GAZETECİYE YASAĞI SAVUNMAK

...

Sekiz yıl önce Başbakanlıkta uygulanan akreditasyon yasakları yeniden gündemde. Ahmet Sever’in, Başdanışmanlık günlerini anlattığı “Abdullah Gül ile 12 yıl” kitabında, o dönem Başbakanlık Sözcüsü olan Akif Beki’nin, akreditasyon yasağı konulan gazetecilerin, Cumhurbaşkanlığı’na da alınmamasını istediğini yazdı.

Sever’in iddiası, Hürriyet’i de yakından ilgilendiriyor. Zira o günlerde akreditasyon yasağı getirilen yedi gazeteciden ikisi Hürriyet muhabiriydi. O nedenle bu iddiayı, Akif Beki’ye sordum. Kesin bir dille yalanladı. “Öyle bir girişimde bulunsam Ahmet Sever’i arardım ve o bile bunu iddia edemiyor. Bu haliyle iddiası, yalanlamaya bile değmeyecek kadar anlamsız ve saçma” dedi. İddianın muhatabı bunu söyledikten sonra başkasına yorum yapmak düşmez.

Ama Beki, hâlâ akreditasyon yasaklarının doğru olduğu kanısında. Gazetedeki yazısında da savundu bunu. “Genelkurmay, kurumsal akreditasyon uyguladı. Her zaman karşı çıktım. Amerikan tarzı, açık ve şeffaf kriterlere dayalı bireysel akreditasyon modelini esas aldım.” Madem Beki, yasağı savunan bir yazı yazdı. Bu yaklaşımı veriler üzerinden tartışmak, zihin açıcı olacak.

Öncelikle belirteyim, Beki, “kurumsal akreditasyonlar” konusunda haklı. Genelkurmay’ın akreditasyonları, düzenleme değil engelleme amacı taşıyordu.

Beki’nin savunduğu ve uyguladığı “bireysel akreditasyon modeli”ne bakalım. “Amerikan tarzı”nın zirvesi Beyaz Saray olsa gerek. Beyaz Saray’da akredite olmak isteyen bir muhabirin önce Kongre giriş kartı alması gerekiyor. Kongre’nin Senato kanadındaki Muhabirler Komitesi’nin akredite etmesi için o muhabirin, bağımsız bir yayın kuruluşunda çalıştığını kanıtlaması yeterli.

Kongre giriş kartı olanlar, Beyaz Saray’a akreditasyon başvurusunda güvenlik incelemesinden geçiriliyor. Gizli Servis, muhabirleri güvenlik kontrolünden geçiriyor ama reddedilme istisnai bir durum. Sadece geçmişinde Başkan’ın güvenliği açısından risk oluşturabilecek eylemler olan gazetecinin isteği reddediliyor. Akreditasyonlar da, her yıl ilave inceleme olmaksızın yenileniyor. İptali de yine sadece güvenlik gerekçesiyle olabiliyor.

Haber ya da soru nedeniyle akreditasyon iptali örneği yok. “Yönetim hangi gazetecinin nitelikli olduğuna karar veriyormuş gibi gözükmek istemediği için, bir muhabirin haberciliğinin kalitesi veya davranışları yüzünden akreditasyonunun askıya alınması hiç duyulmamış.”(*) Görüldüğü gibi, Amerika’daki uygulamanın Beki’nin savunduğu model ile ilgisi yok.

En önemli fark da Beki’nin, “Başbakanlık’taki otorite”nin, “haberinin kalitesi ve gazetecinin etik davranışlarıyla ilgili nedenlerle akreditasyonu iptal etme hakkı ve yetkisi olduğunu” savunması.

Oysa politikacı ve bürokratlara, bir gazetecinin haberini cezalandırma ya da ödüllendirme hakkı tanımak, gazeteci ile bürokrasi arasında hiyerarşik bir ilişki kurulmasına neden olur. Bu da kötü, yalan ya da yanlış haber değil, “istenmeyen haber” yazanın cezalandırılmasına kapı açar. Nitekim Başbakanlıktaki yasakların nedeni de yanlış değil, istenmeyen haberler ve sorulardı.

Bazen doğru haberleri bile yalanladıklarını, Beki, bir söyleşide kabul etmişti. (**) Doğru haberleri bile yalanlayan Başbakanlığın, akreditasyonu iptal edilenlerin haberlerinin yanlışlığını gerekçe göstermesi ne kadar güvenilir?

(*) foreignpolicy.com/2010/06/07/can-the-white-house-revoke-a-reporters-credentials

(**)http://www.zaman.com.tr/roportaj_akif-beki-gercegi-tamamen-soylememis-olabilirim-ama-asla-yalan-soylemedim-1_822784.html