dünya yaratan bir hayvan o. Onun için scarab gibi bir atölye yaptım kendime. Sembol olarak bunu yükseğe taşıyorum. Levent Yüksel, Keremcem gibi pop sanatçıları gelip burada klip çektiler. 35 ton kaldıran vincin üzerine "Taş taşırım, laf taşımam" yazısı da bir espri. Bunu okuyup da hoşuna gitmeyen bir kişiye rastlamadım.

IŞIK AVCISI: TARIK AKAN İLE DOST OLDUK

Tarık Akan’ın "Zamana Tanıklık Eden Işık Avcısı" belgeseli çok güzel oldu. Nâzım Hikmet Vakfında var sanıyorum. Tarık Akan kendisi beni keşfetti. Öyle bir sergide görmüş. Sonra benimle konuşunca çok daha ilgilendi, kitabı okudu. Arkasından insan olarak da beni sevdi. Çekim süresinde arkadaş da olduk.

SOSYALİZM: TERS TAKLA ATANLAR ÜZÜLSÜN

Doğduğum yer olan Kesap, Suriye sınırlarında kaldı. Dayılarım, teyzelerim ve çocukları orada. Bayramlarda gidip geliyoruz, bazen telefon ediyoruz, kâğıt oynamaya geliyorlar. Bunu kim engelleyebilir? Sınırların kendisi kötüdür. Biz sosyalizm derken, sınırlar da kalksın istiyoruz ya. Buna inanıyorum. Sosyalizm bitti dense de hatalardan dersler çıkarılıp yeni sentezler yapılır, bu süreç bitmez. Emek sömürüsü, kapital, eşitsizlik, haksızlık olduğu sürece kavga olacaktır. Hiçbir zaman ümitsiz olmadım. Ters takla atanlar üzülsün.

DEVRİMCİLİK: HAYATIMI SANATIMDAN OKUYABİLİRSİNİZ

Her görüşün, her şeyin heykeli yapılabilir. Bir sloganın bile heykeli yapılabilir ama heykelin kendisi slogan olmaz. Heykelin kendisinin bir lafı, sözü vardır, bir görüşü yansıtır. Dünyaya bakışınla sanatının birebir uyması lâzım. Hayatımı sanatımdan okuyabilirsiniz. 1970’lerin Türkiyesi değil şu anda Türkiye. Dünya da o dünya değil. Tabii ki biz de değişiyoruz. 12 Eylül’den önce yaptığım bir heykelde Türkiye’yi hamile bir kadına benzetmiştim. Doğumu yakın bir kadına. Sosyal olaylar öyle 10 senede, 5 senede gerçekleşmiyor. Biz böyle aceleciyiz, insanoğlunun değişiklikleri kendi ömrü içinde görmek istemesi normal.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 25 TEMMUZ 2010