FUTBOL YAZARLIĞI MI TARAFGİRLİK Mİ?

...

“Cristian’ın ayağını kırın” başlıklı haber, 1461Trabzon “taraftarı” bir gazetecinin, sahadaki futbolculara nasıl bağırdığını anlatıyordu. Hürriyet’in Fenerbahçe muhabirinin kaleme aldığı bu haber, 1461 Trabzon taraftarlarının tepkisini çekmişti. “Bize karşı negatif tutumunuz var “ diyordu Trabzonlular.

Bu haberin ardından Radikal’de yazan Burak Kuru, basın tribünlerini, “gazetecilerin nasıl tarafgir olduklarına tanık olduğumuz yer” diye tanımladı:

“Gazetelerde milliyetçiliğin iyi bir şey olmadığını anlatmaya mesai harcayan mesleki ağabeylerimizi, tuttuğu takım aleyhine karar veren hakeme küfrederken ya da takımının gollerine çılgınca sevinirken görebilirsiniz. Şaşırmayın. Ben Trabzon’da ‘Kırın şu Cristian’ın ayağını’ sözünü duymadım ama Kocaman’a küfreden, üst kattan gelen ‘Alkışlasanıza Trabzon’u, ne güzel oynuyorlar’ sözünü işittikten sonra ayağa kalkıp alkışlayan meslektaş gördüm. Nefret dili zaten çoğu statta ‘resmi dil’ olduğu için değinmiyorum.”

Futbol izleyicisi olmadığım için bilmiyordum basın tribünlerinin bu halini. Sadece Trabzon değil, bütün statlardaki basın tribünlerinde benzer olayların yaşandığını anlatan bu yazıyı şüpheyle karşılamıştım.

Ne yazık ki, Galatasaraylı Melo’nun Beşiktaşlı Oğuzhan’a tükürüp tükürmediği tartışması, basın tribünlerindeki tablonun Kuru’nun yazdığından daha vahim olduğunu sergiledi. Hürriyet’te, 28 Ocak’ta çıkan haberdeki “Basın tribününün yorumu” gazetecilik adına üzücüydü.

Her futbol yazarının futbolcuların performansıyla ilgili yorumu farklı olabilir. Fakat bir futbolcunun diğerine tükürüp tükürmediği yorum konusu olamaz ki. Bu eylem ya vardır ya da yoktur! Bu da haberin konusudur, muhabirin işidir.

Sıkı durun, Hürriyet’in “Melo tükürdü mü?” sorusuna 10 değişik kurumdaki “Galatasaray muhabirleri”nden sadece birisi “Tükürdü” yanıtı vermiş. 10 “Beşiktaş muhabiri”nin de birisi “Görmedim”, kalan dokuzu “Tükürdü” demiş. Bakar mısınız gazeteciliğin geldiği yere! Gerçeği objektif bir dille aktaran değil, izledikleri takıma göre konumlanan muhabirler karşısındayız.

Bu artık “taraftarlık” değil, resmen “tarafgirlik.” Elbette her futbol gazetecisi “tarafgir” değil ama onlar da takım baskısı altında özgürce yazamıyor, soramıyor, konuşamıyor. Eleştirel olan gazeteci de dışlanıyor, uzaklaştırılıyor takımdan. Hemen bütün büyük takımlarda böyle bir engelleme sözkonusu.

Kulüpler, futbol yazarlarını rahat bırakmalı, gazetecilik faaliyetine müdahale etmemeli. Tabii futbol medyası da “tarafgir muhabirlikten” acilen kurtulmak, haber ve yorumu haberciliğin diğer alanlarında olduğu gibi birbirinden ayırmak zorunda. Aksi halde tuttuğu takımın çıkarı gereği siyaha beyaz diyebilen tarafgir muhabirlerin yazdığı haberlerin gerçeğe uygunluğu ilelebet tartışılır gider. Hem gazetecilik erozyona uğrar, hem de statlardaki şiddet buralardan beslenir.

Haber ve yorum net çizgilerle ayrılana kadar da her olayı, her maçı iki ayrı pencereden aktarmak kaçınılmaz olur. Örneğin Meireles’in hakeme tükürdüğü iddiası aynı sayfada hem hakem hem Meireles açısından verilmişti. İki tarafın iddiası ve savunması yazılmış, karar okuyucuya bırakılmıştı o haberde…