Mehmet Acet'in yazısının başlığı "Perde arkası demeç" olmalıydı!

...

Medya etiği ile ilgili bir tartışmayı “saçmalama” ve “yiğitlik” üzerinden tartışmak istemezdim. Ama Yeni Şafak yazarı Mehmet Acet, “Dört gazeteciye fısıldayan güvenlik kaynağı: Hulusi Akar” başlıklı yazıma bu sözcüklerle yanıt vermiş.

Öncelikle Mehmet Acet’e bir teşekkür borçluyum. 24 Ekim’de kaleme aldığım yazımda, Yeni Şafak, Hürriyet, Akşam ve Takvim’de aynı gün yayımlanan haber ve yazılarda ismi gizlenen “üst düzey güvenlik kaynağı”nın Hulusi Akar olduğunu yazmıştım.

Mehmet Acet, “gazetecilik faaliyetlerinin doğal bir parçası olarak görülen bir yöntemle o yazıyı yazdığım halde, üç ayrı meslektaşımızla birlikte gazetecilik kurallarını çiğnemekle suçlanıyordum” diyerek Hulusi Akar ile görüştüklerini doğrulamış!

Fakat ben o yazımda, üç temel noktada eleştiride bulunmuştum. Mehmet Acet, Hulusi Akar’ın adını gizleyerek onun sözcülüğünü yaptıkları eleştirimi yanıtlıyor, diğerlerini görmezden geliyor. Özetle, şöyle yanıtlıyor eleştirimi:

“İngilizce haber/yorum metinlerinde kullanılan bir tabir vardır.  ‘On condition of anonymity.’ ‘İsminin gizli tutulması kaydıyla’ anlamına gelir. Benim ve diğer üç arkadaşımızın Bildirici’nin eleştirilerine muhatap olan yazıları bu kurala sadakat göstermekten öte bir anlam taşımıyor. İsminin gizli tutulması kaydıyla konuşan ‘kaynak’, bilgi de verir, yorum da yapar.”

Bir de benim yazılarımda kendisiyle ilgili “niyet okuduğumu” öne sürüyor.

Hulusi Akar “derin gırtlak” mı?

Elbette gazetecilikte ismi gizli tutularak haber/yazı yayımlanabilir.  Ancak bilgi ve demeç aktarmak arasında fark vardır. Bilgi, kaynağın kimliği açıklanmadan da kendi başına haber değeri taşır. Bilgi kontrol edilebilir, o nedenle gizli kaynağa dayanarak yayımlanabilir. Demeç ise kişiseldir, aktarılan görüşler konuşan kişinin ismiyle anlam kazanır. O nedenle de gazeteci bir kişinin görüşlerini onun adını gizleyerek yazmaz; yazarsa da onun sözcülüğünü yapmış olur.

Her gazetecilik ilkesinde olduğu gibi bunun da istisnaları yok mudur? Tabii vardır. Gazeteci, geniş bir analiz içerisinde bir uzmanın ismini gizli tutarak birkaç cümlesine yer verebilir, analizine dayanak yapabilir. Başka türlü ulaşılamayan ve geniş kamu yararı olan bir yolsuzluğun açığa çıkarılması, bir skandalın aydınlatılması gibi çok özel bir konunun aktarılması için son çare olarak da ismi gizli tuttuğu görüşleri yayımlayabilir.

Kaynağın adının haberde gizlenmesinin temel amacı, kaynağın korunması, onun gazeteciye verdiği bilgi nedeniyle zor duruma girmesini önlemektir. Ama korunması için verdiği bilginin güvenilirliği, bilgi vermesinin amacı da sorgulanır. Eğer gerçekten doğru bilgi vereceğine, bilginin başka türlü ulaşılamayacağına ve amacının sadece kamuoyunu bilgilendirmek ve bir yanlışı düzeltmek olduğuna inanılırsa haberde kaynağın adı gizlenir.

ABD’de 1972’de ABD Başkanı Richard Nixon'ın istifasına yol açan “Watergate"' skandalının haber kaynağı, “Deep Throat-Derin Gırtlak” böyle bir örnekti. Verdiği bilgilerle dinleme skandalının ortaya çıkmasını sağlayan Mark Felt, o sırada Federal Soruşturma Bürosu’nun iki numarasıydı, haberlerde adı verilseydi zarar görecekti.

Hulusi Akar’ın adını “üst düzey güvenlik kaynağı” diye gizlemek bu tür istisnai durumlardan da sayılamaz. Çünkü her şeyden önce Hulusi Akar’ın söylediklerinden dolayı zarar görmesi sözkonusu değil, gazeteciler tarafından korunmaya da ihtiyacı yok!

Üstelik Hulusi Akar bir uzman, bir bürokrat vb değil, bir siyasetçi! Görüş ve değerlendirmelerini her ortamda ifade edebiliyor; nitekim dört gazeteciye “gizlice” söylediklerinin bir bölümünü ertesi gün AKP’nin Kayseri İl Kongresi’nde kürsüden dile getirdi!

Dahası Hulusi Akar’ın birkaç cümlesi, bir analiz yazısı içerisinde değerlendirilmiyordu; Mehmet Acet’in yazısının neredeyse tamamı Hulusi Akar’ın sözlerine ayrılmıştı.

Kaldı ki, Mehmet Acet eleştirilerimi yanıtlarken “İsminin gizli tutulması kaydıyla konuşan kaynak, bilgi de verir, yorum da yapar” diyor ama eleştirdiğim yazısının başlığı bile “Sıcak gündem konuları ve perde arkası bilgiler”! Yazının içinde de “güvenlik kaynaklarından aldığımız bilgiler doğrultusunda” diyerek soru yanıtları aktarıyor!

Halbuki aktardıkları “bilgi” değil, pekala bunu biliyor ve Akar’ın “demeci”ni “bilgi” diye yazarak okuru yanıltıyor. Hulusi Akar gibi bir siyasetçinin adını gizleyerek demecini yazmak sözcülük değilse Mehmet Acet’in o yazısının başlığı “Perde arkası demeç” olmalıydı.

28 Şubat gazeteciliği de böyle yazardı

Aslında maalesef Türkiye gazeteciliğinde kaynağın adının gizli tutularak demeç/görüş/yorum yazılması sadece AKP iktidarı döneminde iktidara yakın gazetecilerin başvurduğu bir yöntem değil. Eskiden beri bu yöntem yaygın olarak kullanılır; siyasetçilerin, askerlerin ve MİT yöneticilerinin görüşleri isimleri gizlenerek yayımlanır medyada.

Özellikle Genelkurmay ve MİT’ten sarı zarflarla gönderilen metinlerin nasıl yayımlandığını Ankara gazetecileri iyi bilir.  28 Şubat döneminde Genelkurmay’dan, generallerden alınan isimleri gizli demeç manşetleri hâlâ hatırlardadır. Gazetecilerin askerlerin sözcülüğünü üstlendiği bu haberler, “post modern” darbe sürecine katkıda bulunmuştu.

28 Şubat döneminde gazetecilerin bu tür yöntemler kullanmasını ayıplayanların günümüzde aynı yöntemlere başvurması ve bu gazeteciliği savunmasını anlayamam. Bu tür gazetecilik o zaman da yanlıştı, şimdi iktidar yanlısı gazeteciler yapınca da yanlış. Bir yanlışın bugün yaygın olması onun doğru görülmesini haklı kılmaz.

Genelkurmay Başkanlığı’nın bile bu tür haberlerden rahatsız olduğunu bir kez daha hatırlatayım. Genelkurmay Başkanlığı, 6 Temmuz 2015’te “askeri kaynaklara atıf yapılan haber ve yorumlara itibar edilmemesini” isteyen bir açıklamayla kamuoyuna duyurmuştu.

Özel görüşme gibi yazıp okuru yanılttı

Mehmet Acet’in yanıtlamadığı eleştirilerimden biri, Hulusi Akar ile dört gazeteci birlikte konuştukları halde özel bir görüşme yapmış gibi yazarak okuru yanılttıkları yolundaydı. “Aynı konular, aynı cümleler ile yazıldığına göre toplu bir sohbet olmuş, soruları dördü de sormuş. ‘Üst düzey güvenlik kaynakları’ bir grup gazeteci ile görüşüp sorularını yanıtlamış. Gerçek bu iken özel bir görüşme izlenimi verecek biçimde yazmak yanlış” diye yazmıştım.

Mehmet Acet de yazısında “üst düzey güvenlik kaynağı” ile bir grup gazeteciyle birlikte görüştüklerinden söz etmiyordu. Dört gazetecinin yaptığı işi kendi başına yapmış gibi sunuyordu. Gazetecilik nesnelliği, haber kaynağına verilen sözlere sadık olmak kadar okura doğru bilgi vermeyi de gerektirir.

Akar ile Akşener’in görüşmesi neden yok?

Mehmet Acet’in yanıtlamadığı eleştirilerimden ikincisi de İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in, Ümit Özdağ’ın FETÖ konusundaki iddialarını Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a sorduğu yolundaki yazılardı:

“Haberlerde belirtilmediğine göre, tatbikatı izleyen gazeteciler ya merak etmemişler Akar’ın bu konudaki yanıtını ya da sorup yanıt alamamışlar. Sormadılarsa yanlış, büyük eksiklik. Eğer sorup da yanıt alamadılarsa da bunu yazmaları gerekirdi. ‘Güvenilir kaynaklar’ haberlerine olmasa bile tatbikat haberine eklemeliydiler.”

İşte meselenin düğümlendiği nokta tam da burası. Acaba Hulusi Akar’ın, yazılarda isminin gizlenmesini istemesinin asıl nedeni, Meral Akşener ile yaptığı telefon konuşmasıyla ilgili konuşmak istememesi miydi?

Öyle ya, Hulusi Akar, Polatlı’daki tatbikat sonrasında bu dört gazeteciye adıyla sanıyla demeç verseydi gündemi bu kadar meşgul eden Akşener ile telefon konuşması hakkında bir şeyler söylemek zorunda kalacaktı. Ya da gazeteciler sorduklarını ama yanıt alamadıklarını yazacaklardı.

Şimdi gazeteciler ile Hulusi Akar arasında İyi Parti konusunda o gün nasıl bir konuşma geçtiğini bilmiyoruz. Çünkü yazmadılar, gazetecilik görevini yapmadılar.

Mehmet Acet’e bir daha sorayım, Hulusi Akar’a, “Akşener’e ne yanıt verdiniz” diye sordunuz mu? Yoksa sorup da yanıt alamadınız mı? Neden bunları yazmadınız da kaynağı koruma adına okuru yanılttınız?

Amacı yanlışı ortaya çıkarmak mıydı?

Mehmet Acet, 2 Ekim’de yayımladığım “Bakan Koca’ya iki ay sonra itiraf ettiren gazeteciliğe selam” başlıklı yazıma da yanıt vermiş. “Bildirici daha önce de bir başka yazım üzerinden enteresan bir ‘niyet okuma’ faaliyetine girişmiş. Dediğine göre, benim pandemiyle ilgili yazdığım hasta sayısı/vaka sayısı ayrımına dikkat çeken yazım, ben istemediğim halde gündem oluşturmuş” diye yazmış.

Bu itirazının nedenini gerçekten anlayamadım. Yazının başlığından da anlaşıldığı gibi kendisinin Sağlık Bakanlığı’nın vaka sayılarını gizlediğini açığa çıkararak iyi gazetecilik yaptığını yazmıştım. Ama Acet’in bu konuyu yanlışa dikkat çekmek için değil, “yanlışlık yapılmadığını savunmak için yazdığını” vurgulamıştım.

Yazının sonunda da “Tablodaki değişikliğin yapıldığı 29 Temmuz’dan o güne değin hiçbir gazeteci bu soruları, Bakan Fahrettin Koca’ya sormamış, üzerinde bile durulmamıştı. Mehmet Acet’in yazısından sonra dikkatler o değişikliğe çekilmiş oldu. İstemeden de olsa bunu başardı o yazı!” değerlendirmesinde bulunmuştum.

Neyi kastettiğim açık olsa gerek! Ne kadar savunursa savunsun, o yazılarıyla kamuoyunun dikkatini Sağlık Bakanlığı’nın vaka sayısını gizlediğine çekti, bakanlığın verilerinin ne kadar güvenilmez olduğunun ortaya konulmasına katkıda bulundu!

“İstemeden başardığını” söylediğim bu. Yazısının sonuçları. Ben yanılmışsam ve bunu isteyerek yaptıysa ne diyeyim! Bir gazeteci olarak sevinirim, kutlarım.

Faruk BİLDİRİCİ / 27 Ekim 2020

NOT: Mehmet Acet’in eleştirdiğim yazısındaki ara başlıklarından birinde “makul ve mantılı şekilde ilerlemeye çalışıyoruz” yazıyor. Sanırım “mantılı” değil “mantıklı” olacak. Dört gündür fark edilip düzeltilmediği için uyarmak istedim.