ELEŞTİRİ ÜSTADLARININ SAMİMİYET SINAVI

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 130

ELEŞTİRİ ÜSTADLARININ SAMİMİYET SINAVI

Hep başkalarını eleştirip de kendilerini bütün günahlardan vareste tutanları kuşkuyla karşılamak gerektiğine inanmışımdır.

Hem eleştiri yarışına girip, yüksek tepelerden ağır toplar savuracaksın, hem de aynı eleştirel yaklaşımı kendine gösteremeyeceksin. Olur mu?

Malum, bu ülkede en fazla eleştirilen iki grup, politikacılar ve gazetecilerdir. Politikacılar ve gazeteciler, eleştiri kadar özeleştiriye de açıktırlar; çoğu kez başkalarından daha sert biçimde kendilerini eleştirmekten kaçınmazlar.

Özeleştiri yetenekleri dumura uğramamıştır. Haklı ya da haksız olmaları bir yana, madalyonun öbür yüzü de budur.

Sevindirici, umut verici bir özelliktir bu. Çünkü mevcut olumsuzlukları yenmenin yolu eleştiri ve özeleştiriden geçer. Eleştiriye kapalıysanız, bir de özeleştiri yeteneğiniz kaybolmuşsa yenilenmenin ışığını kaybedersiniz.

Nicedir, Türkiye’nin sivri dilli eleştiri üstadları yüksek yargıdan çıkar oldu. Yargı organlarının her yıl yinelenen kuruluş yıldönümü toplantıları, kürsü salvolarıyla birlikte yeni bir kimlik kazandı.

Sanırsınız oraya toplanmanın amacı, kuruluş yıldönümünü kutlamak değil, hükümet başta olmak üzere ülkenin neredeyse bütün kurum ve kuruluşlarını suçlayan, eleştiren, hatta azarlayan "yıllık deklarasyonlar" yayınlamak!

Her yıl aynı sahne tekrarlanıyor; genellikle Başbakan ve bazı bakanlar da yüzleri kızararak dinliyorlar bu deklarasyonları. Sonra da ağızlarını bile açmadan salondan çıkıp gidiyorlar.

Bütün bu ritüel, dinsel bir tören havasında gerçekleşiyor her yıl. Önce Anayasa Mahkemesi, ardından Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay’ın kuruluş yıldönümü törenlerinde tekrarlanıyor eleştiri bombardımanı.

En ağır deklarasyon da genellikle Yargıtay Başkanından geliyor. Nedense bu deklarasyonlarda Yargıtay dışındaki bütün kurum ve kuruluşlar ağır bir dille eleştiriliyor. Dinleyenler, bu ülkede bütün kurumların çarpuk çurpuk yönetildiğini ama sadece Yargıtay’ın pirüpak ve yanlışsız bir kuruluş olduğunu sanabilirler!

Çünkü Yargıtay’a ilişkin hiçbir özeleştiri yer almıyor bu konuşmalarda. Dikkat çekici tek istisnası Mehmet Uygun’un 1998’de söylediği veciz cümleydi:

- Yargı, vicdan ile cüzdan arasına sıkıştı.

Bu bir itiraftı aslında. Yargının ne denli zor durumda olduğunu, yargıçların karar verirken cüzdanlarından gelen baskıyı yoğun biçimde hissettiklerini net bir dille ifade ediyordu. Bazı yargıçların cüzdanlarını tercih etme olasılığını da göz ardı etmemesi son derece manidardı!

Nitekim Yargıtay üyeleriyle ilgili olarak geçtiğimiz günlerde iki iddia ortaya atıldı. Birincisinde Yargıtay yönetimi harekete geçerek, bir üyeyi rüşvet aldığı iddiasıyla Yargıtay’da yargılamaya başladı.

İkincisi de yine bir rüşvet iddiasıydı. Yargıtay Başkanlık Divanı, başvuruyu yarım saat gibi kısa zamanda inceleyip, bir çırpıda reddetti.

Elbette ki, iddiaların ortaya atılması doğruluğunu göstermez. Ancak her iki iddia önemli bir noktanın gözler önüne serilmesine vesile oldu. İki olayda da suçlanan ile yargılayan aynı kuruluş. Yargıtay üyesiyle ilgili bir iddiayı, Yargıtay araştırıyor, gerek görürse yine Yargıtay yargılıyor. Burada yargı mantığı açısından bir gariplik yok mu?

Aslında gelinen nokta, bu garipliğin giderilmesi açısından bir samimiyet sınavıydı. Hep kutsal bir tabu muamelesi gören Yargıtay’a hayat gelip dayatmıştı bu sınavı.

Tabu zırhına bürünmeyebilir, "Kol kırılır yen içinde kalır" çizgisini terk edebilirdi Yargıtay. Öyle olmadı. Maalesef Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya, iddiaların haberleştirilmesine bile itiraz etti:

"..delilsiz isnatlarla Yargıtay gibi yüce bir kurumun yıpratılmaması gerekli."

Belki ki kızmıştı Başkan. Hoşgörüyle bakmıyordu haberlere. Elinden gelse hiç yayınlatmayacaktı, sadece bir iki gazetede yer alan bu haberleri.

Oysa en azından Yargıtay’ın "yıllık deklarasyonlar"daki eleştirilerine muhatap olanlar kadar tahammül gösterebilmeliydi Yargıtay yönetimi. "Evet, böyle iddialar oldu, biz gereğini yapıyoruz zaten" diyebilmeliydi.

Tabii aslolan özeleştiri. Özeleştiriyi bilselerdi bu tahammülü gösterebilirlerdi. Her eleştiriye kızmaz, her suçlayana "hain" gözüyle bakmazlardı o zaman...

Faruk Bildirici / Tempo / 29 Mayıs - 4 Haziran 2003