CEMAL TALUĞ

...

KİMSE “CEMAL DEĞİŞTİ” DEMESİN

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemal Taluğ’un rektörler arasında özel bir konumu var. O, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, “CHP Bilim Kurulu’ndan da rektör atadım” diyerek işaret ettiği bir isim. SBF’de, öğrencilerin “yumurtalı protesto”sunun ardından da AKP’li Burhan Kuzu’nun “istifasını istediği rektör” oldu. Taluğ ise sükûnetini bozmadı bu dalga karşısında.

ESKİ SOLCU DEĞİLİM

Herkesin bakımlı ve güler yüzlü olmasını isterim. Birini güler yüzlü görmezsem onu kafaya takarım. Umutsuzluk ve kötümserlik insanları hiçbir yere götürmez. Hep olumlu ve rasyonel olmaya çalışırım. Yaşam görüşü ile iş arasında ayrıma önem veririm. Benim bir duruşum var. O duruşumu aynen rektörlüğüme de taşıdım. Kendimle ilgili olarak hiç eski sözcüğünü kullanmadım, eski solcu değilim. Ben kendimi hep demokratik solcu olarak tanımladım. Tabii yılların getirdiği yenilikleri, değişimleri özümseyerek ilerliyorum. Bütün konuşmalarımı da internete koyuyorum kimse “Cemal değişti” demesin diye.

GENÇLİK: 68 KUŞAĞINDANIM

Ben 68 kuşağındanım. Ziraat Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanlığı da yaptım. Demirel’in yollar yürümekle aşınmaz sözü üzerine bulvarda yürüdüğümüz çok olay vardır. Ama süreç içinde işe şiddetin karışması, yumurtadan taşa taştan silaha dönmesi gerçekten çok üzücü olmuştur. Atilla Sarp ile rakiptik, seçimi ben kazandım cemiyet başkanı oldum; Atilla da gitti o kızgınlıkla Dev-Genç’i kurdu. 68 kuşağındaki arkadaşların ne yaptıysa bu ülke için ve iyi niyetle yaptığına inanıyorum. Tabii ki ben de hatalar yaptım, onlar da yaptılar. Biz toplumsal olaylara daha duyarlı, Türkiye ve insanlık için hayalleri olan, bunun peşinden cesaretle koşan bir kuşaktık. Bugünkü gençlik, kalabalıklar içinde yalnız yaşayan, öznel sorunlarına yoğunlaşan bir kuşak. Günümüz gençliğinde 68’e benzer bir yönelme olduğu kanısında değilim.

AÇIK ALANDA ATILABİLİR: YUMURTA KAPALI ALANDA ATILMAZ

Öğrenci, gerektiğinde fikrini otoriteye karşı da uygarca ifade etmek için bir şeyler yapıyorsa ben bunun yanındayım. Düşüncelerin cesaretle ve uygarca ifade edilmediği bir üniversite, üniversite olmaz. Üniversitede düşüncenin sınırı olmaz ama eylemin sınırı vardır. Başka insana zarar veriyorsanız kabul edemeyiz. Açık alanda yumurta atılabilir, bir protesto biçimidir. Fakat kapalı bir alanda yüzlerce yumurta atılması güzel değildir. O günkü olaya üzüldüm. Konuğumuzun incinmesini hiç istemem ve kabul etmem. Ama öğrencilerimizin hırpalanmasını da hiç istemem. Neyse ki, o gün öğrencilerimiz fazla hırpalanmadı. Yumurta ile karşılamak dışında söz vermemek, dinlememek de doğru değil. Bakın düşünce özgürlüğünü savunuyorsak, düşüncenin ifade ediliş biçimine dikkat etmeli ve başkalarının da özgürlüğü olduğunu kabul etmeliyiz. O gün, dört devlet rektörüyle birlikte bir toplantıdaydım. Aynı gün Burhan Kuzu’yu aradım. Olaydan üzgün olduğumu belirttim. Fakültelerimizin farklı yapıları, gelenekleri vardır. Siyasal Bilgiler Fakültesi dekanımız Celal Göle, 16 yıldır bu görevdedir, mevzuata dayalı bir hata yapması söz konusu olamaz. Nitekim Hukuk Fakültesi’nden arkadaşlarımız herkesle konuşarak ayrıntılı bir rapor hazırladılar. O rapor da beni doğruladı, dekanımızın, çalışanlarımızın ve güvenlik görevlilerimizin bir hatası olmadığı ortaya çıktı. Tabii bu beni ele almayan bir rapordur, rektör ancak üniversite dışından soruşturulabilir. Bir rektörün elinin her olayın üzerinde olması düşünülemez.

ANKARALIYIM: 27 MAYIS’I BALKONDAN İZLEDİM

Ailem Rumelili. Babam Ödemiş’e, İş Bankası müdürü olarak gelmiş. Dedem de muhacır olarak geldikten sonra bir iki yer dolaşıp, Ödemiş’te bir eczane açmış. 1948’te Ödemiş’te doğdum. Dört yaşına kadar orada kaldım. Rahmetli babam, Kızılay Şubesi’ne atanınca Ankara’ya geldik. İlkokul birinci sınıftan başlayarak eğitim hayatım burada geçti. Atatürk Lisesi’nde okudum. Bankanın üst katındaki lojmanda oturuyorduk. 50’leri, 60’ları adeta bir kamera gibi balkondan izledim.27 Mayıs sabahı halkın koşarak askerlere kahve dağıttığını hatırlıyorum. Annemin abisi Necdet İncekara, Demokrat Parti milletvekili olduğu için ailemizde bir tedirginlik oldu. Lise son sınıftan başlayarak ailemden farklı bir dünya görüşüne sahip oldum. Ailemle çatışma olmadı. Abim ve on yaş küçük kız kardeşimle sevgi dolu bir ailede büyüdük. Annem üzerimize titrerdi. Bize hiçbir iş yaptırmazdı, “Aman oğlum okusun, yesin, mutlu olsun” der, çıkarken üstümüzü kontrol eder, ayakkabımızı bağlardı. Böyle bir anneydi.

SÜRPRİZİ SEVERİM: BABAM KIRMIZI RUGAN AYAKKABI GİYERDİ

Soyadı yasası çıktığında babam bankada çok genç bir memurmuş. Müdür bey bir liste yapmış, soyadı listesi. Soyadı almayanlar oradan seçsin diye. Babam da bankın en sonunda oturuyormuş, liste ona geldiğinde çok az seçenek kalmış. Oradan almış Taluğ soyadını. Bir Türk boyuyla da ilgisi var, engin demek aynı zamanda. Türkiye’de Talu soyadı çok var ama benimki yumuşak ğ’li. Babam aile içinde disiplinli ama dışarıda inanılmaz keyifli bir adamdı. Sokağa çıktığı zaman manava bakkala laf atarak yürürdü. Kırmızı rugan ayakkabıları, fuları vardı yaşlandığında. Ondan çok etkilendim. Ben canlı, dinamik insanları severim. Sürprizi çok severim. “Aman sürprizsiz insanla evlenme” dedim kızıma. İnsanların renkli, hareketli, coşkulu olması gerektiğini düşünüyorum.

ZİRAAT MODAYDI: ÖĞRETİM ÜYELİĞİNİ ÇOK SEVİYORUM

O yıllarda Ziraat Fakültesi modaydı. Gençlerin en az yarısı Ziraat’ı seçerdi. Abim kazanamadı, “Ben kazanacağım” dedim bir sene sonra girdim kazandım. Ondan önce hukuka ilgim vardı doğrusu. Üniversitede derslerim hiçbir zaman çok iyi olmadı ama geçerdim. Akademisyenlik hiç aklımda yoktu. Ziya Gökalp Mülayim hoca teklif etti. Sınava girip, asistan oldum. Ziya Gökalp hoca CHP’liydi. Hocam Suat Aksoy da, Türkiye İşçi Partisi’nin Merkez Yönetim Kurulu’ndaydı. İkisi de Ziraat Fakültesi gibi muhafazakâr bir fakültede çok sevilirlerdi. Beni hayatta en çok etkileyen iki insan, bu iki hocamdır. Üniversiteye girmekle doğru yapmışım, çünkü öğretim üyeliğini çok seviyorum. Ziraat Fakülteli olmaktan da çok mutluyum. Fakültem, Cumhuriyet’in 10. yılı töreniyle birlikte kurulmuş. O nedenle 10.yıl marşının ve Ziraat marşının bende özel bir yeri vardır. Cumhuriyetin o döneminin coşkusu ve özgüveni vardır o marşlarda. Tarımsal iletişim, fakültemizde çok yeni bir alandı. Doktora tezim Polatlı’da kimyasal ilaç kullanımında yenilikçilik üzerineydi. Kimler kimyasal ilaç kullanıyorsa onlara yenilikçi dedik. Yıllar geçtikten sonra bir öğrencime benzer bir tez verdim. Fakat bu sefer ilaç kullanmayanlara yenilikçiler dedik.

PAKİSTAN’A GİTTİM: BEYAZ MÜSLÜMAN TÜRK DEDİLER

Doçent oldum ama kadro alamayınca üniversiteden ayrılıp 1986’da Pakistan’a gittim. Çocuklar küçük olmasına rağmen eşim de bakanlıktan ayrıldı benimle geldi. İslamabad, Karaçi değil, Belucistan’a gittim. İran ve Afganistan’a yakın, çok geri bir bölgedir. “Beyaz Müslüman Türk” geldi dediler. Çok yakınlık gördüm, gittiğim köylerde bizdeki gibi silah atarak özel karşıladılar. Orada çok şey öğrendim. Hayatımda bir dönüm noktası oldu. Maddi koşulları da iyiydi. Dört yıl kadar kaldık. Döndükten sonra bizim fakülteden Günal Akbay rektör olunca “Dış ilişkiler koordinatörlüğünü sen yapacaksın” dedi. İnanın iki sene kaçtım. Ama sonunda rektörlüğe girmek zorunda kaldım, kısa süre sonra rektör yardımcısı yaptılar. Sonra fakülteme hizmet etmekte eksik hissettim kendimi. Onun için dekanlığı istedim. Dekan olunca da çok mutlu oldum. Şimdi de rektörlük için böyle düşünüyorum.

EL BECERİLERİM YOKTUR: EŞİM “SENİN İKİ ELİN DE SOL” DER

Gençliğimde atletizme çok meraklıydım. Hatta 400 metre engelli koşmaya başladım. Boyum hızla uzayınca -babam mı söyledi bilemiyorum- ama doktor, “Zafiyet başlangıcı var beden eğitimi dersine girmemesi lazım” dedi, böylece sporu bırakmak zorunda kaldım. Teknoloji ile aram kötüdür. Bilgisayar kullanıyorum ama el becerilerim hiç yok. Eşim, “Senin iki elin de sol” diyor bana. Ampulü bile eşim değiştirir, elle yapılan hiçbir işi beceremem.

KAVGA SEVMEM: TÜRK’E BENZEMİYORSUN DERLER ÜZÜLÜRÜM

Füsun, masmavi gözleri olan çok güzel bir öğrenciydi. Ben asistandım. Bir aşk evliliği yaptık. Evlendikten iki ay sonra da Ziraat Mühendisleri Odası genel başkanı seçildim. Odanın işgal edildiği, insanların birbirini öldürdüğü Milliyetçi Cephe dönemiydi. Çok dikkat ederek yaşadım tabii. O zaman 29 yaşındaydım. Ben kavgayı hayatım boyunca sevmedim, kavga eden insan olmadım. Hatta boyuma posuma bakanlar şaşırırlar. Cesaret ve uygar biçimde düşüncemi açıklamayı hep önemsedim. Yurtdışında bana “Türk’e benzemiyorsunuz” derler. Bunu Türk algısı olarak iltifat etmek için söylüyorlar, üzülüyorum. Burada da “Ziraatçıya benzemiyorsunuz” denince çok üzülüyorum.

EŞİM ESPRİLİDİR: OĞLUM FOTOĞRAF SANATÇISI

Oğlumun adı Cem. Kızımın adı Deniz. Karım çok esprilidir. Kızımız doğduğunda, “Oğlumuzun adı Cemal’in Cem’i olduğuna göre kızımızın adını da Füs koyacağız” demişti! Cem, mühendislik okudu, işletme doktorası yaptı ama kendisine sorsanız fotoğraf sanatçısı. Geçen gün bir kitap gördüm, fotoğrafımın yanına parantez açılmış. ‘Şimdiki rektör, fotoğraf sanatçısı Cem Taluğ’un babası.’ Demek artık çocuklarımızın ismiyle anılıyoruz, çok mutlu oldum.

ANKARA CUMHURİYETTİR: ÜNİVERSİTEDE İKLİMİ DEĞİŞTİRİYORUZ

Ankara Üniversitesi, çocukları kendisinden büyük bir üniversitedir. Üniversite 1946’da kurulmuştur, Dil Tarih’in 75. yılı, Siyasal’ın 150. yılıdır. Uzun yıllar tüzel kişilikleri olmuş, kendilerini yönetmişler. Bu geleneklerini korumalarına özen gösteriyoruz. Fakültelerin iç işlerine müdahale eden bir insan değilim. Ama Ankara Üniversitesinin değerleri hepsinin üzerinde ortak benimsediğimiz değerler olmalıdır. Ankara Üniversitesi, Ankara ve Cumhuriyet, çok özel bir üçlemedir. Ankara ve Ankara Üniversitesi, Cumhuriyetin değerleri birbiriyle bütünleşiktir. Ankara Üniversitesi’ni, Ankara’nın da üniversitesi olarak görmek istiyorum. Daha saygın, daha tanınır bir dünya üniversitesi haline getirmek için çabalıyoruz. Toplumdan kopan, içine kapanan bir üniversite olmaya başlamıştık. Öğretim üyelerinin yükseltilme kriterlerine toplumla buluşmayı da koyduk. Halk konferansı vermeyen, bir etkinliğe katılmayan profesör olamayacak. Ben zamanında kadro sıkıntısı çektiğim için kadrolar konusunda hassasiyet gösteriyorum. Üniversitemizde iklim değişikliği yaratmaya çalışıyoruz. Kimsenin kendisini öteki hissetmediği, kurumsal özerklik ve bilimsel özgürlüğün yaşandığı bir çalışma ortamı oluşturmak istiyoruz.

ADD ÜYESİYİM: TÜRBANDA MEVZUATI UYGULUYORUZ

Üniversiteler “bin çiçeğin yeşerdiği, bin fikrin olduğu” yerlerdir. Ancak türban konusuna kişisel açıdan bakamayız. Burası bir devlet üniversitesi. Yasalar başörtüsü ile girilmemesini öngörüyor. Biz de derse gireni yaka paça çıkarmıyoruz ama kayıt yapıyoruz, uyarıyoruz. Üniversitemizin kartını taşıyan her öğrenci bizim için önemlidir. Sevgilisinden ayrılan, bunalıma düşen, kaza geçiren öğrencilerin ruhsal sorunlarını aşmalarında yardımcı olmak üzere bir Gençlik Danışma Merkezi (GEDAM) kurduk. Bu süreçte mektup gönderdiğimiz velilerden sadece üçü Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) üyesi. Yani ADD’lilere yönelik bir uygulama değil. Kaldı ki, ben de ADD üyesiyim. CHP Bilim Kurulu’nda da çalıştım. Çevre Vakfı’nda mütevelli heyet üyeliği ve TED Bilim Kurulu üyeliği yaptım. Halen devam eden TEMA Mütevelli Heyet üyeliğim ise mesleğimle ilgili.

KİTAPLARI SEVERİM: EN ÖZEL HEDİYEM BİR KİTAPTI

Çok okudum doğrusu gençlik yıllarımda. Klasikleri ve Yaşar Kemal’i severek okudum. Tabii ki Mao’yu, Marks’ı da okudum. Hepsinden de etkilendim. Artık yeterince vakit ayıramıyorum. Atlayarak okuyorum, o zaman da tadını çıkaramıyorum. Oysa hep elimde kalemle okurdum. Bugüne kadar aldığım en özel hediye de bir kitap. Küçük yaşlarda babamın arkadaşı Bilal Aziz Yanıkoğlu, “Ödemişli Cemal pehlivana” diye imzalayıp ”İsveç’te açık hava okulları” adlı bir kitap vermişti. Doğrusu bu eğitim felsefesine de çok inandım. Üniversite öğretenin öğrettiğini, öğrenenin öğrendiğini sorguladığı bir yerdir.

ÜNİVERSİTE KÜLTÜRDÜR: BİNA YAPMAKLA ÜNİVERSİTE OLMAZ

Üniversite ne sadece elemandır, ne para ve binadır; üniversite bir kültürdür, bir gelenektir. Bina yapmakla olmuyor. Kimsenin bu ülkedeki üniversite sayısının artmasına itirazı olamaz ama kültürü olan devlet üniversitelerinin bu süreçte çok daha özendirilmesi ve desteklenmesi gerekir. Geçen gün İran Üniversitelerinden bir rektör, üniversitemizi ziyaret etti. Çok özel bir adam, iyi anlaştık. İktidarların bilime vermesi gereken değeri, öğretim üyeliğinin önemini çok güzel anlattı; “Eğer bir hoca, bir sultanın kapısında görülürse ikisine de vahlar olsun. Ama bir sultan bir hocanın kapısında görülürse ikisine de helal olsun.” Çok etkilendim.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 23 OCAK 2011