GÜLSE BİRSEL

...

MİZAH ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMDE SİYASİLEŞEBİLİR

Özgün bir çizginin insanı Gülse Birsel. Daha önce gidilmemiş, iz bırakılmamış yollardan gidiyor, hem de bir otoyolda gidercesine kendine güvenli bir halde. Gözlerini hedefine dikmiş, yorulmadan ilerliyor. Sanki 190 bölümlük Avrupa Yakası maratonunu yeni bitiren o değilmiş gibi yeni projelere doğru yol alıyor. İlk istasyona vardı bile "Yedi Kocalı Hürmüz."

YENİ KARAKTERLER VAR: YEDİ KOCALI HÜRMÜZ ESKİLERDEN FARKLI

Aslında önce bir film olarak yazılmış Yedi Kocalı Hürmüz. 60’lı yıllarda Suna Pekuysal oynamış. O filmi izleyemedim. Ezel Akay bile kopyasını bulamamış. Bir de Türkan Şoray filmini biliyoruz. En iyi bilinen Ayten Gökçer’in sahnede oynadığı Yedi Kocalı Hürmüz. Orada benim rolümü Adile Naşit oynuyor. Aslında bu Safinaz ile o Safinaz’ın tek ortak yanı çöpçatan olmaları. Bu Safinaz, bu film için yaratılmış, sadece bu senaryoda olan bir karakter. Genç, aşk peşinde, ahlaksız, ağzı bozuk ama sempatik. Döneme sadık kalınan bir film değildi. Daha çok bir masal atmosferi vardı. Filmde başka bazı farklı yeni karakterler de var. Mesela Haluk Bilginer’in oynadığı Kuşçu Cebrail ile Halit Akçatepe, Zihni Göktay ve Erol Günaydın’ın canlandırdığı mahalle kahvesindeki üç ihtiyar da bu film için yaratılan karakterler. Safinaz’ın geleneksel Türk tiyatrosunda, filmin diğer karakterlerinin aksine bir benzeri yok. Bu açıdan zor ama zevkliydi. Önce senaryodan yola çıkarak oturup yazdım karakterin özelliklerini, sonra yürüyüşünü, elini kolunu kullanışını bulmaya çalıştık.

Yönetmen çok memnun. Bu hafta vizyona girecek. Artık seyircinin memnun olması önemli.

ASLI VE SAFİNAZ KARŞILAŞTIRMASI: SAFİNAZ’DAN DAHA ÇOK ZEVK ALDIM

Avrupa Yakası’na başladığımda tecrübesiz bir oyuncuydum. Aslı’nın yeterince performans alanı var mı, nasıl oynarım diye hiç düşünmemiştim. Bütün karakterleri çok detaylı yazmışım. Aslı’yı nasıl olsa ben oynayacağım diye sadece biyografi gibi bir şey dökmüşüm kağıda. Aslı karakteri zamanla oturdu, inandırıcı bir Aslı çıktı. Safinaz ise daha renkli, daha çok zaafı olan bir karakter. Daha zor ama çok performans alanı olan bir karakter. Onun için Safinaz’dan daha çok zevk aldım.

GAG: BENİM İÇİN SÜRPRİZDİ

Gazetecilikte hayat biriktirdim. Tabii birgün senaryo yazarım, bunlar karakter olur birileri bunu oynar diye düşünmedim. GAG’a kadar dergi editörü olarak hayatıma devam ederim diyordum. Sürpriz oldu benim için. ATV’nin GAG’ı hazırlayan ekibi, programı sunacak birini arıyormuş. Yazılarımı okuyunca beni çağırdılar. "Deneme çekimi yapalım, ben onu mizah yazısı olarak gazeteye yazarım" dedim. Deneme çekimi iyi geçti. Ve beni ikna ettiler.

BOĞAZİÇİ’NDE OKUDUM: FIRSAT AYAĞIMA DOLANDI

Hayalim oyuncu olmaktı. Hem konservatuar okumak hem de Boğaziçi’ne gitmek istiyordum. Fakat o sene konservatuarda oyunculuk bölümünden yarı zamanlılık kaldırıldı. Boğaziçi’nde birinci yılın sonunda boşlukta hissettim kendimi. İktisatla ilgili bir meslek yapmayacağımı anladım. İşte bu sırada fırsat ayağıma dolandı. Gazetecilik aklımda hiç yoktu. Elvin diye bir arkadaşım Ercan Arıklı’nın gazeteci olmak isteyen, İngilizce bilen, enerjik insanlar aradığını söyledi. Telefonu çevirdim, "Elvin’den aldım telefonunuzu, o da Eren’den almış" filan derken santraldaki hanım, "Aaa Erel Hanım siz misiniz?" dedi. İsimler karıştı, Beni Aktüel’de çalışan Erel Eryürek sandı. Ercan beyin direkt numarasını verdi. Arayıp, "İyi günler, ben Gülse Şener, Boğaziçi’nde öğrenciyim" diye kendimi anlattım. "Yarın gelin konuşalım" dedi. Gittim, Ercan bey ile ayaküstü konuştuk. "Madem iktisat okuyorsunuz Para dergisinde başlayın" dedi. Ukalalık yaptım, "Aktüel dergisini istiyorum" dedim. "Öyle mi?" dedi. Beni Mehmet Yılmaz ile tanıştırdı. O çok ciddiye almadı ama ısrar edince Gülay Göktürk’e götürdü. Gülay hanım da "Yedi sekiz konu getirin yarın toplantımız var" dedi. 20’nin üzerinde konu götürdüm. Beşine olur dediler, birini de bana verdiler. "Kolej yarışı yuvalara indi" diye bir haberdi. Kapak konularından biri oldu. Gülay hanım "Bundan sonra size daha çetrefilli haberler verebileceğiz Bilse" dedi. Ben de "Adım Bilse değil Gülse ama çetrefilli haberler isterim" dedim.

ÇOCUKKEN MUTLUYDUM: BAHÇELERDE KONSER VERİRDİM

Çocukken en büyük hayalim şarkıcı olmaktı. Florya’da bir yazlık evimiz vardı. Annemin simli bir şalı vardı o benim sahne kıyafetimdi. Onu omzuma alırdım bir de teybin küçük mikrofonunu, konsere başlardım. İlk şarkıdan sonra yan bahçeye geçer konsere devam ederdim. Bütün bahçeleri dolaşırdım. Konu komşu alkışlardı mecburen. Akşam olsun herkes bahçelere çıksın konserime başlayayım diye beklerdim. Aslında iki annem iki babam var gibiydi. Ablam 13 yaş, abim 15 yaş büyük benden. Herhangi bir başarıda da alkışlayacak çok insan vardı. Belki de o alışkanlıkla, ilgi isteğinden bu mesleklere yöneldim.

SINIFTA İSYAN ÇIKARDIK: HALDUN TANER HAYRANIYIM

Daha okula başlamadan çok kitap okudum. Kitap okumak bütün oyunlardan daha eğlenceli geldi bana. Bana kitap yetiştiremiyorlardı. Babam Haldun Taner’in bütün serisini almıştı. İlkokul üçte dörtteydim. Onları okumadım adeta yedim. Orta üçteyken Haldun Taner bizim okula geldi. Heyecanla sorularımı hazırladım, tanışmayı çok istiyordum. Son anda sadece "Lise sınıfları gelecek söyleşiye" dediler. İsyan başlattım, sınıfta sıraları kırdık. Disiplin cezası aldığımızla kaldık. "Haldun bey tekrar gelecek" diye söz verdiler. Ama bir iki sene sonra Haldun Taner’i kaybettik.

BABAM ÖNEMLİDİR: BABAMA BENZEMEYE BAŞLADIM

Babam çok önemlidir benim için. Çok çalışkan, çok zeki, detaycı, disiplinli biridir. Biraz fazla kontrol sever. Ufaktan bende de başladı son yıllarda. Ben de kontrolümü kontrol etmeye çalışıyorum. Babam seyahatlerde her şeyi organize eder, gezi tıkır tıkır gider. Ben de arkadaşlarımla çıktığım seyahatlerde aynı şeyi yapmaya başladığımı fark edince eyvah dedim.

İSVİÇRE’DE LADY OKULU: YAZ KURSUYDU

Aslında babam Fransızcamı ilerletmem için istedi. Anneme fikir olarak hoş geldi bir Lady okuluna gitmem. Beni "Tiyatro kursları var" diye kandırdılar. Meğer tiyatro kursları yazın yokmuş. Bunu şaka olarak yazdım bir yerde. Ciddi ciddi lady okuluna gitmişim gibi yansıdı. Avrupa’daki lady okullarına kışın gidiyor, iki yıl okuyorsunuz. Benim gittiğim Fransızca ağırlıklı yaz kursuydu. Protokol, sofra düzeni gibi dersler de aldım, gayet eğlenceliydi.

İSMİMİ ABİMLE ABLAM KOYMUŞ: İLK HECELERİ BİRLEŞTİRMİŞLER

Annemle babamın isimlerinin ilk heceleri birleşince Gülse çıkıyor. Gültekin’in Gül’ü Semiha’nın Se si. Artık üçüncü çocukta annemle babam isim bulmaktan sıkılmışlar herhalde. Abim ve ablama demişler ki, "Kardeşinizin ismini siz bulun." Onlarda böyle yaratıcı bir fikirle ortaya çıkmışlar. Herkes de beğenince Gülse olmuş.

LİSEDE TİYATRO OYNADIM: HÜRRİYET’İN TİYATRO ÖDÜLÜNÜ KAZANDIK

Lisede aktif bir tiyatro kulübü vardı. Ona girdim her sene biz oyunlar yaptık. Hocaların çoğu İngiliz olduğu için daha çok Oscar Wilde, Bernard Shaw gibi yazarların oyunlarını oynuyorduk. Hakikaten ciddiye alıyorduk. Yönetmenimiz devlet tiyatrolarından Ali Düşenkalkar’dı. Lise sonda Bernard Shaw’un Pygmalion’ını oynadık. Ben de Eliza’yı oynadım. Hürriyet’in 1989 Liselerarası Tiyatro Şenliğinde ödül aldım.

İYİKİ GİTMİŞİM: NEW YORK İLE DUYGUSAL BAĞIM VARDI

Amerika’ya gitmeden bir ay önce Ercan Arıklı bana Cosmopolitan’ın yayın yönetmenliğini teklif etti. Hayır dedim. Döndüğümde de dergi editörlüğü yapabilirim ama şimdi gidip tiyatro sinema yapmazsam bir daha hiçbir zaman yapamam. New York’ta yaşamak istiyordum. Okuduğum kitaplar seyrettiğim filmler etkilemişti beni. Woody Allen’ı çok sevdiğim için daha görmeden New York ile duygusal bir bağım vardı. Columbia Üniversitesi’nden kabul edilince de çok sevindim ve kalktım gittim. İyi ki de gitmişim harika iki seneydi. Dönünce ATV ana habere girdim ama gazeteciliğin o tarafını sevmedim. İki ay da sabah kahvaltısı haberlerinin dış haberler editörlüğünü yaptım. Ercan bey, Esquire’ın editörlüğünü teklif edince büyük bir mutlulukla kabul ettim. Erkek bakış açısını kavramak açısından Esquire’ın bana büyük faydası oldu. Sonra Harper’s Bazaar’ın yayın yönetmenliğine geçtim.

OYUNCUYU BİLEREK YAZDIM: GAFFUR ELİMDEN KAYAN TEK KARAKTER

Oyuncular yazdığım karakterleri aşağı yukarı hiç değiştirmedi. Zaten oyuncuyu bilerek, o oyuncunun malzemesine göre de yazdım. İlk diziye katıldığında Engin Günaydın’a, "Burhan Altıntop şöyle bir karakter, inşallah çok eğleneceğiz" diye Burhan’ı anlatan uzun bir mail atmışım. Kıyafet tarzından, zaaflarına, kullandığı kelimelere kadar Burhan son bölüme aşağı yukarı aynı gelmiş, istikrarlı. Gaffur yolda değiştirdiğim tek karakter. Gaffur’u her bölümde 3-4 dakika görünecek seri katil ruhlu, çok tehlikeli ve pijamalı bir psikopat olarak tasarlamıştım. Bu kadar sivrileceğini tahmin etmedim. Birden bire reytinglerimiz patladı. Anladık ki Gaffur bir fenomen olarak büyüyor. Gaffur’un her şeyi konuşulur olunca ben senarist olarak kendimi özgür hissedemedim. Eleştiriler üzerine biraz törpüleyince de Gaffur’un orijinalliği kalmadı. Dizide elimden kayan tek karakter Gaffur’dur.

SENARYOM SETTE DEĞİŞMEZ: SİTCOM BİR MATEMATİKTİR

Senaryoyu 3-4 günde yazıyordum. Setimiz üç gündü ama üç gün arka arkaya setim olmuyordu. Tabii ki yorucuydu. Her hafta bir veya iki gece sabahlıyordum. Senaryo yazarken hiç ekiple çalışmadım, nasıl yapılır pek de bilmiyorum. Senaryonun sette değiştirilmesini de sevmem. Dekorda bir şey uymaz orada bir kelime değiştirilmesi gerekir, oyuncudan tekstin ritmini bozmayan çok iyi bir kelime, nida, bir espri çıkar, ancak öyle, ama o da kırk yılda bir olur. Çünkü sitcom bir matematiktir. Başında bir şey değiştirirseniz sonu ona uymaz. Bir oyuncu bir cümle fazla söylese, müziği uymaz, bir sonraki şakanın zamanlaması gider.

ASLI’NIN EVİ GİTTİ: DEKORLARIN YIKILMASI ÜZÜCÜYDÜ

Avrupa Yakası bitince Elmadağ’daki stüdyoda dekorlar o hafta kırıldı yıkıldı. Acıklı bir sahneydi. Altı yıllık muhallebici yıkılıyor, evin eşyaları taşınıyor, sponsorlara geri gidiyor. Evin duvarları sökülüyor! Hepsini seyretmedim ama bayağı üzücüydü. Bir anda bir hayal dünyası sıfırlandı. Ofis, ev, muhallebici, sokak, bir mahalleydi. Hop bir anda yok oldu. Aslı’nın evi gitti, ikide bir buluşulan kafe, kapıcı dairesi, Volkan’ın muhallebicisi gitti, o kadar olay yaşanılan dergi ofisi, Cem’in odası, Fatoş’un masası, hepsi tarih oldu.

YENİ KİTABIM ÇIKIYOR: YENİ DİZİ 2011 ŞUBAT’INDA

15 Aralık’ta yeni kitabım çıkıyor. 5 yıldır kitap çıkmıyordu. Çok mail geldi yeni kitap olmayacak mı diye. Çok sayıda yazı birikti, yeni yazmak istediğim mizah yazıları da vardı. Bir talep olduğunu hissedince insan duramıyor. Kitap çıktıktan sonra da filmimi yazacağım. Avrupa Yakası’nı bitirme sebeplerimden biri de buydu. Romantik komedi olacak. Bu sene yazıp, yaz aylarında da çekmek istiyorum. Yazacağım karakterlere göre altından kalkabileceğim bir rol olursa oynayacağım. Yazın o film çekilecek. Sonra da yeni dizi hazırlıklarına başlıyorum. Yine sitcom tarzında olacak. 2011 Şubat’ında yayına girecek. Bir gün tiyatro oyunu yazmak, sahneye çıkıp oynamak da istiyorum. Ben daha öğreniyorum bu işleri. İzleyenler şimdilik memnun görünüyorlar ama inşallah gittikçe daha iyi olur.

SİYASET: MİZAH ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMDE SİYASİLEŞEBİLİR

Eski model siyasi mizah dünyada artık devrini tamamlamış gözüküyor. Türkiye’de de dünyada da mizah politikacılardan çok şehir hayatında gördüğümüz tiplerin, durumların hicvine, izlenime, daha kişisel bir tarza kaydı. Fakat son yıllarda ülkede bizi kızdıran, şaşırtan çok fazla şey olmaya başladı. Son bir iki yıl, Avrupa Yakası’nda dayanamayıp farklı şeyler de yazdım. Mesela telefonların dinlenmesiyle dalga geçtim. Tutup da Tayyip Erdoğan’ın taklidini yapacak halimiz yok artık o çok eski, modası geçmiş bir formül. Ama tabii ki siyasi iktidarlar hayatımızda bu kadar çok şey değiştiriyorsa bunu mizahtan koparmak mümkün değil. Zannediyorum mizah önümüzdeki dönemlerde farklı formüllerle biraz daha siyasileşebilir. Etki tepki.

REKLAMLARIMDA HEP MİZAH OLDU: REKLAMLAR ÇABUK DEMODE OLUR

GAG reklamların eleştirisi değildi. Eski veya esprili reklamları yazısız ve yorumsuz başlı başına birer mizah malzemesi olarak kullanıyorduk. Benim oynadığım reklamlarda da hep mizah oldu. Kötü olduğunu düşündüğüm bir reklamım olmadı şimdiye kadar. Metinleri ben yazmadım mizahının bana ters gelmemesi, vasatın üstünde bir espri anlayışının olması gerekiyordu. Reklam zamanın ruhunu yakalamaya çalıştığı için çok moda ve dolayısıyla çabuk demode oluyor. Onun için bunlar da ileride demode olacaktır muhakkak.

SÜREKLİ HAYAL KURARIM: HAYAL KURARKEN EĞLENİRİM

Güzel bir şeyi yapmak kadar onun hayalini kurarken de mutlu olurum. Hayalini kurmadan hiçbir şey yapmam. Çok iyi filmler yapmak, çok iyi bir oyuncu olmak istiyorum. Müzikal yapmak, tiyatroda sahneye çıkmak istiyorum. Bir sürü tatil, bir sürü kitap hayal ediyorum bir komedi roman yazmak istiyorum. Bunlar ayağı yere basan hayaller. Saçma sapan hayallerim de var. Onları sormayın. Belki bir gün senaryo olur.

ALIŞKANLIKLARIM: ERKEN KALKAMAM ERKEN YATAMAM

Bedenimin dikte ettiği alışkanlıklarım var. Uzun zaman aç kalamam çok yemek yerim. Çocukluğumdan beri erken kalkabilen, erken yatabilen biri değilim. Ne iş yaparsam yapayım erken kalkamıyorum. Yedi Kocalı Hürmüz’de dediler ki, özel bir şey ister misiniz? Evet dedim, bana on birden önce set konulmasın, başka bir şey istemiyorum! Zaten geceleri yazarım. Hava kararmadan pek kafamı toplayamıyorum. İnsanların arasında hiç yazamam.

HEP İSTANBUL’DA YAŞADIM: ANADOLU’YU ÇOK FAZLA TANIMIYORUM

Ben doğduğumdan beri İstanbul’da yaşıyorum. Sadece iki yıl New York’a gittim yaşadım. İstanbul’da bir ölçüde bütün Anadolu ile ilgili iz bulabilirsiniz. Burhan’ı, Dilber Hala’yı, Gaffur’u, Dursun’u yazacak kadar aşinayım Anadolu insanına. Ama kırsal kesim hayatını iyi biliyorum diyemem. Anadolu’yu tanımıyorum ama özellikle Aktüel döneminde Anadolu kökenli çok insan tanıdım, her kesimden çok kişiyle röportaj yaptım, çok eve girdim çıktım.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 15 KASIM 2009

© 2019 Faruk Bildirici - Medya Ombudsmanı. Tüm Hakları Saklıdır.