ŞİDDET PORNOSU OKURLARI ÜRKÜTTÜ

...

Kayseri’de üç çocuğun öldürülmesi, geçen hafta gündemde en geniş yer bulan konularından biriydi. Bütün gazete ve televizyonlar, uzun uzun haberleştirdiler cinayetle ilgili gelişmeleri.

Bu haberlerde cinayetin işlenme biçimi ile ilgili ayrıntılara yer verilmesi, Hürriyet okurlarını rahatsız etti. “Ne olur daha fazla detay vermeyin, yürek dayanmıyor” diyordu Selda Aydemir: “İnsan bu vahşet için kahroluyor, can dayanmıyor, okunamıyor. Gözyaşları sel oluyor, yumru can evine oturuyor.”

2.5 yaşında bir kız çocuğu annesi olduğunu yazan Filiz Hacısalihoğlu Yaşar, “Bu tür haberleri normalleştirmeye gerek yok” uyarısında bulunuyordu:

“Katilin ‘çırpınışları gözümün önünden gitmiyor’ ya da ‘İstanbul’daki Fırat’ın üvey anne ve anneannesinin onu parçalarken epeyce zorlandığı’ gibi gereksiz ve duyguları ajite edici haberleri duymak ve görmek istemiyorum. Bırakın o ayrıntılarla savcılar ilgilensin.”

Didem Yılmaz, “zanlının tam ismi yayınlanmazken, küçücük çocukların resimlerinin yayınlanması”nı eleştiriyor, “Ailelerin bu hallerini, biz okurlara yansıtarak, bizim de travma geçirmemiz mi bekleniyor?” diye soruyordu.

“Okuduğumda tüylerim diken diken oldu” diyen Osman Kartal ise “Korku filmlerinden, sadist canileri işleyen seri katilleri konu alan filmlerden asla hoşlanmam. Ne demek ‘D.’nin çırpınışlarını unutamıyorum’? O çocuğun babası bu haberi gördüğünde ne düşünür hiç tasavvur ettiniz mi? Lütfen…”

Sanıyorum, vahşice işlenmiş cinayet haberlerinin üst üste gelmesi de okurların rahatsızlığını artıran unsurlardan biri oldu. Hürriyet’in birinci sayfasındaki başlıklar, 28 Mart’ta “Şekeriyle gömmüş”, 29 Mart’ta “Ceset arabası”, 30 Mart’ta ise “Çekiçle vurdum ölmeyince bıçakladım” biçimindeydi.

Maalesef iki ayrı olayı konu alan bu haberlerde çocukların öldürülme biçimleriyle ilgili olarak bir kez daha tekrarlamak istemediğim ayrıntılar vardı. Biz gazetecilerin böyle bir haberi yazarken “Bu ayrıntıları vermekte kamu yararı var mı?” sorusunu sormamız gerekli. Bence o vahşi ayrıntıların okuyucuya aktarılmasında kamu yararı yok. Tam tersine zarar vermesi söz konusu.

Öncelikle cinayetin ayrıntılarını vermek, o vahşetin olağanlaştırılması gibi bir sonuç doğurabilir. Ayrıca yaş, cinsiyet gibi hiçbir ayrım gözetmeden bütün okurlarımıza “korku filmi” hatta daha ötesi “şiddet pornosu” izletmiş oluruz. O ayrıntılar, cinayet işlemeye eğilimli kişiler için “kullanım kılavuzu” etkisi de yapabilir. Hatırlarsınız, bir dönem Hizbullah’ın ölüm evleri haberleriyle birlikte “domuz bağı ile insan öldürme”nin ayrıntıları çizimlerle verilmiş, ardından bu tür cinayetler işlenmişti.

Bir diğer sorun da, isim ve fotoğraf kullanımı. Hürriyet’in söz konusu haberlerinde zanlıların isimleri konusunda “editoryal standart” yoktu. Kayseri’deki zanlının ismi U.V.G. olarak kodlanırken, açık fotoğrafı vardı haberde. Dolayısıyla isminin gizlenmesinin anlamı kalmamıştı. İstanbul’daki cinayette ise benzer bir durumda olmalarına rağmen, zanlı üvey anne ile anneannenin hem isimleri hem de fotoğrafları açıkça veriliyordu. Hatta “Gürcü” olduklarının da altı çiziliyordu haberin spotunda. İki kadının, isim ve soyadları da her gün farklı yazılmıştı.

Ayrıca polisin Kayseri’deki cinayeti aydınlatması başarı öyküsü olarak sunulurken, İstanbul’da komşuların defalarca şikâyetine rağmen polisin küçük Fırat’ı koruyamamasının eleştirilmesi gerekmez miydi? Doğru ile yanlışa aynı gözlükle bakmak durumundayız.

ELEŞTİRİLERE YANIT:

KEYİF KAÇIRAN HABER YAPMAYACAK MIYIZ?

Kayseri’deki cinayetle ilgili haberi yazan arkadaşlarımızdan Gülden Aydın, haberlerle ilgili eleştirileri şöyle yanıtladı:

“Maktul çocukların fotoğraflarının yayımlanmasında sakınca olduğunu düşünmüyorum. Çocuklar hayatta kalsalardı tabii ki fotoğrafları mozaiklenir, adları da baş harfleriyle yer alırdı.

Kayseri haberlerinde ‘şiddet pornosu’ yapmadım. Dozunda ve gerektiği kadardı. Kayseri’deki üç çocuğun başına gelenler gibi maalesef birçok olay, şiddete ilişkin ve çok sarsıcı. Tıpkı töre cinayeti, ABD’li askerlerin işkence görüntüleri, recm ve terör eylemleri gibi. Keyif kaçıran haberleri yapmamak gerçeği gizlemek olmaz mı?

U.V.G.’nin üç çocuğu nasıl katlettiğine ilişkin korkunç ayrıntılarıyla dolu ifadesine, Hürriyet neredeyse hiç yer vermedi. “Dilruba’nın çırpınışlarını unutamıyorum” cümlesi dışında. Ne yazılmalıydı? ‘Zanlı çocukları öldürdüğünü itiraf etti!’ Cinayet haberlerini en iyisi polis bülteniyle yapmakla yetinelim.”

YAKINLARI ÖLÜMÜ TELEVİZYONDAN MI DUYMALI?

Ölüm özel bir olay. Her ölüm olayı da o kişinin yakınlarına özenli bir şekilde ve o insanların acısına saygıda kusur etmeden duyurulmalı. Hele söz konusu olan sıradan bir ölüm değil, bir cinayet ise daha da dikkatli davranmak gerekli.

Haberlerde dikkatimi çekti, Kayseri’deki olayda, aileler, çocuklarının cesetlerinin bulunduğunu “televizyon ve internetteki haberleri görüp telefon eden tanıdıklarından” öğrenmiş. Aylardır çocuklarını sağ bulunması umuduyla bekleyen o anne babanın yaşadığı şoku düşünün!

Çok mu zordu, cinayeti çözmek, zanlıyı yakalamak için başarılı bir çalışma yürüten polis ekibinin medyadan önce o aileye haber vermesi? Ama nedense aileye haber vermek akıllarına gelmemiş.

İstanbul’da üvey annesinin öldürdüğü 9 yaşındaki Fırat ile ilgili haberi de annesi televizyondan duymuş. “..Fırat Sezer denince zaten ben gittim” diyordu.

Hatırlarsınız, bir dönem Silahlı Kuvvetler de şehit ailelerine olay haber verilirken dikkatli davranılmadığı için eleştirilmişti. Ardından bir subayın, ambulans eşliğinde şehit ailelerine gitmesi uygulamasına geçildi. Polis neden cinayetlerde, trafik kazalarında, ani ölümlerde benzer bir yöntem geliştirmesin?