HASAN GERÇEKER

...

Yargıtay Başkanlığı sırasında hükümet ile yıldızı barışmamıştı. O yüzden Hasan Gerçeker’in emeklilik sonrası Futbol Federasyonu Tahkim Kurulu başkanlığı sürprizdi. Tabii futbol tutkusunu, Gençlik Spor Genel Müdürlüğü’nde 16 yıldır benzer görevlerde bulunduğunu bilmeyenler için… Şimdi şike operasyonunu dikkatle izliyor, muhtemelen son sözü onun başkanlığındaki kurul söyleyecek.

FENERBAHÇE: ORTALIK DURULUR SONRA KANUN DEĞİŞİR

Tahkim Kurulu başkanı olduktan sonra o defterleri (Fenerbahçe taraftarlığı) kapattım. Tamamen tarafsız bir gözle duygularınızdan arınarak bakmak zorundasınız her şeye. Bunlardan kendimizi arındıramazsak hâkimim diyemem kendime. Bırakın tuttuğunuz takımı en yakınınızın ailenizin bir işi bile olsa kanun, hukuk neyse onu yapmak zorundasınız. Duygularınızdan tamamen arınmış olarak bakacaksınız olaylara. Kulüp olarak değil de Türk sporu için insan üzülüyor. Bu olaylar, Türk sporunda yara açıyor. Bu yeni başlamış bir olay değil, Almanya odaklı bir dava vardı, bu şike soruşturmasının gölgesinde kaldı ama onun soruşturması da devam ediyor. Tahkim Kurulu’nda onun dosyalarına bakıyoruz biz. Sıkıntı şundan kaynaklanıyor. Nisan ayında yeni bir yasal düzenleme yapıldı, şike ve teşvik primi vermek adli bir suç haline getirildi. Eskiden tek başlı olan olay iki başlı hale geldi. Böyle bir düzenlemenin yapılması temelde Türk sporu için güzel oldu aslında. Fakat bir kanun yanlışsa değiştirilir Allahın emri değil. Ama birtakım spekülasyonlara yol açacaksa, götürüsü getirisinden fazla olacaksa bazı şeyleri yapmaktan çekiniyorsunuz. Bu bir strateji meselesidir. Ortalık durulur, ondan sonra yine yanlış görülen şey değiştirilir. Değişir kanunlar, doğaldır. Bakarsınız uygulamada sakıncalı sonuçlar çıkar değiştirirsiniz. Ama zeminini zamanını iyi ayarlamak lâzım. Şike ile teşvik biraz daha farklılaştırılabilir mi bunlar tartışılıyor daha çok.

SPOR HUKUKU: YARGISIZ İNFAZ OLMAMALI

Spor hukuku daha çok disiplin hukuku. Öyle olay olur ki adli yargılama sonucunu beklersiniz. Ama deliller sonuca ulaştırabilecek netlikteyse beklemek zorunda olmazsınız. Bu olayda savcılıktan gelen belgeleri görmeden değerlendirme yapamam. Ama şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim idealist bir yönetim kurulu var. Federasyon Başkanı’nın bana görev önermesi de iyi niyetinin göstergesi. Demek ki güzel şeyler yapmak, tarafsız kurullar olmasını arzu ediyor. Onun için onların değerlendirmesine de saygı duymak gerekiyor. Eskiden yargı kararı beklenmezdi. Çünkü şike ve teşvik adli suç değildi. Dönüp dolaşıp önümüze gelecek, onun için somut olaylarla ilgili olarak çok şey söyleme imkânımız yok. Ama kamuoyunun bazı konuları bilmesinde yarar var. UEFA’nınki de aslında ceza değil, bir tedbir kararı. Elbette hiç kimse yargısız infaz olmamalı. Deniliyor ki kanaate göre karar verilir! Zaten hâkimler de vicdani kanaatine göre karar veriyor ama o kanaatin oluşması için de birtakım belgeler, bilgiler olması lazım. Herkes sporda diğer suçlar gibi değerlendiremiyor. Tuttuğum takım iyi de yapsa kötü de yapsa galip gelsin, haklı olsun diye düşünüyor insanlar. İşte bundan sıyrılmamız lazım. Bir de şu var; doktorun amacı hastasını iyileştirmektir. Aşırı dozda ilaç verirse anlamı kalmaz. Burada da iyileştirmek için her şeyi dozunda vereceksin. Ceza da veriyorsan dozunda olacak.

ÇOCUKLUK: İDMAN ÇANTAMI PENCEREDEN KAÇIRIRDIM

Aslında spora voleybolla başladım. Ama gönlüm hep futboldaydı. Bir de pasör olarak oynuyordum, boyum pek müsait değildi. Bir iki sene lisanslı olarak oynadıktan sonra futbola geçtim. Amatör kümedeydi oynadığım takımlar. Ankara’da Ulus’ta doğdum büyüdüm. İsmet Paşa semti denir mahallemize. Kaçak gidiyorduk antrenmanlara. Annem fazla top oynarsak okumayız diye korkuyordu. İdmana giderken çantamı pencereden balkona koyar, çıkınca oradan alır giderdim. Annem bakardı çünkü çantayı götürüyor muyum diye. Neyse onu mahcup etmedik okulu da bitirdik. Aslında fen kolundan mezun oldum. Kafamda doktorluk vardı. Fakat eniştem hâkimdi, en son Sungurlu’da ağır ceza başkanlığı yapmıştı. Herkesin ona saygı gösterdiğini, toplumdaki ağırlığını görürdük. Annem dedi ki, "Oğlum seni böyle cübbeyle kürsüde görmek istiyorum". Kafamda sabitleşmiş bir meslek seçimi de yokmuş, annemin yönlendirmesiyle hukuk yazdım. Kazandım, Ankara Hukuk Fakültesi’ni. Klasik bir sözdür ama yine söyleyeyim; dünyaya yine gelsem yine Hukuk’u seçerim.

HUKUK FAKÜLTESİ: ARINÇ ARKADAŞIM OLDUĞUNU SÖYLEMEDİ

Fakültede spor kulübünün yöneticisiydim. Voleybol oynadım, futbol takımında da oynadım. Son yıl Ankara şampiyonu olduk Sosyal yönden de oldukça faal bir talebeydim. Sinema derneğimiz vardı bizim. Fakültenin kantini gece kulübü gibiydi, orada partiler düzenlenirdi. Çok güzel bir arkadaş grubumuz vardı, evlerde danslı toplantılara giderdik. Biz öyle yetiştik, ufkumuz genişti. 68’li yıllar biliyorsunuz hareketli yıllardı. Spor faaliyetlerim, olayların içinde belki riskli konuma gelmemi önledi. Fazla siyasetle ilgilenmedik. Arkadaşlarımdan cezaevlerine düşenler oldu, vurulanlar oldu. Hiç oldu gitti insanlar. Bülent Arınç ile aynı dönemdeniz de pek tanışıklığım olmadı onunla. Zaten o da arkadaşım olduğunu söylemedi biliyorsunuz. Demek onda bir iz bırakmamışım. Danıştay Başkanı, Yargıtay Başkanı da bizim devredendir. Onları tanıdığını söyledi.

SAVCILIK: İÇİM PARÇALANIRDI CEZALAR ÇOK AĞIRDI

Dediğim gibi hep sporun içinde oldum. Savcılık, hâkimlik ister istemez toplumla mesafeli olmayı gerektiriyor. Herkesle istediğiniz gibi dostluk kuramıyorsunuz ama spor insanlar arasında güzel bir köprü oluşturuyor. Bakıyorlar savcı top oynamasını biliyor, çalım atıyor falan. İnsanların hoşuna gidiyordu. 1974’te savcı olarak göreve başladığım Doğubayazıt’ta bile öğretmenlerle futbol oynadım. Pazaryeri’nde voleybol turnuvası yaptık. Takım kaptanıydım. Spor sosyal yaşamıma büyük bir zenginlik kattı. Görev yaptığım her yerden güzel anılarla ayrıldım. Doğubayazıt sıkıntılı bir bölgeydi. Bizim zamanımızda bu terör falan yoktu ama kaçakçılık vardı. Askeri Birliğe ziyarete gelen insanlar giderken dükkânlardan bir şeyler alır, jandarma yakalayıp önünüze getirirdi. İçimiz parçalanırdı ama yapacağınız bir şey yok. Cezalar da çok ağırdı sonra değişti Kaçakçılık Kanunu. Mesela Aksaray’da çok güzel günlerim geçti. Baronun çay saatlerine katılırdım. Sonra turnuva düzenlediler, orada oynadım. Yargıtay Başkanı olduktan sonra Aksaray’a bir gezi düzenlediler. Orada o maç kadrosunu çerçeveletip fotoğrafını hediye ettiler. Bu mutluluk verici bir jestti. Ben de oğlum Emrah’ın iyi bir sporcu olmasını çok arzu ettim. Yaz okullarına götürdüm. ASKİ Basketbol takımında oynadı. Bir şanssızlık oldu, kulübü kapattılar. Devam ettirememesine üzüldüm. Emrah şimdi mühendis.

CEZA KURULU: HÜKÜMETLER DEĞİŞTİ BEN KALDIM

Eskiden sporun en üst disiplin organı olarak Merkez Ceza Kurulu vardı. Bu kurulda genellikle Yargıtay üyeleri görev yapmış. Yargıtay’da aynı dairede çalıştığımız Sıraç Aslan Bey, 1995’te beni kurula aldı. Bizim Ceza Kurulu’nu saysam şaşarsınız. Biri ben, biri Mustafa Birden, emekli Danıştay Başkanı. Diğeri Barolar Birliği Başkanı rahmetli Özdemir Özok. Altı yıl önce Gençlik Spor Genel Müdürlüğü Teşkilat Yasası’nda bir değişiklik yapıldı, Tahkim Kurulu kuruldu. Gençlik Spor Genel Müdürlüğü Tahkim Kurulu’nun oluşumunda da başkandım. Güzel olan şu. Çok kişi bilmiyor, çünkü biz kurallar neyse onu uyguladık. Önemli dosyalara baktık aslında. Halterci kızların, Süreyya Ayhan’ın, basketbolcuların dosyası vardı. Bir sürü kulübün soruşturmalarına baktık. Kamuoyunda hiçbir spekülasyon konusu da olmadı. İşimi aksatmayacak şekilde bu işi yapabildiğimi görünce 16 yıl devam ettirdim. Hükümetler geldi geçti, genel müdürler değişti. Hiç birisi benden vazgeçmedi. Niye? İşimizi doğru yapmaya çalıştık. Tabii her yaptığımız yüzde yüz doğrudur deme şansına sahip değiliz. Ama bir güven verdik. Onlar için güvence olduk.

TAHKİM KURULU: EMEKLİ OLMADAN ÖNERİ GELDİ

Futbol Federasyonu Tahkim Kurulu Başkanlığı hiç aklımda yoktu. Yargıtay’dan emekli olmadan birkaç ay önce bir öneri geldi. Temmuzda seçim yapılacağı o zaman belliydi. Emeklilik döneminde bu görevi yapmakta sakınca görmedim. Onun için öneriyi kabul ettik. Güzel de bir kurul oluştu. Seçildikten dört gün sonra Şike soruşturması başladı. Seçim soruşturmadan sonra da olsa bu görevi çekinmeden yine kabul ederdim. Çünkü spora bu şekilde hizmet etmekten mutluluk duyuyorum. Benim için bir hobi. İddialı konuşmayı seven bir insan değilim ama hep zor görevlerde çalıştım. Mesela Doğubeyazıt ilk görev yeri olarak zor bir görevdi. İşten, zorluktan kolay yılmam. Sonra Aksaray’a gittim, orası da büyük, olaylı bir yerdi. 12 Eylül döneminde Yargıtay’a tayin edildim. Altı seneye yakın orada Tetkik Hâkimi olarak görev yaptım. Orada zor ve kapsamlı dosyalara baktık. İlk gittiğimde kuşkuluydum, emir komuta içinde mi görev yapacağız diye. Kimseden en ufak bir baskı görmedik.

HRANT DİNK KARARI: BAZEN KAMU VİCDANI KABUL ETMEZ

Yargıtay 7.Ceza Dairesinde tetkik hâkimliği yaptım. Zor bir daireydi. 1995’te Yargıtay üyesi olduktan sonra 9 Ceza’ya verdiler. En sansasyonel davalar, Hrant Dink davası, Öcalan davası, Aczmendiler, Hizbullah, DEP ve HADEP davaları bizden geçti. Hrant Dink’e ceza davası kararı geçende de sorulmuştu. O zaman Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi konusu Türkiye’de bu kadar özümsenmiş değildi. Artık bunu tartışmak, doğrudur yanlıştır diye değerlendirme yapmak da istemiyorum. Bazen öyle bir karar verirsiniz ki, pozitif hukuk öyle emrediyordur, kamu vicdanında onu kabul ettiremezsiniz. Bu sadece o davada olmadı. O karar oybirliğiyle çıktı daireden, Genel Kurul’da da çok az karşı oyla çıktı. Bugün olsa ne düşünürdüm? Şimdi bir şey diyemem. Farklı da olabilir; olmaz demiyorum fakat olayları hep koşullara göre değerlendirmek gerekiyor.

YARGITAY: HÜKÜMETLE FARKLI PENCERELERDEN BAKTIK

Yargıtay Başkanlığı’nda belirli dengeleri korumaya çalıştım. Hani nehirleri tersine akıtamazsınız derler. Hukuk sistemimizde de öyle. Bir şeyler olacaksa önleme imkânınız olmuyor. Onlar belirli bir strateji çizmişler, bunu gerçekleştirecekler. Halk da seçmiş gelmişler, irade o şekilde tecelli etmiş. Farklı pencerelerden baktığınız zaman da elbette farklı söylemler ortaya çıkıyor. Yargı ile ilgili düzenlemelerin yargı bağımsızlığını sağlamayacağını düşündüğümüz için referandumda karşı çıktık. Yoksa biz yargı sistemi aynen kalsın, 12 Eylül sistemi devam etsin demedik. 12 Eylül’den bağımsız yargı sistemine darbe vurmuştu. Şimdi kurul genişletildi, bu bizim de istediğimiz bir şeydi. Ama biz kurul kararlarının yargı denetimine tabi olmasını istedik, onu sağlayamadılar. Meslekten atılmalar dışında yargıya gidilemiyor. Artık bunların dışında kalmak istiyorum. Biz artık sporun sorunlarına girdik.

ERDOĞAN’A VEDA: KENDİMİZ İÇİN BİR ŞEY İSTEYEMEYİZ

Ben hiçbir zaman demagoji yapmadım. Kapalı kapılar arkasında şöyle konuşup açıkta başka türlü konuşmadım. Hayatım boyunca ilkem o oldu. Başbakan ile de farklı görüşler ortaya koyduğumuz, çeliştiğimiz konular oldu. Ama son görüşmemiz gayet olumluydu. 160 yeni arkadaşımız geldi, onları bağrımıza bastık. Fakat onları oturtacak yerimiz yoktu. Bunu anlatınca başbakan açtı başbakanlık müsteşarını, Efkan (Ala) Bey biraz üzüldü ama Emekli Sandığı binasının bize verilmesine itiraz edemedi. Bizler hâkim ve savcı olarak kendimiz için bir şey isteyemeyiz. O zırhlı aracı da ben istememiştim. Genel sekreterimiz yazmıştı. 96 model bir Mercedes’ti makam aracımız. İkide bir yolda kalıyordu. O aracı tahsis ettiler bize. İyi de oldu. Benden sonra gelen arkadaş kullanıyor.

MEDYATİK: HUKUK MATEMATİK ZEKÂ GEREKTİRİR

İyi hukukçu olmak için matematik zekânın olması gerek insanda. Hukuk tamamen mantığa dayanır; olayları, koşulları ortaya koyup bir sonuç çıkaracaksınız. Belki lisede fen kolu mezunu olmam hukukçuluğumun gelişmesinde büyük rol oynadı. Ben 40 yılımı vermişim bu mesleğe. Bir iz bırakmış olmak insana mutluluk veriyor. O kadar önemli davalara baktık, o kadar riskli işlere baktık, şu güne kadar Allaha şükür diyeyim en ufak bir kötü muameleyle karşılaşmadım. "Emekliliğimde konuşurum" diye espri olsun diye söyledim. Fazla medyatik olmayı seven bir insan değilim ama medyatik olmaktan da kurtulamadım. Ben siyaseti hiç düşünmedim.

AİHM ZİYARETİ: ONLARI TANIMIYORDUK

Loizudu davasında mahkûmiyet kararından sonra Büyükelçi Daryal Batıbay aradı. "Ziyaretiniz çok yararlı olacak" dedi. İki daireden beş altı arkadaş gittik, çok özel bir gezi düzenlediler, sağ olsunlar. Büyükelçi, tabii bilgi notu olarak iletti neleri söylemem gerektiğini. AİHM Başkanı ile güzel bir görüşmemiz oldu. Kıbrıs’ta Rumların taleplerini inceleyecek komisyonlar kurulduğunu anlattık. Yani iç hukuk sistemi bitmemiş oluyordu. O davaları reddetti AİHM. 30-40 bin davadan kurtuldu Türkiye. İlk gidişimiz ile son gidişimiz arasında korkunç fark vardı. Çok şey kırıldı şimdi. Biz de onları tanımıyorduk. "Bize karşı önyargılılar, ağzımızla kuş tutsak yaranamayız" diyorduk.

BİLGİSAYAR: ANILARIMI YAZMAK İÇİMDEN GELMEDİ

Bilgisayarı kendim öğrendim, kursa falan gitmedim. Emekli olmadan önce bir hatıra kalsın diye kitap yazma uğraşı içine girdim. O bana bilgisayarımı ilerletme olanağı sağladı. Daha çok geceleri yazıyordum. Eşim şikâyetçi oluyordu biraz. Bak kitabı sana ithaf ettim dedim gönlünü aldım. Türk Ceza Kanunu yorumu açıklamalı, iki ciltlik bilimsel bir kitap olarak yayınlandı. Anılarımı yazmayı düşünmedim. Hep güzel yönlerini alıp da kötü yönleri yazmazsanız kendinize karşı saygısızlık olur. Kötü yanları yazarsanız bu sefer olay başka türlü olur. Onun için anılarımı yazmak içimden gelmedi.

HİZBULLAH: TUTUKLULUKLA İLGİLİ DÜZENLEMEDE SAKATLIK VAR

Hizbullah dosyasında da arkadaşlarımız kuralları uyguladılar. Özgürlüğü kısıtlayan şey olduğu için tutukluluk toplumu en çok rahatsız eden konulardan birisi. En çok üzüldüğüm şey, uygulamada mutlaka bir birlik olması lazım. Mahkemeler ayrı, Yargıtay’ın bir dairesi ayrı, diğer dairesi ayrı karar verirse bunu toplum vicdanına kabul ettiremediğiniz gibi toplumun yargıya olan güveni de kalmaz. Öyle bir durum ortaya çıktı maalesef. Kimi dedi beş sene, kimi dedi on sene. O kadar çok değişik görüşler çıktı ki demek ki düzenlemede bir sakatlık var. Hâlâ da çözülemedi. Hizbullah olayındaki çelişki de o. Bir taraftan diyorsunuz ki bunlar çok uzun süreler, AİHM standartlarına göre tutukluluk süresi en fazla dört yıl, o da arızi olarak. Hizbullah sanıkları on yıl oldu diye tahliye edildi yer yerinden oynadı. Bunlar nasıl bırakılır diye? Yasadaki süre uzatılmayınca arkadaşlarımız mecbur kaldılar. Uygulamada da bir gecikme yok. İnsanlar Yargıtay’da işin nasıl yürüdüğünü bilmezlerse yanlış değerlendirebilir. Acele ettikleri halde böyle oldu. 1.5 milyon dosya var, düşünebiliyor musunuz? Dosya gelince dairede ilk olarak tutuklu mu, zaman aşımı yakın mı ona bakarız. Onlara mutlaka öncelik veririz. Oradaki arkadaşlar da gelir gelmez tetkik hâkimine vermişler ama daha evvel bitirme imkânı bulamamışlar. Ama bazı şeylerde kuralları uygulasanız bile olayın vahameti kamu vicdanını tatmin etmiyor.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 18 EYLÜL 2011