ÜMİT ŞAHİN

...

Yeşiller Partisi Eşsözcüsü Ümit Şahin, bir “Aktivist”. Hatta belki de ona “Çevre Savaşçısı” demek lazım. İklim Zirvelerine katılıyor; dergilerde, gazetelerde “Yeşil Düşünce ile ilgili yazılar yazıyor; Açık Radyo’da “Açık Yeşil” adlı bir program yapıyor; üniversitede “Çevre haberciliği” dersi veriyor. Günün kalan yarısında ise fizik tedavi uzmanı olarak çalışan bir doktor.

AKTİVİSTİM: 20 YILDIR YEŞİL HAREKETİN İÇİNDEYİM

O zaman üniversite birinci sınıftaydım Cerrahpaşa’da. Çernobil’den sonra ‘ne oluyoruz’ dedim. 16-17 yaşındaydım. “Atom Bombası Çocukları” diye bir kitap vardır, Hiroşima’yı anlatan. Tam o sıralarda onu okumuştum. Üzerine bir de Çernobil gelince sanırım bir duyarlık gelişti bende. 2 Mayıs’ta TRT’nin gece haberlerinde dinlediğimi hatırlıyorum. “Radyasyon bulutu Edirne’den Türkiye’ye girdi” diyordu. Yeşil Barış gazetesini takip etmeye başladım, Kara diye bir dergi çıkıyordu; Türkiye’nin ilk anarşist dergisidir, onu okuyordum. Sonra Greenpeace’i, ardından Yeşiller Partisi’ni duydum. Ama o zamanki Yeşiller Partisi’ni fazla çevreci buluyordum. Okulda dağcılık yapıyorduk, doğaya ilgim başlamıştı. Pastoral diye yeşil bir dağcılık dergisi çıkarıyorduk. Yeşil hareketin içine gerçek anlamda girmem 92 sonundadır. Nükleer karşıtlarının bir ilanını gördüm Cumhuriyet gazetesinde. Mimarlar Odası’nda yapılacak bir toplantının çağrısıydı. Kimseyi tanımıyordum ama gittim. Sonra Çevre İçin Hekimler Derneği’ni kurduk, iki sene genel sekreterliğini, dört sene de başkanlığını yaptım. Dünyanın pek çok ülkesinde çevre sorunlarına bağlı sağlık sorunlarını incelemek, onlara karşı toplumu bilinçlendirmek ve bilimsel araştırmalar yapmak üzere kurulan bir meslek örgütü. Şimdi de bir siyasi partinin eşsözcüsü olarak politikacı sayılırım herhalde. Ama politikacılık beni ifade eden bir kelime değil. Ben aktivizmi sisteme, hayata, olan bitene karşı eleştirel bakış ve mücadele olarak tanımlıyorum. Bir aktivist, sadece hareket etmez harekete geçirir aslında. O anlamda da ben aktivistim.

NÜKLEER: FUKUŞİMA’DAN SONRA NÜKLEER SEKTÖRÜ ÇÖKECEK

Çevre duyarlılığının olup olmadığından söz edilen yıllardan Türkiye’nin her tarafında protesto hareketlerinin patladığı bir döneme gelindi. Japonya’daki felaket, Akkuyu’daki insanları da çok etkiledi, reaksiyon tekrar canlandı. Fukuşima’yı tüp gaza benzeten Başbakan, radyasyonlu olduğu için Tokyo’da su içmekten korkan, bebeğine süt veremeyen insanların acısını paylaşmıyor. Onların korkusunu paylaşmamak vicdansızlıktır. 1979’da ABD’de, Three Miles Island’da facianın kıyısından dönüldü. O şoktan sonra nükleer sektörü yara aldı, Çernobil ile çöktü. 86’dan sonra çok az yeni santral yapılmıştır. Türkiye’de üçüncü nesil yapılacağı da masal. Dünyada işleyen üçüncü nesil reaktör yok. Sektör, Fukuşima’dan sonra tamamen çöküşe geçecek. Dünyadaki mevcut nükleer reaktörlerin çoğu 1960-70 modeldir. O yılların teknolojisi transistörlü radyoydu. İleri teknoloji diye satıyorlar ama devrini doldurmuş bir teknoloji! Pek ileri teknoloji meraklısı değilimdir ama ille de ileri teknoloji arıyorsanız fotovoltaik paneller, güneş enerjisi, rüzgâr enerjisi ileri teknolojidir. 70’lerin başında bu kadar pahalı değilken ve büyük kazalar yaşanmamışken nükleeri düşünmenin belki bir mantığı olabilirdi. Bugün ise elimizde çok fazla yeni seçenek var. Kararlıymış gibi görünüyorlar ama ben ne üçüncü köprüyü ne nükleer santrali yapabileceklerine inanmıyorum. Çünkü her iki konuda da ciddi bir muhalefet var. Aslında ben de nükleer santral konusunda referandumdan yana değilim. Türkiye’de referandumlar hükümete yönelik güven oylamasına dönüşüyor. Nükleer referandumu da hükümet oylamasına dönüşürse kıymeti kalmaz.

VEYSEL EROĞLU: ÇEVRE BAKANI’NIN BİZE ÖZEL GICIĞI VAR

Başbakan çevrecilere bir kere çatmadı biliyorsunuz. Zaten dünyanın en enteresan Çevre Bakanı’na sahibiz. Bizi pek sevdiğini de sanmıyorum açıkçası. Diğerleri de bayılmıyorlardır ama Çevre Bakanı’nın özel bir gıcığı olduğuna eminim. Bunu dile getirmekten de hiç çekinmiyor. Çevre Bakanına göre çevreciler bir engel. 2009’daki Dünya Su Forumu sırasında yabancı bir gazeteci benden hemen önce Çevre Bakanı ile röportaj yapmıştı, bana “Bu adam gerçekten Çevre Bakanı mı” diye sordu. “Evet” dedim. “İnşaat bakanı gibi” dedi. Bir Çevre Bakanı, çevre hareketlerinin duyarlılıklarına bu kadar mı kapalı olur? Eski İSKİ ve DSİ genel müdürü olduğu için bütün su kaynaklarına saldırıyor; Türkiye’de su potansiyelinin yüzde yüzünü kullanacağım diyor. Böyle bir mantık anlaşılır gibi değil. Türkiye’nin suyunun yüzde yüzünü kullanmak, bütün akarsuları ya kurutmak ya da göle çevirmek demektir. Veysel Eroğlu’nun Çevre Bakanı yapılması Çevre Bakanlığı’nın ilgası aslında. Hükümet, Çevre Bakanlığı’ndan kurtulmanın yolunu Veysel Eroğlu’nu Çevre Bakanı yaparak buldu.

ÜNİVERSİTE OLMADI: GÜNÜN YARISINDA FİZİK TEDAVİCİYİM

Fakülteyi bitirdikten sonra ihtisasa girdim, fizik tedavi uzmanı oldum. Gene Cerrahpaşa’da yaptım ihtisasımı. Zaten asistanken de nükleer karşıtı hareketin içindeydim. 95’te ihtisasımı bitirdikten sonra çevre sağlığına yoğunlaşmak için Halk Sağlığı doktorası yapmaya başladım. Ardından İsrail’e gittim, bir yıllık halk sağlığı masteri yaptım. 2001’de döndüm, niyetim halk sağlığına akademik olarak yoğunlaşmaktı. Olmadı, olmamasının nedeni olarak, atamamın Rektör Kemal Alemdaroğlu’ndan döndüğü söylendi bana. İsrail’e gitmeden hemen önce Tabipler Birliği adına, Bergama raporunu yazmış, TÜBİTAK’ın altın madenindeki eksiklerin giderildiği yolundaki raporunun bilim dışı olduğunu anlatmıştım. Onunla mı ilgilidir bilemiyorum. Üniversiteye alınmayınca, “Aktivizme devam edeyim” dedim. Zaten 95’ten beri fizik tedavi uzmanı olarak özel kliniklerde çalışıyordum. Genellikle yarım gün çalışmışımdır. Günün yarısını fizik tedavici olarak geçiririm; geri kalan zamanımı da aktivizme ve çevre sağlığına ayırırım. Jale Karabekir ile evliyim. O tiyatrocu. Kendi tiyatrosu var, “Tiyatro Boyalı Kuş”. Feminist tiyatro yapıyor, yazıyor, yönetiyor. İstanbul Üniversitesi Dramaturji mezunu ve sosyoloji masteri yaptı. Çocuğumuz yok, ona vakit bulamadık. Olsa adı “Kyoto” olurdu herhalde!

İŞKENCE ATLASI: UZMANLIĞIM İŞKENCE HASTALIKLARI

İnsan Hakları Vakfı’nda çalışmaya Kudüs’e gitmeden önce başlamıştım. Ben İsrail’deyken cezaevlerinde 19 Aralık operasyonu oldu. Açlık grevlerinden sonra yüzlerce insan sakat kaldı. Bana ihtiyaç doğdu biraz. Bu konularla ilgilenen çok fazla fizik tedavici yok Türkiye’de. Vakıfta, profesyonel olarak 2003’lere kadar açlık grevcileri tedavi etmeye çalışım. Dünyada benden daha çok Wernicke-Korsakoff hastası gören doktor pek yoktur ne yazık ki. Böyle bir trajedi olmadığı sürece tek tük vaka görülür. Ben yüzlerce gördüm. Yayın yaptım. İşkenceden ve açlık grevlerinden kaynaklanan çok sayıda hastalık ile karşılaştım ve tedavisi ile ilgilendim. Günlük olarak da, mesleki olarak da fazla bir şey ifade etmeyen bir uzmanlığım daha var yani. Bunu yaptınız diye size madalya takmıyorlar. O dönem ayrıca Dr. Önder Özkalıpçı ile birlikte İşkence Atlası’nın editörlüğünü yaptım.

ÇEVRE MUHABİRLİĞİ: ÇEVRE HABERCİLİĞİ DERSİ VERİYORUM

Yayın yönetmeni olduğum bir dergi var, Üç Ekoloji. Bu dergiyi 2003’te çıkarmaya başladık. Burada ağırlıklı olarak yeşil düşüncenin, politik ve felsefi boyutuna dair yazılar yazıyorum. Ara sıra Birikim’de yazılarım çıkıyor, Yeşil Gazete’de yazıyorum. Akkuyu Postası nükleer karşıtı bir gazeteydi, onu da biz çıkarmıştık. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde üç senedir çevre haberciliği dersi veriyorum. Tabii ben gazeteci değilim. Ama annem anlatır, çocukken hep “Büyüyünce gazeteci olacağım” dermişim. Abim de doktor, herhalde ona özendim. Seviyorum doktorluğu, ama okumayı yazmayı da severim. Çevre haberciliği dersi güzel bir deneyim. Öğrencilere hem ekoloji meselesinin temellerini, hem de çevre haberi nasıl yazılmalı, kaynaklara nasıl ulaşılır onları anlatıyorum. Beni üzen şu, o öğrencilerin büyük kısmı gazetecilik yapamıyor. En kötü yanı da Türkiye’de şu anda çevre muhabiri denebilecek çok fazla kimse olmaması. Bu sektör böyle bir ihtiyaç hissetmiyor herhalde.

EŞSÖZCÜYÜM: PARTİMİZDE BAŞKANLIK YOK EŞSÖZCÜLÜK VAR

Dünyada çevre duyarlılığı konusunda bir yükseliş ve kayma var. 80’lerde daha çok Batı’da, üst gelir grubundaki insanlar çevre duyarlılığına sahipti. Şimdi ekoloji hareketinde liderlik yoksul güney ülkelerine geçmiş durumda. Almanya’da Yeşiller, marjinal bir hareket olmaktan çıktı. Şu anda ikinci parti konumuna yükseliyor. Türkiye’de Yeşiller Partisi’ni kurduk, çünkü bu mesele sivil toplum ile sınırlı bir mücadele olamaz. Yeşiller’in temsil ettiği ekoloji mücadelesi siyasidir. Türkiye’de, 12 Eylül’den bu yana özellikle belli muhalif fikirlerin siyasi partilerde ifade edilmesi engellenmeye çalışılıyor. Biz partiyi kuralı üç sene oldu, daha seçimlere giremiyoruz. Niye? Çünkü 41 ilde ve her ilin ilçelerinin üçte birinde örgütlenmeniz gerekiyor. Yeşiller’in lidersizlik diye bir ilkesi vardır. Bizde kimse kimsenin başı değildir. O yüzden bizim görevimiz sözcülük. İki yılda bir rotasyona tabiyiz, en az biri kadın olmak üzere iki eşsözcümüz oluyor. Şu anda Yüksel Selek ile birlikte eşsözcülüğü yürütüyoruz.

YARGILANIYORUZ: 170 BİN İMZA TOPLADIK

Türkiye’ye Kyoto anlaşmasını imzalatan biziz aslında. Kampanya yaptık. 2007 senesinde sadece 1,5 ayda 170 bin imza topladık. Bunları meclise götürdük, iki kere de komisyonda konuşma yaptım. Türkiye’nin iklim politikası, iklim politikasından kaçmaktır. Üç senedir iklim zirvelerine gidiyorum. Cancun’a, Kopenhag’a da gittim. Sadece Türkiye değil, ABD, Japonya, Kanada ve Avustralya gibi ülkeler de yükümlülükten kaçıyor. Temmuz ayında Rusya ile yapılan nükleer santral anlaşması kabul edilmeden hemen önce Yeşiller Partisi, Greenpeace, Küresel Eylem Grubu, Sinop ve Mersin’deki nükleer karşıtı platformların üyeleri olarak 58 kişi Meclis’in önüne gittik. Topladığımız – o da 170 bindi- imzaları teslim etmek üzere Meclis’in tören kapısının önünde “Milletvekillerini bekliyoruz” diye eylem yaptık. Orada gözaltına alındık. 6 ay ile 3 yıl arasında hapis istemiyle yargılanıyoruz. 31 Mayıs’a ertelendi duruşma.

YARINDAN SONRA: TÜRKİYE AĞIR KURAKLIK YAŞAYACAK

“Yarından sonra” yı izledim. O film yüzünden iklim değişikliğinin buzul çağı olduğunu sanıyor bazı insanlar. Aslında küresel ısınma, soğuma değil tam tersine ısınmadır. Bir de iklim değişikliğinin asıl etkileyeceği yer New York, Londra değil. Asya, Afrika, tropik bölgeler, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Akdeniz kuşağı daha çok etkilenecek. Bu değişim başladı aslında. Türkiye, en fazla 20 yıl içinde çok daha ağır kuraklıklar yaşayacak ve tarımsal açıdan darbe alacak. Nehir debilerinin düşmesi, tarım ve enerji üretiminde sıkıntı yaratacak. 2007’deki gibi büyük kuraklıklar, büyük orman yangınları, büyük seller olacak. Tarih vermek zor ama hayatımız boyunca felaketler ve büyük bir değişim yaşanacak. Yani torunlarımızla ilgisi kalmadı bu işin. Doğrudan bizi ve çocuklarımızı ilgilendiriyor.

ARAŞTIRMACI DİNLEYİCİYİM: DİNSEL MÜZİĞE İLGİM VAR

Müzikle ilgim dinleyici düzeyinde. Araştırmacı dinleyiciyim. Klasik müziğe, özellikle de dinsel müziğe ilgim var. Biraz Kudüs’ün de etkisi olabilir. Aileden Müslümanım ama dindar değilim. Hıristiyan da değilim ama öteden beri Hıristiyanlık hikâyelerine ve özellikle de İsa’ya merakım vardı. Müziği ile de birleşince sadece müzikal formlarıyla da değil, hikâyesi ile de beni cezbetti. Üzerinde derinleşmeye başladım. Açık Radyo’da, “Baroktan çağdaş döneme klasik müzikte Nasıralı İsa” programını hazırladım. Programı da hem bu müziği tanıtmak, hem de kendi merakımı derinleştirmek için yaptım. Bir sene devam etti program. Açık Radyo’da, Ömer Madra ile birlikte “Açık Yeşil” adlı bir program yapıyoruz. Ömer Madra ile 2007’de “Küresel Isınma ve İklim Krizi” adlı bir söyleşi kitabı yapmıştık. İşbirliğimiz bu kitapla başladı, radyoda devam ediyor. Ömer abi bence Türkiye’nin nadir entelektüellerinden biridir. Kendisine “yeşil” demez ama, bence asıl yeşil o.

METROYA BİNERİM: ARABA KULLANMAM EHLİYETİM YOK

Ivan Illich, beni en çok etkileyen insandır. İlk kitabını 80’lerde okumuştum. Illich, kendisini Yeşil olarak görmese de bence yeşil düşüncenin en önemli düşünürü. Sadece yeşil düşünceyi etkilemekle kalmamış, sanayi toplumunun ve Batı uygarlığının eleştirisini müthiş biçimde yapmıştır. Hıristiyanlık merakımda Ortaçağ meraklısı bir Hıristiyan olan Illich’in de payı var. Onun çeşitli yazılarını çevirdim, üzerine yazılar yazdım. Yeni İnsan Yayınevi’nde, Illich’in bütün kitaplarını benim editörlüğümde yayınlamaya giriştik. Talihsiz bir dizi oldu, devam edemedi. Illich’in otomobillere karşı yazılarından da etkilendim. Ehliyet almadım. Mecburen araçlara biniyorum tabii. Ama daha çok toplu taşımı kullanıyorum. Metro ile işe gidip geliyorum. Eskiden bisiklet de kullanıyordum ama İstanbul’da nerede bisiklet kullanacaksınız? Binsem birkaç kere ezilirdim bugüne kadar. Müzik dinlemek için gerekenler dışındaki her teknolojiden vazgeçerim.

KUDÜS: FÜZELERLE VURULMUŞ AMBULANS MEZARLIĞI GÖRDÜK

Kudüs beni çok etkiledi. O kaldığım bir yıl boyunca sürekli bombalar patlıyor, intihar saldırıları oluyordu. Gitmeden önce birlikte yaşam konusunda iki tarafın da haklı olduğuna dair fikirlerim vardı. Fakat orada master yapan yabancı öğrenciler olarak İsrail’in yoğun propaganda bombardımanına tabi tutulduk. Toplumun en ilerici, sol kesimlerinde bile ciddi bir milliyetçilik ve militarizm olduğunu gördüm. İsrailliler’in, Holocaust’u (Naziler’in Yahudi soykırımı) Filistinliler’i bastırmak için kullandığını düşündüm. Kendi çektikleri acıları başka bir halka acı çektirmek için kullanmaları beni çok öfkelendirdi. Döndükten sonra TTB heyeti olarak da Filistin’e gittik. Hatta orada çektiğimiz görüntüleri Ümit Kıvanç ile birlikte belgesel haline getirdik. İsrail’in, Filistin’in hastanelerini ve ambulanslarını nasıl vurduğunu belgeledik. Füzelerle vurulmuş ambulans mezarlığı gördük. O gezinin ardından Radikal’de “Ambulansları da vururlar” diye bir yazım çıkmıştı.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 3 NİSAN 2011