ESSAH MI YANİ?

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 65

ESSAH MI YANİ?

Kimi davranış kalıpları tahmininizden hızlı yayılıyor ve de öyle yerlere ulaşıyor ki, mucitlerinin bile tahmin edemediği, beklemediği, istemediği biçimlere bürünebiliyor.

Eğer başkalaşan ürün, bir sanat eseri ise yaratıcısına da yabancılaşıp, sanatçının asla ulaşmasını istemediği yaban ellere yar olabiliyor. Sanatçı da üzülüyor ister istemez.

Yıllar önce Murathan Mungan ile yaptığım konuşmayı asla unutamam. Yeni Türkü grubu, Mungan’ın "Maskeli Balo" adlı şiirini seslendirmiş, parça çok tutmuştu. Hemen her yerde bu parçayı duymak mümkündü:

"Yaktım gemilerimi dönüş yok artık geri tak etti canıma maskeli balo ve onun sahte yüzleri.."

Nereden merak ettimse, Mungan’ı arayıp, "ruh halini" sormuştum. "Maskeli Balo"nun arabesk ilaç arayan bağrı yanıkların dermanı haline gelmesinden muzdaripti:

"Evimin penceresi bir lisenin bahçesine bakıyor, bayram için prova yapan bando bile sürekli ’Maskeli Balo’yu çalıyor. Onu geçtim, Boğaz’da gömleklerinin düğmelerini açmış gezen magandaların arabalarından bile duyuyorum. Halbuki o şiir aslında bir 12 Eylül eleştirisiydi, onlarla ne ilgisi olabilir?"

Yaklaşık bu sözcüklerle ifade etti sıkıntısını. Düşünün siz Mungan’ın halini! "Sahte yüzler"den yakınmış, "Maskeli Balo"ya benzetip alay etmiş ama o balodakiler bırakın söyleneni doğru düzgün algılamayı, eğlence malzemesi olarak kullanmaya başlamışlardı! Acı bir durumdu.

Bir tatil köyünde piyanist şantörün hızlandırarak çaldığı "Güneş ufuktan şimdi doğar yürüyelim arkadaşlar" marşıyla dans edenleri izlerken Mungan’ın o sözlerini yadetmiştim.

Cumhuriyet vatandaşlarına kararlılık aşılama marşının, dans müziği haline gelmesi bir yanıyla komik, bir yanıyla da üzücüydü. Hangi koşullarda bestelendiği, neyi anlatmak istediği, dahası notaların tınısındaki renkler, piyanist şantörün hoyrat ellerinde hırpalanıyordu. O güzelim marş, bir dans müziği olup çıkmıştı.

Ne yazık ki, çalan parçanın ne olduğu kimsenin umurunda değildi. Hızlandırılan marş eşliğinde dans edenler, o gecenin ilerleyen saatlerinde Türk sanat müziği parçaları eşliğinde de dans etmeyi başardılar.

Maalesef tatil köyündekine benzer manzaralara zamanla daha sık rastlar oldum. Müzikle dinleyen arasındaki kanserli ilişki, giderek yaygınlaştı. Şarkıların, türkülerin içeriğiyle ilgili olmadan dans edenlerin, göbek atanların sayısı arttı.

En acısı da Mahzuni’nin "Domdom kurşunu" türküsünün başına gelenler oldu. Zemberekleri eğlenceye kurulmuş birtakım kadınlar erkekler bu türküyü çok sevdiler, ne zaman "Domdom kurşunu" çalsa eğlence mekânları gümbür gümbür göbek atanlarla doldu.

Mahzuni, "Ah dedim ağladım" diyor göbekler sola. "Yaremi bağladım" diyor, göbekler sağa. "Hançer yarası değil domdom kurşunu değdi" diyor daha bir iştahla sallanıyor bedenler...

Müzik ve dinleyen ilişkisindeki çürüme, yeni kuşak kimi sanatçıların da öyle çok anlamlı, müthiş sözcükler aramalarını engelliyor. Onlar, ne Murathan Mungan’dan ilham alıyorlar, ne de Mahzuni’den.

Oynadıkları zeminin farkında oldukları için de ilgili ilgisiz birkaç sözcüğü yan yana getirip, "cısss takkk"ların üzerine ekliyorlar. O zaman da tıpkı Bendeniz’in şarkısındaki gibi "plastik" şarkılar çıkıyor ortaya.

"Hey güzeller güzeli, Hey come on shake your body Hey hey you sexy buuny Essah mı yani"

Evet, en iyisi ben de Best FM’in, insanın yüzünde gülücükler açtıran programcısı Nihat Sırdar gibi sorayım, "Essah mı yani?" Ya da haydi "bas bas paraları Leyla’ya...

Faruk Bildirici / Tempo / 28 Şubat-6 Mart 2002