DARBELERE KARŞI ÇIKARKEN

...

Fakat ilk günlerin heyecanı geçtiğine, toz duman biraz olsun yatıştığına göre bugünlerde sergilenen gazeteciliğe daha serinkanlı bakabiliriz; gazeteciliğin evrensel ilkelerine dair bazı hatırlatmalarda bulunabiliriz.

Evet, medyanın darbeye karşı çıkması ve sivil yönetimden yana tavır alması, doğru ve alkışlanması gereken bir gazetecilik. Ama yetmez. Demokrasiyi bütün kurumlarıyla savunmak şarttır. Hukuk devleti, insan hakları ve özgürlükler gibi temel kavramların da savunucusu olmak, her türlü şiddete karşı çıkmak gerekir.

Bunun gazetecilik pratiğindeki anlamı da şu. Türkiye’de olağanüstü hal ilan edilmiş; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi askıya alınmış olabilir. Biz gazeteciler, özgürlükler ve insan haklarının askıya alınmasını destekleyemeyiz; bu konudaki uygulamaların titiz takipçileri olmaya devam ederiz.

Haber yazarken muhatabımız darbeciler de olsa evrensel gazetecilik ilkelerini uygulamaktan vazgeçemeyiz. Onların da adil yargılanma, peşinen suçlu ilan edilmeme ve savunma haklarına saygı gösteririz; suçlayan makamların üslubunu kullanmayız; işkenceye asla göz yummayız.

Bu bakımdan Hürriyet ve hurriyet.com.tr’nin, darbecilerin vahşetini ve acımasız cinayetlerini vermekle yetinmeyip, erlere karşı uygulanan şiddeti de okurlarına duyurması doğru bir yayıncılık çizgisiydi. 17 Temmuz’da, “6 askere linç” ve “Çıplak götürdüler”, 19 Temmuz’da “Soruşturun” haberleri, erlerle ilgili gelişmeleri okura nesnel bir dille duyuruyordu.

Eski Hava Kuvvetleri Komutanı ve Yüksek Askeri Şura üyesi Orgeneral Akın Öztürk’e gözaltında kötü muamele yapıldığını gösteren haber ve fotoğrafların kullanılması da dönemin eksiksiz belgelenmesini sağladı. 18 Temmuz’da, “Şüpheli komutan böyle yakalandı” haberinde Öztürk’ün vücudundaki dayak izlerine dikkat çekilmesi, 20 Temmuz’da “2 gün farkı” haberinde Öztürk’ün yüzündeki morlukların artmasının iki farklı fotoğrafla gösterilmesi, işkence ve kötü muameleye karşı çıkan, dönemin unutulmazları arasına girecek işlerdi.

Ayrıca darbecilerin lideri olduğu, darbe sonrasında Genelkurmay Başkanı yapılacağı iddialarına gazetede yer verilse de Öztürk’ün savunmasının yayınlanması da ihmal edilmedi. Öztürk’ün, ailesi aracılığıyla yaptığı açıklama ve ifadesindeki anlatımları ilk günden itibaren okurlara aktarıldı.

Soru işaretleri artınca Genelkurmay da Öztürk’ün “Hava Kuvvetleri Komutanı’nın talimatıyla darbecileri ikna etmek için üsse gittim” savunmasını doğrulayan bir açıklama yaptı. Tam beş gün sonra gelen bu sahiplenmenin ardından o gece rehin alınan Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’in, savcılık ifadesinde “Öztürk’ün, Akıncı üssünde tam bir hareket serbestisi içinde davrandığını, ellerini onun çözdüğünü ve darbeci askerlere talimatlar verdiğini” söylediğinin ortaya çıkması kafaları iyice karıştırdı. Onlarca yeni soru doğdu zihinlerde. Zaten baştan beri o kadar çok soru var ki, darbe girişimiyle ilgili. Bu sorulara yanıt bulunduğu ölçüde darbe girişiminin karanlıkta kalan noktaları aydınlanacak.

Gerçeğe ulaşmak için sürekli yeni sorular sormak ve yanıtlarının peşine düşmek durumundayız. Korkusuzca sorular sormak, yanıtlarını bulabilmek ve serbestçe yayınlayabilmek, basın ve ifade özgürlüğünün eksiksiz işlediği koşullarda mümkündür. Darbeye karşı çıkarken demokrasiyi bütün kurumlarıyla savunmak gerektiğini vurgulamamın nedeni de bu. Özgürlüğün olmadığı yerde medya görevini yapamaz; kamuoyu da bilgi edinme hakkını kullanamaz.