LEZZETE KEFİL OLUNURSA

...

Köşe yazılarıyla ilgili okur eleştirilerini öncelikle muhatabına gönderiyorum. Amacım da yazarın bilgilenmesini sağlamak. Maddi hata olmuşsa aynı köşede yine yazarı tarafından düzeltilmesi bekliyor, ısrarla takip ediyorum.

Temel gazetecilik ilkeleriyle çelişen zorunlu bir durum olmadıkça yazar ile okuru arasına girmek en son isteğim. Kelebek yazarı Ayşe Aral ile okuru arasındaki tartışmaya da Okur Temsilcisi olarak müdahil olmak istemezdim. Fakat Aral, kendisine gönderdiğim bir okur eleştirisini köşesine taşırken, benden de bahsederek yanıtladı okuru. Benim de Aral’ın düşüncesini desteklediğim havası doğdu. Kendimle ilgili bu yanlışı düzeltmek durumundayım.

Önce izlemeyenler için geçmişe dönüp, süreci özetleyeyim. Aral, 25 Ocak’ta Kelebek’te çıkan “Yeni balıkçım Z..” yazısında, adını başlıkta verdiği lokantayı övüyordu; “Z.. alışılagelmişin dışında balık lezzeti sunan şirin mi şirin bir lokanta. Beni hem lezzetiyle hem de kalben fethetmiş durumda. Çünkü Z.. bizim aile lokantamız. Kız kardeşim Ayça’nın eşi Roben’in lokantası.”

Şevket Ruacan adlı okur, bu yazıyı “son yıllarda gördüğüm en açık reklam yazılardan birisi” diye eleştirdi. Ben de Ruacan’ın eleştirisini bilgilenmesi için Aral’a ilettim. “Eniştemin lokantası” başlıklı bir yazıyla okuru yanıtladı Aral. 8 Şubat’ta yayımlanan bu yazıda Aral, özetle şöyle diyordu:

“Okur Temsilcimiz sevgili Faruk Bildirici, kendisine yollanan, beni şikâyet eden bir e-postayı yolladı bana. ‘Ayşe Aral, düpedüz eniştesinin lokantasının reklamını yaptı.’ Evet yaptım, bunu anlamak için dahi olmaya gerek yok. Ama kötü bir malı kakalamaya çalışmadım, hevesle, yeni açılan ve lezzette iddialı olan bir yeri de tanıttım, aksi olsa bu riski göze almazdım.”

Okur Temsilcisi olarak yazılarımı izleyenler, yazı ve haberlerin reklamlarla içe geçmesine ne denli karşı olduğumu bilir. Yazı ve haberlerde reklam yapılmasının etik ilkelere aykırı olduğunu defalarca yazdım.

Neden yapılmamalı? Bir yazıda bir lokantanın (ya da bir şirketin) reklamı yapıldığında gazetenin güvenirliği ve yazarın saygınlığı o lokantanın ticari faaliyetleri için kullanılmış olur. Hürriyet ve yazarı, bir lokantanın lezzetine kefil olmuş olur. Bu da öncelikle Hürriyet’e haksızlıktır, sonra gazeteciliğe.

Zira Hürriyet’in gazete olarak temel işlevi okurlarına doğru bilgi sunmaktır. Restoranlarla ilgili doğru bilgiyi, ancak konunun uzmanları verebilir. Kaldı ki, onlar da reklama kaçan yazılar yazamaz. Çünkü Hürriyet Yayın İlkeleri, uzman gazetecilerin (gurmelerin) bile “ürün, şirket ve markalar hakkında yazarken aralarında ayrım yapmaması” gerektiğini vurgular. Doğan Yayın İlkeleri’nin 21. Maddesinde ise “Haber veya yazının unsurlarından olmadığı sürece şirketler ile ticarî ürünlerin isim ve markası kullanılamaz” denilmiştir.

Halbuki “Z..” adlı lokantanın muadillerinden daha iyi olduğu, lezzetli yemekler sunduğu Aral’ın subjektif bir iddiası. Çünkü Aral hem konunun uzmanı değil, hem de o restoranın sahipleriyle akrabalık ilişkisi var. O lokantanın ne denli iyi olduğu konusunda nesnel davranması beklenemez.

Bu tür yazı ve haberlerin gerek Hürriyet’te, gerekse başka medya kuruluşlarında yaygın olduğunun da farkındayım. Yaygın olmasının yanlışa haklılık kazandırmayacağı inancıyla hatırlatıyorum etik ilkeleri. Eleştirdiğim de bir yazarın gittiği bir restoranda yediği yemek ya da oranın ambiyansı ile sınırlı bir beğeni vurgusu değil tabii ki...