CEZAEVİNDEKİ GAZETECİLER

...

Gazetecileri Koruma Komitesi’nin Türkiye için hazırladığı özel rapor, eleştiriler karşısında bağımsız gazetecilerin izlemesi gereken yolun güzel bir örneği. Zira raporun hazırlanma nedeni, örgütün cezaevlerindeki gazetecilerle ilgili olarak 2011’de yaptığı araştırmaya yöneltilen eleştiriler. 2011’de Türkiye’deki tutuklu gazeteci sayısını düşük gösteren araştırma "dikkate değer ölçüde tartışma yaratıp eleştirilince" CPJ, bir ekip kurarak incelemeye girişmiş.

"Türkiye’nin basın özgürlüğü krizi" başlıklı rapor, 2011’deki hatayı düzeltiyor ve cezaevlerinde 76 gazeteci olduğu tespiti yapıyor. Bunlardan "en az 61’inin doğrudan gazetecilik faaliyetleri" nedeniyle cezaevinde olduğu belirtiliyor. Adı geçen 61 gazeteci arasında Hürriyet yazarı ve Oda Tv İmtiyaz Sahibi Soner Yalçın da yer alıyor. Bağımsız gözle dışarıdan bakan gazetecilerin, Yalçın’ın salt gazetecilik faaliyetlerinden dolayı suçlandığı sonucuna varması önemli.

Cezaevindeki 15 gazetecinin "gazetecilik faaliyeti nedeniyle tutuklanıp tutuklanmadıkları" konusundaki inceleme ise sürüyor. Bu kararın gerekçesi ise, "haklarındaki delillerin açık olmaması" olarak gösteriliyor. "Erdoğan hükümeti, basına karşı yakın tarihin dünya çapındaki en büyük saldırısını yürütüyor" denilen raporda gazeteci yargılamalarıyla ilgili değerlendirmeler de yapılıyor:

"İddianameler, mülakatlar ve haberlere bakıldığında, hükümetin, yetkililerce saldırgan bulunan görüşleri yayınlayan gazetecileri hapsetmeye kararlı olduğu ortaya çıkıyor. Örneğin PKK ile ilgili haber yapmak, örgüte yardımla aynı anlama geliyor. Temel haber yapma faaliyetleri bu gazeteciler için terör fiilleri olarak nitelendiriliyor. KCK temsilcilerinden hükümetin kendi güvenlik görevlilerine kadar "yanlış kişilerle" yapılan röportajlar suç delili olarak kullanılıyor. Davaların tümünde belli fikirlerin ifade edilmesi ve belli kitapların, gazetelerin ve dergilerin bulundurulması suç teşkil ediyor.

İddianamelerde Orwell-vari suçlamalar yer alıyor; yani, bir gazeteci şüpheli olarak tespit ediliyor ve sonra diğer bir gazeteci de ilkiyle irtibata geçtiği için şüpheli olarak değerlendiriliyor. Ergenekon davasında hükümet bu oluşumu o denli geniş ve muğlak bir biçimde tanımlıyor ki, Ergenekon’u eleştiren Nedim Şener ve Ahmet Şık gibi tanınmış araştırmacı gazeteciler bile bu davayla bağlantılandırılabiliyor. "

Hürriyet ve Doğan grubu

Başbakan Erdoğan’ın basınla ilgili tutumunun da eleştirildiği raporun iki bölümünde Hürriyet ve Doğan grubundan da söz ediliyor:

"Erdoğan, kendini eleştirenlere sürekli saldırıyor, politikalarına meydan okuyan gaze­tecileri karalamaya çalışıyor ve muhalif olarak gördüğü medya kuruluşlarına baskı yapıyor. Doğan Grubu’na ait Hürriyet gazetesi ve diğer medya organları 2008 yılında Almanya’daki bir yardım kuruluşunun, AK Parti liderl­erine para gönderdiğine dair iddialarla ilgili yürütülen soruşturma hakkında haberler yayınlamaya başladığında Erdoğan köpürdü ve yandaşlarına ’Böyle yalanlar yazan gazeteleri satın almayın’ dedi."

"..2011 yılında ülkenin en büyük medya holdingi olan Doğan Grubu, önce 2,5 milyar dolar olarak belirlenen, ancak daha sonra düşürülen devasa bir vergi cezasını ödeyebilmek için aralarında Milliyet gazetesinin de bulunduğu medya kuruluşlarından bazılarını satmak zorunda kaldı. Vergi davasının şirkete boyun eğdirmeyi amaçlayan siyasi bir dava olduğu görüşü hâkim. Şirketin en önemli gazetesi olan Hürriyet, hükümet politikalarını eleştirerek kamuoyunu yönlendirebiliyordu. "

Gerek köşe yazılarında, gerekse haberlerde, raporun içeriği aktarılmıştı ama Hürriyet ile ilgili bölümler eksik kaldı. O nedenle raporun bu bölümlerini Hürriyet okurlarının dikkatine sunmak istedim.