KRAVATLI GAZETECİLİK YA DA ANKARA GAZETECİLİĞİ

...

Bunca yıllık gazeteciyim, bu “Ankara gazeteciliği” kavramını kimin ortaya attığından hiç emin olamadım. Ankara’da yapılan gazeteciliği küçümsemek, hatta aşağılamak isteyen İstanbul gazetecileri mi ürettiği bu lafı? Yoksa gazetecilik tarzlarını yüceltmek isteyen Ankara gazetecileri mi? Hiç emin olamadım.

Şurası kesin. Bu ülkede Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri gazetecilikte bir Ankara-İstanbul çekişmesi var ve iki kentteki gazeteci milleti de birbirlerinin gazetecilik tarzlarından pek fazla hazzetmez. Tabii bu bir genelleme. Elbette istisnai durumlar vardır iki kentte de…

Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ankara, yeni bir başkentti. İstanbul ise çökmüş Osmanlı İmparatorluğu’nun payitahtıydı. Cumhuriyet’i yönetenler, ülkenin merkezini Ankara’ya taşırken, gazeteciliği, gazeteleri de taşımak istediler. İlk yıllarda bu yönde önemli adılar atılsa da zamanla bunun başarılamadığı ortaya çıktı; Ankara’ya taşınan gazete merkezler de İstanbul’a dönmek zorunda kaldı. Ankara’da kurulan gazete merkezleri de ki bunun en önemli örneği tek parti döneminde CHP’nin gazetesi olan Ulus’tur; o da çok partili dönemde yaşayamadı.

Gazetelerin merkezlerinin Ankara’da yaşayamaması, İstanbul’un zamanla yeniden medyanın merkezi haline gelmesinin birçok nedeni sıralanabilir. Ama sanırım temel nedeni, Ankara’nın devletin başkenti olmasına rağmen, İstanbul’un da ülkenin ekonomik ve kültürel merkezi olmaya devam etmesi.

Ekonomik ve kültürel merkez olunca İstanbul’da yapılan gazetecilik de ister istemez bu çevrelere yöneliyor; Ankara’da da bürokrasiye, siyasete, diplomasiye odaklanıyor. Yoksa ne İstanbul gazeteciliği diye bir uzmanlık alanı var bu meslekte ne de Ankara gazeteciliği diye. Değişik alanlara odaklanınca da gazetecilik tarzları arasında farklar doğması son derece doğal.

Hatta öyle farklıdır ki iki kentteki gazetecilik tarzı, bu giyim kuşama da yansır; o yüzden “Ankara gazeteciliği” kimilerince “kravatlı gazetecilik” olarak da adlandırılır. Doğrudur da İstanbul’daki meslektaşlarımız çoğu zaman kravatsız, daha serbest kıyafetlerle dolaşırken, biz Ankara’da gazetecilik yapanlar hep takım elbise giymek, her gün kravat takmak zorunda kalmışızdır.

Ankara’da mesleğe başladığım ilk yıllarda en çok zorlandığım konulardan biri kravat bağlamaktı. Öğrenene kadar epey uğraşmıştım. Hem siyasetçilerin peşinden koşturup duracaksınız hem de kravatınız, takım elbiseniz düzgün olacak! Mümkün olduğunca dikkat ettim giyim kuşamıma. Ama yine de zaman zaman meslek büyüklerimin uyarından kurtulamadım.

En çok etkilendiğim uyarı da 1980’lerde Parlamento Muhabirleri Derneği Başkanı olan Rafet Genç’ten geldi. Meclis’e gittiğim bir gün, Rafet abi, beni kenara çekti; “Bir daha böyle ceketler giyme” dedi. Şaşırmıştım. Ceketimi beğenmemesinin nedeni ceplerinin klasik ceket ceplerinden farklı olarak, mont cepleri gibi yandan dikey açılmış olmasıydı. O kadar… Yine de Meclis adabına uygun bulmamıştı ceketimi…

Belki bu kadarı gereksizdi titizlenmenin. Ama meslek büyüklerinin giyim kuşama bu denli dikkat etmesinin haklı bir nedeni de vardı. Siyasetçiler, bürokratlar da yeni tanıdıkları bir gazetecinin önce kılık kıyafetine bakıyordu. Sadece Meclis’e değil, devlet dairelerine, bakanlıklara girerken de takım elbise ve kravata göre itibar gösteriliyordu gazetecilere.

Gerçi zamanla bu kurallar biraz esnedi; kravat Meclis dışında daha az takılır oldu ama yine de Başkent gazeteciliği özünde kravatlı gazetecilik olmaya devam etti. Ankara’da üretilen içeriklerin büyük bölümünün kaynağı hala devlet ve siyaset kurumları. Diploması, polis, asker, yüksek yargı, ekonomi, eğitim, sağlık gibi alanlara ilişkin haberlerin bile çoğu bürokrasi kaynaklı…

Her ne kadar, Türkiye değişse, gazeteciliğin aygıtları gelişse de Ankara’da üretilen haberlerin medyada geni bir alanı kaplaması gerçeği değişmiyor. Bu da Ankara’daki gazetecilerin en büyük kıvancı… Güçlerini de buradan alıyorlar.

İstanbul’daki meslektaşlarımız bu kentte yapılan gazeteciliği “Ankara kadar asık suratlı” bulsa da yakın bir zamana kadar Ankara’da yetişen, bu kentten giden gazeteciler birçok medya kuruluşunun üst kademelerinde görevdeydi. Eskisi kadar olmasa da hala öyle. Çok sayıda Ankara’dan gitmiş gazeteci var İstanbul’daki medya merkezlerinde. Fakat artık Ankara’dan İstanbul’a gitmiş, orada gazete, dergi, televizyon, radyo ve internet siteleri yöneten meslektaşlarımıza “Ankara gazetecisi” demiyor kimse…

Demek ki, Ankara’da yetişen gazeteciler, İstanbul’da zirvelere kadar tırmanabiliyor; İstanbul’daki gazetecilik tarzına uyum gösterebiliyor. O halde iki kentteki gazeteciliği yarıştırmaya kalkmanın, bir diğerini küçümsemeye kalkmanın anlamı yok.

Görünen o ki, farklı alanlara odaklanan iki kentteki gazetecilik birbirini bütünlüyor, birbirinden besleniyor. İki kentin gazetecileri mesleki deneyimlerini birbirlerine aktarıyor; böylece gazetecilik pratiğimiz güç kazanıyor.

Zaten günümüz Türkiyesinde artık gazeteciliği sadece İstanbul-Ankara gazeteciliği diye de ayırmamak lazım. Bir yandan yerel gazeteciliğin önemi, etkisi, işlevi artıyor; diğer yandan da bir “Kürt medyası” oluştu. Gazeteciliğin evrimini kavramak için bu yeni oluşumları da gözden kaçırmamakta yarar var.

Faruk BİLDİRİCİ / Çankaya Gazetesi / 24 Aralık 2014