Maç bitmeden teknik direktör alkışlanmaz

...

Abdülkadir Selvi, Türk Tabipleri Birliği Başkanı Prof.Dr.Sinan Adıyaman’a sinirlenmiş, birliğin adındaki “Türk ibaresinin kaldırılmasını önerme”ye kadar vardırıyor eleştirisini. Gerekçesini de şöyle açıklıyor bu tepkisinin:

     “..Türk Tabipler Birliği’nin başkanının duyumlarla açıklama yapmaya hakkı var mı? Ben demiyorum ki ‘Her şey iyi’ desinler. Eleştirsinler. Ama bilgiye ve veriye dayalı konuşsunlar.”

     Bu çok doğru bir yaklaşım. Elbette Prof.Dr. Adıyaman, duyumlara göre değil, bilgi ve belgeye dayalı konuşmalı…

     Ama Türk Tabipler Birliği gibi bir hekim kuruluşunun başındaki insan “duyumlara” dayalı bir açıklama yaptığında gazeteci de hüküm vermeye kalkmamalı. Zira Prof.Dr.Adıyaman’ın “duyumlarının” kaynağı koronavirüs ile ön safta mücadele eden hekimler. Onun duyumları araştırılması halinde gazeteci için veriye dönüşebilir. Tabii araştırılırsa…

    Ayrıca Ankara Üniversitesi İbni Sina Hastanesinde sağlık personeline corona ile ilgili hazırlıkları anlatırken gizli çekilen görüntüleri sosyal medyaya düşen Dr. Güle Çınar da “hasta sayısının daha fazla olduğunu” söylüyordu. Bu da doktorlar arasında böyle duyum ya da bilginin dolaşımda olduğunu gösteriyordu.  Bu görüntülerin ortaya çıkması da Prof. Dr. Adıyaman’ın söylediklerinin araştırılması gerektiğinin yeni bir işaretiydi.

    Nitekim Kara Kuvvetleri Eski Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman’ın Koronavirüsten yaşamını yitirdiğini Sağlık Bakanı Fahrettin Koca açıklamadı. Gazeteci Saygı Öztürk’ten geldi bu bilgi. Bakan Koca da doğrulamak zorunda kaldı. Yaşamını yitirenlerin sayısının açıklanandan fazla olduğu kanıtlanmış oldu böylece!

    Açıklamalar konusunda şüphe doğuran başka vakalar da var; örneğin Kocaeli Ses gazetesi Yayın Yönetmeni İsmet Çiğit, “Derince Hastanesinde virüse bağlı iki ölüm” haberi nedeniyle elleri kelepçelenerek gözaltına alındı! Aynı nedenlerle bir hafta içinde Antalya ve Bartın’dan da gözaltına alınan yerel gazeteciler oldu.

    Böyle vakalar gözler önünde yaşanırken her gün sadece birkaç sayı açıklamasıyla yetinilirken sürecin şeffaflığından nasıl bahsedilebilir ki? AKP döneminde Türkiye, topluma kontrollü bilgi aktarılmasına, yaygın medyanın sorgulamadan aynen aktarıcılık yapmasına alışmıştı. Korona salgını günlerinde de benzer şekilde işliyor kamuoyunu bilgilendirme süreci.

    Korona mücadelesinin başında Türkiye

    Abdülkadir Selvi de kamu otoritelerinin kontrollü bilgi yayma sevdasını verili gerçek kabul eden gazetecilerden. 18 Mart’taki yazısında Prof. Dr. Adıyaman’ın söylediklerini ve korona mücadelesindeki eksiklerle ilgili eleştirilerini araştırmaya, birilerine sormaya bile gerek duymadı. Hemen hükümlerden hüküm biçti, ayar verdi, TTB’yi cezalandırma önerilerinden söz etti…

    Hekim örgütünün başındaki insanın duyumunu araştırmadan yalanlamaya, suçlamaya, hatta aşağılamaya kalkarken dayanağı ise resmi açıklamaları peşinen doğru kabul etmesi. Nitekim daha yazının girişinde “Türkiye, koronavirüsle mücadelede dünyada en başarılı ilk üç ülkesi arasında gösteriliyor. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın kriz yönetimi, bırakın iktidarı, muhalefet liderleri tarafından da takdir edildi” gibi ifadeler kullanıyor. Türkiye’yi en başarılı ilk üç ülke arasında kim göstermiş, nerede göstermiş bilemiyorum. Önemi de yok zaten.

     Bir gazeteci olarak bildiğim şu, Türkiye koronavirüs ile mücadele sürecinin henüz başında.  Başarılı (ya da başarısız) mücadele verildiğini söylemek için henüz çok erken. Aynı şey, Bakan Koca için de geçerli. Onun da başarılı ya da başarısız olduğunu ancak bu mücadelenin sonunda söyleyebiliriz.

     Hatırlarsınız, Çin’de salgın ilk ortaya çıkıp da Wuhan kenti karantinaya alınmaya başlandığında mücadelede başarısız oldukları algısı vardı. Ama öyle yoğun çaba harcadılar, katı ve organize önlemler aldılar ki, salgını yendiler; şimdi başka ülkelere yardıma koşuyorlar.

     Türkiye’de bu aşamada gazetecilerin yapması gereken insanları bu salgına karşı bilgilendirmek ve bir yandan da mücadele sürecini dikkatli takip edip eksikler ile yanlışlar konusunda yönetimi uyarmak.

      Gazeteciler, daha şimdiden “Aman ne başarılı mücadele veriyor bu iktidar, bu bakan” diye alkışlamak için sıraya girerlerse bu korona ile mücadeleye zarar verir. Siyasi iktidarın da zaaflarını, eksiklerini, hatalarını görmesini engeller.

    Selvi’nin yaptığı da bu maalesef. Sorgulamak, irdelemek yerine peşinen iktidarı ve bakanlığın korona ile mücadelesini başarılı ilan ediyor. Başka bir deyişle maç bitmeden teknik direktör alkışlıyor!

     Maalesef bu hava sadece Selvi’de değil iktidar yanlısı medyanın hemen tümünde hâkim. Çok özel bir dönemden geçtiğimizi, şu anda iktidarı alkışlamanın ve kontrollü bilgi akışına devam edilmesini teşvik etmenin ne denli olumsuz sonuçlara yol açacağını göremiyorlar. 

     Duyumu eleştiren duyumla töhmet altında bırakmamalı

    Ayrıca Selvi, Prof. Dr. Adıyaman’ı “duyuma dayalı” konuşmakla suçluyor ama sadece sivil toplum örgütleri yöneticileri değil, gazeteciler de duyuma dayalı yazmamalı, konuşmamalı, suçlamamalı.

     Çünkü “duyum” ancak araştırılıp, doğrulanıp üzerinde çalışıldıktan sonra gazetecilik verisi haline gelir.  “Kulis bilgisi” diye her duyduğunuzu doğrulanmış bilgi gibi yazamazsınız. Hele de “duyum” diye yazdığınız birilerini töhmet altında bırakıyor, suçluyorsa bu gazetecilik açısından büyük yanlıştır.

     Abdülkadir Selvi’nin, 12 Mart’ta yayınlanan “Erdoğan hangi isme ‘kripto FETÖ’cü’ dedi?” başlıklı yazısından küçük bir bölüm okuyalım:

     “Ali Babacan’ın konuşması yeni bitmişti. Bir milletvekili, “Babacan’ın ağzı, muhalefet ağzı değil” dedi. Milletvekillerinin şaşırdığını görünce “FETÖ ağzıyla konuşuyor” diye ekledi.

      Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Babacan partisiyle çok ilgili durmadığını söylemiştim. Ali Babacan’la iplerin koptuğu görüşmede “Ümmeti parçalamaya hakkınız yok” demişti.

      Erdoğan’a, Babacan’ın partisindeki kurucuların isimlerini ilettiklerinde bir kurucu üye için “O kripto FETÖ’cü” demiş. Hem de üstüne basa basa... O isim bende ama sormayın, söylemem...”

     Nasıl bir gazetecilik anlayışı bu? Kim Babacan’ı FETÖ ağzıyla konuşmakla suçlamış? Bir milletvekili! Cumhurbaşkanı Erdoğan, Babacan’ın partisindeki kuruculardan biri FETÖCÜ diye kime söylemiş? Birilerine demiş! O da Selvi’ye söylemiş!

      O kurucu kim onu bilmiyoruz? Erdoğan gerçekten böyle bir şey söylemiş mi ona da emin olamayız. Kaldı ki söylemiş olsa bile o kurucu gerçekten FETÖCÜ müdür, öyleyse neden işlem yapılmamış, o da ayrı konu.

      Dikkat edin, Abdülkadir Selvi bir grup AKP milletvekiliyle konuşup, onlardan duyduklarına dayanarak Babacan’ın kurduğu yeni parti DEVA’yı suçlayan, töhmet altında bırakan, FETÖ ile özdeşleştiren bir yazı yazabiliyor! Bilgi de değil yazdıkları, haber de. Doğrudan duyum, hatta Meclis dedikodusu…

     Üstelik burada suçlamaları yönelten AKP’lilerin görüş, değerlendirme ve suçlamalarına aracılık etmiş oluyor. İsimleri de belirsiz. Oh ne ala memleket! Suçla, töhmet altında bırak, ismin bile gizli tutulsun, korunsun! Gazetecilik açısından savunulacak yanı olamaz böyle bir tavrın.

      Sevgili dostum Abdülkadir Selvi, “duyum” ile konuşmayı eleştirirken kendisi de aynı yanlışa düşmemeliydi… 

        Faruk BİLDİRİCİ/23 Mart 2020