MEDYA MAHALLESİNİN JANDARMALARI

...

Savcı M. Selim Kiraz’ın başına silah dayanmış fotoğrafını Türkiye kamuoyunun görmesi gerekiyordu.

Bu fotoğraf, silahla hukuk sağlamaya çalışmanın saçmalığı kadar, bir hukuk insanının öyle bir ortamda bile serinkanlı durabildiğini de gösteriyordu. Teröristlerin saçtıkları dehşete rağmen, acz içinde olduklarını, ideolojilerinin ve eylemlerinin yanlışlığını daha iyi kanıtlayacak başka bir görsel olamazdı.

Fakat bu fotoğrafın geniş halinde, savcıdan çok, yüzünü örgüt flamasıyla maskelemiş terörist ve duvara astıkları bayraklar dikkat çekiyordu. Geniş haliyle bakılınca fotoğraf, terör örgütünün propaganda malzemesine dönüşüyordu.

Bu fotoğrafın iki hali, terör haberleriyle ilgili önemli bir ayrıma işaret ediyor; kamunun haber alma hakkı ve terörün propagandası. Kamunun haber alma hakkının kullanılmasındaki kırmızı çizgi, terör propagandasıdır. Nitekim Doğan Yayın İlkeleri’nde “Terör haberleri verilirken, halkın haber alma hakkı ile terörün propagandasını yapmama ilkesi birlikte gözetilir” deniliyor.

Bu görüşten hareketle, Hürriyet’in, saldırının ertesi günü, şehit savcının şakağına silah dayanmış fotoğrafı yayımlamasının doğru olduğu kanısındayım. Erken saatlerde, savcı Kiraz’ın öldürülmesinden önce hazırlanan taşra baskılarında “Berkin’e ihanet” manşetinin altında büyük verilmişti bu fotoğraf. “Teröre lanet” manşetiyle çıkan şehir baskılarında ise fotoğraf küçültülmüştü. İki baskı arasındaki fark, sanırım operasyonun kanlı sonuçlanması ve savcının hayatını kaybetmiş olmasından kaynaklanıyordu.

Ama hem taşra hem de şehir baskılarında iç sayfada, fotoğrafın terör örgütünün bayrak ve amblemlerinin göründüğü geniş hali kullanılmıştı. İlk sayfadaki özen, iç sayfalarda da gösterilmeli, örgütün sembolleri çıkarılmalıydı.

Kuşkusuz bu benim görüşüm. Meslek etiği ile ilgili konularda gazeteciler arasında görüş farkları olabilir. Bunu biz gazeteciler, meslek örgütleri ve akademisyenler kendi aramızda tartışırız. Hatalardan dersler çıkarılır, bir daha tekrarlanmamasına özen gösterilir.

Gazetecilik etiği konusunda siyasetçilerin, hele de iktidar sahiplerinin fikir yürütmesi, basın özgürlüğü ve halkın haber alma hakkına müdahaledir. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu’nun açıklama ve talimatları dört sonuç doğurdu; birincisi baskın sırasında yayın yasağı konulması, ikincisi Hürriyet’in de aralarında bulunduğu medya kuruluşlarının cenaze törenine alınmaması, üçüncüsü Hürriyet ile birlikte yedi gazeteye soruşturma açılması, dördüncüsü de operasyon sonrasında 166 siteye erişimin engellenmesi.

Törene almamanın adını “akreditasyon yasağı” koydular ama bence doğru nitelendirme cezalandırmaydı. Hukuka aykırı, keyfi bir cezalandırma. Aynı zamanda kendisi gibi düşünmeyenlere tahammülsüzlüğün yeni bir örneğiydi.

Ne yazık ki, bu anti demokratik uygulamalara zemin hazırlayan ve alkış tutanlar da kimi gazeteciler. İktidarın medyadaki uzantısı konumundaki bu gazeteciler ve medya kuruluşları, bir süredir kendilerine böyle bir iş edindiler. Habercilik yapmak yerine diğer medya kuruluşlarını izliyor; eleştirel gazetecilik yapanları hedef alıyor, yakıştırmalarla zan altında bırakıyorlar. Habire linç peşinde koşuyor medya mahallesinin jandarmaları…

Kendi sorumluluklarını bir yana bırakıp gazetecilikten ve fotoğrafın ailenin üzerindeki etkisinden dem vuranlar da başarısız operasyonu sorgulasalar daha doğru yapmış olurlar. Ölümün yarattığı travmanın yanında fotoğrafın sözü mü olur? Savcıyı o badireden sağ salim kurtarmaktı görevleri…