ŞENOL BAL

...

FEMİNİSTLER MİLLİ MANEVİ DEĞERLERE UYMAYAN İSTEKLERLE KADINLARIN HAKLARINI GASPETTİ

Şenol Bal, MHP İzmir Milletvekiliydi; son seçimlerde Meclise giremedi. MHP’de Genel Başkan Başdanışmanı olarak devam ediyor siyasete. Aynı zamanda Türk Dünyası Kadınları Dostluk ve Dayanışma Derneği genel başkanı.

ÜLKÜCÜLÜK: ASENA DENMESİNDEN MUTLU OLURUM

Bursa doğumluyum. Babam emniyet mensubuydu, Anadolu’da çok gezdik. Ortaokul başlamadan önce İzmir’e yerleştik. İzmir benim için ilklerin yaşandığı şehirdir. Aydın, milli hassasiyeti olan, Hasan Tahsin ruhu taşıyan bir yapıdır İzmir. İzmirli olmaktan da gurur duyuyorum açıkçası. İki abim de Türk milliyetçisiydi. İlk okuduğumuz kitaplar, İslam ve Türk tarihiyle ilgiliydi. Nihal Atsız’ın “Bozkurtların ölümü” ve “Bozkurtların Diriliyor”unu, M. Necati Sepetçioğlu’nun Çatı, Kilit, Kapı gibi romanlarını okumuştum. Büyüklerimiz, Osman Tural’ın “Türk cihan hâkimiyeti mefkuresi tarihi”ni tavsiye ederlerdi. Ortaokul son sınıftan yani 15 yaşından itibaren beri ülkücüyüm. Ülkücülük benim hayat tarzım haline geldi. Son nefesime kadar da bu davanın içinde olacağım. Bir daha dünyaya gelsem yine ülkücü olurum. Asla taviz vermem. Biz rahmetli Alparslan Türkeş’in rahlei tedrisinden geçmiş insanlarız. Ergenekon destanında o demir dağların delinerek çıkılmasında Türk milletine yol gösteren bir dişi bozkurttur, bu yüzden Ülkücü harekette kızlara Asena, erkeklere Börteçene denmiştir. Bana da Asena denmesinden mutlu olurum. Aslında çok duygusalımdır ama sert görünürüm. Çok da gerçekçi ve idealistimdir. İnanmadığı hiçbir şeyi yapmamış, inandığı her şeyi yapmaya çalışmış biriyim.

ÜNİVERSİTE: DÖVÜLDÜĞÜM DE OLDU

İzmir Kız Lisesi mezunuyum. Lise çağlarında fikir hareketlerinin yoğun olduğu dönemdi. Komünist, ateist, sosyal demokrat arkadaşlarımız da vardı. Bizler de milliyetçi, ülkücü kesimi temsil ediyorduk. Bir ateiste Allah’ın var olduğunu anlatmak için çok kitap okuduğumu hatırlıyorum. O çağlarda konuşabiliyorduk, ama sonra kavgalar başladı. 73-74’te Ege Üniversitesi Fen Fakültesi botanik kimya bölümüne girdim. Çok da çalışkan bir öğrenciydim. O dönemde ülkücüler okula sokulmamaya başlandı. Okulun tatil olduğu dönemlerde telafi etmek üzere asker kordonunda giriyorduk. Kavgalar, boykotlar oluyordu. Erkek arkadaşlarımız hiç okula gidemezken ben zorluyordum bu imkânı. Zaman zaman dövüldüğüm, girdiğim zaman komünist liderlerin başkanlığında sınıftan çıkarıldığım da oldu. Sonunda hiç üniversiteye giremez hale geldik ve arkadaşlarımızın bir kısmı Erzurum, bir kısmı Trabzon’daki üniversitelere, ben de Ankara’ya nakloldum. Zaten az dersim kalmıştı, Ankara’da Gazi Eğitim Fakültesi Biyoloji Bölümü’nü bitirdim. Devlet Beyi (Bahçeli) Ankara’ya geldikten sonra o dönemde tanıdım.

12 EYLÜL: EŞİM DAVA ARKADAŞIM

Üniversiteyi bitirdikten sonra Sağlık Meslek lisesine öğretmen olarak atandım. Fizik, kimya, biyoloji derslerine giriyordum. 78 Temmuzunda ülkücü liderlerden Sami Bal ile evlendim. Eski Ülkü Ocağı Başkanıydı. Eşim benim dava arkadaşım, hayat arkadaşım. Tabii öğretmenlik yıllarımda da çok çile çektim. MC döneminden sonra bir Ecevit iktidarı olmuştu, o dönemde müstafi addedildim. Neyse Samsun’a yerleştik. Orada tekrar mesleğime başladım. 79’da oğlum oldu. 80’de de ihtilalin ilk günü evimiz basıldı, eşim içeri alındı. Aylarca haber alamadık, işkence gördü. Sonra Mamak’a getirdiler. MHP davasında eğitimci olarak idamla yargılandı. 81’de öğretmenliğimi de elimden alarak, beni memur olarak Kars’a sürdüler. Kars’a gittim bana rapor veren doktorları bile açığa aldılar. Eşim Mamak’ta, ben Kars’ta, oğlum İzmir’de annemin yanındaydı. Ankara’ya geri döndüm, Çayırhan termik santralini yapan bir inşaat şirketinde muhasebeci olarak çalıştım. Eşim de dört yıl hapiste kaldı. Hapisten çıkar çıkmaz da sakıncalı piyade olarak askere aldılar. Oğlum tabii babasız bir şekilde epey büyüdü. Oğlumun adı Kutlu İnanç. Kutlu’sunu babası koydu, İnanç’ını da ben. “İnanç yenecektir” diye bir roman okumuştum, oğlum olursa adını İnanç koyacağım demiştim. Zaten Selçuk Beyin oğullarından birinin adı da İnanç’tı. Şimdi Kutlu’yu kullanıyor daha çok. On yıl sonra doğan kızımın adı da İlay. İlay’ın bir manası kardelen çiçeğidir, ilk memlekettir Türkçede ay.

DOKTORA: BİTKİ GENETİĞİ ÇALIŞTIM

Muhasebecilik yaparken arada Anadolu Üniversitesi işletmeyi bitirdim. Aslında o davaları görünce hukuk okumak istemiştim. Ama Ankara Hukuk’u tutturamadım. Eskişehir’e gidip gelmek daha kolaydı. Çalışırken bir yandan da Gazi Üniversitesi’nde master yaptım. Bitki genetiği, sitogenetik çalıştım. Sonra üniversiteden öğretim görevlisi olma daveti oldum. Çünkü gerçekten iyi ders anlatırım. Neticede yedi seneye yakın özel sektörde çalıştıktan sonra üniversiteye öyle geçiş yaptım. Üniversitede doktoramı bitirdim. 95 yılında yardımcı doçent olarak devam ettim görevime. Bu arada birçok bilimsel makalelerim yayınlandı. Milletvekilliğinden sonra üniversiteye dönmedim. Belki ileride yüksek lisans, doktora gibi derslerde görev almak isterim. O büyük bir zevktir. Yüzlerce öğretmen yetiştirdim. Her şeyim hazırdı ama doçentlik alamamıştım. Şu anda MHP’de genel başkan başdanışmanıyım ve dernek başkanlığım devam ediyor.

ÜLKÜHAN: TÜRK DÜNYASI KADINLARI KURULTAYI YAPTIK

76 yılında İzmir’de üniversite öğrencisiyken Ülkücü Hanımlar Derneği’ni kurdum. Kısa adı, Ülkühan’dı. O zaman İlerici Kadınlar Derneği vardı. Hanım demek bizim için bir ayrımdı. Bir de kısaltılmış adı önemlidir bir derneğin. Ülkükad olmuyordu, Ülkühan güzeldi. Hem Ülkühan kaç kişinin ismi oldu biliyor musunuz? Yoksa bizim için kadın ya da hanım demek önemli değil. 77’nin sonlarına doğru üniversite için Ankara’ya gelince, derneğin genel merkezini de buraya taşıdım. 12 Eylül’de bütün dernekler gibi Ülkühan da kapatıldı. 97’de Türk Ocakları’ndan kadın kolları heyeti başkanı olma teklifi geldi. Kabul ettim tabii. İlk Türk dünyası kadın kurultayını Türk Ocakları’nda gerçekleştirdim. 33 ülkeden Türk kadınlarını temsil edebilecek kadınları davet ettim. Türk dünyasının bütünleşmesinde kadın olarak neler yapabilirizi ortaya koyduğumuz bir kurultaydı. Benim gençlik hayalimdi. Sovyet baskısı altındaki Türk coğrafyası bir gün ayağa kalkacak diyordum. Beklediğimden çabuk oldu. Güzel de bir kitap oldu oradaki tebliğler. O kurultayı devam ettirmeye söz vermiştim. 2001’de Türk Ocakları’ndan ayrıldım. Ufak tefek sıkıntılar var ama bir kadın derneği olmak istedim. 2002 yılında Türk Dünyası Kadınları Dostluk ve Dayanışma Derneği’ni kurdum arkadaşlarımla. O günden beri de genel başkanlığını sürdürüyorum. Derneğimizin kuruluşunu özellikle Nevruz’a getirdik. Çünkü Nevruz Türk dünyasının bahar bayramıdır, belli kesimlerin değil Türk coğrafyasının bayramıdır. Balkan kadın kurultayları topladık. İlk toplantıyı Makedonya Ohri’de gerçekleştirdik. Balkan Kadın Birliği’ni oluşturduk. Sonra maalesef Soroslardan beslenen bir dernek olmadığımız için devam edemedik. Bu toplantılar Türk dünyasının bütünleşmesi açısından çok önemlidir, devletin desteklemesi gerekir bu tür dernekleri. Alamadık ama irtibatlarımız devam ediyor. Balkan Kadın Birliği başkanlığını da yürütüyorum.

KADINA ŞİDDET: BABAM ÖZÜR MEKTUBU BIRAKTI

Son zamanlarda kadın hakları diyen de ortaya çıkıyor, siyasette kadın da olsun diyen de. Ama bir bakıyorsunuz arkasında birileri var, onlardan nemalanıyor, onların sözcülüğünü yapıyorlar. Feminist hareketlerin kadınların hak ve özgürlükleri açısından engel teşkil ettiğine inananlardanım. Kendini feminist olarak tanımlayanların bazıları, bu ülkenin, milli ve manevi değerlerine uymayan istekleri öne sürerek kadınların haklarını gasp ettiler. Dikkat edin, artık feministiz de demiyorlar zaten. Bakın bu iktidar döneminde kadın istihdamı her geçen gün düşüyor. Kadına şiddet ve boşanmalar da artıyor. Bunların nedenleri bu iktidarın politikalarında yatıyor. Çünkü son on yıl içinde toplum denere oldu efendim. İnsanların takiye yaptığı, yalanların doğru haline geldiği bir süreçte bu kaçınılmaz. Gelir dağılımındaki adaletsizliğin toplumu bu kadar ayrıştırdığı bir dönemde evine ekmek götüremeyen erkeğin ezikliğini düşünün. Evine ekmek getirmediği için kocasına ister istemez kinayede bulunan kadını değerlendirin. Sadaka kültürünün hâkim olduğu, insanların doğruluk, dürüstlük algılarının değiştiği bir toplumda aile değerleri de yıpranır. Aile dejenere olursa toplum daha çabuk denere oluyor. Kadına şiddet eskiden de vardı, şimdi açığa çıktı diyorlar. Hayır, evliliklerimiz sağlam kurulmuyor, iyi eğitim verilmiyor. Biz Allaha çok şükür iyi bir ailede yetiştik. Babam bize hep dürüstlüğü öğretti. İnanın, ölmeden önce yazdığı bir mektup var. “Çocuklarım, size mal mülk bırakamadım, özür diliyorum. Ama size şerefli bir ad bıraktım” diyor. Ölümünden altı ay önce yazmış saklamış. 97’de kaybettik. Emniyet müdürlüğünden emekli olmuştu. Bizi dürüst yetiştirdi, ben de çocuklarımı dürüst yetiştirdim. Geçen oğlum diyor, “Anne bizi neden çok dürüst yetiştirdin?” Mimar kendisi. Hep kazıklanıyor.

ANAYASA: KADIN HAKLARI ANAYASADA VAR ZATEN

2003 yılında yine bizim derneğimizin öncülüğünde Türk Dayanışma Konseyi’ni oluşturduk. En son da anayasa çalıştayı yaptık. Anayasa konusunda Türk milliyetçilerinin de söyleyecek sözü var diye yola çıktık. Neticede 80 sayfalık bir rapor ortaya çıktı. Kısa zamanda web sayfamızda yayınlayacağız. Kadın hakları var zaten anayasamızda. İnsan hakları, temel hak ve hürriyetler ve demokratik ilkeler anayasada eksik diyorlar, hayır efendim. Mevcut anayasada kadınlarla ilgili ilkeler zaten yeterlidir. Meseleye insan hakkı olarak bakıyorum. Önemli olan gizli gündemler, keyfi uygulamalar. TESEV’lerin, TÜSİAD’ların Anayasa raporlarının havada uçuştuğu, Türk kimliğinin anayasadan çıkarılmaya çalışıldığı bir süreçten geçiyoruz. Biz anayasadaki vatandaşlık tanımının değişmesine karşıyız. Türkiye bir coğrafyayı ifade eder, Türk de bir kimliği. Türklük orada antropolojik ve sosyolojik manada alınmamıştır, azınlıkları da reddetmeyen bir anlayıştır. Böyle çok kültürlülük, Türkiyelilik kavramlarıyla gönüllü vatandaşlık yaratamazsınız. Ayrıştırırsınız, insanları birbirine daha çok düşman edersiniz. Gerçekten bireysel hak ve hürriyetleri uygularsanız, gerçekten vatandaşınıza baba olursanız sıkıntıların yaşanacağına inanmıyorum. Türk tarihinde devlet baba, vatan ana, millet çocuklardır. Baba çocuklarına eşit mesafede aynı sevgide olmak durumundadır.

MİLLETVEKİLLİĞİ: NE MİLLETE KÜSERİM NE SİYASETE

2007’de kadınların teşvikiyle girdim milletvekilliğine. Maddi durumumuz da iyi değil. Ben bir devlet memuruyum. Eşim kimya mühendisidir ama cezaevinden çıkınca müteahhitlik yaptı. Bu arada Afyon’da bir inşaatı aldı, içini yapacaktı, bir deprem oldu, bina yıkıldı. İflas etti. Böyle bir dönemde adaylığı hiç düşünmemiştim. Ben kendime göre sivil toplum kuruluşu olarak Türk dünyasını fethediyordum kendime göre. Neticede girdik, Allah kısmet etti. Öyle milletvekili oldum. Dört yıl boyunca da inanın bir hafta bile tatil yapmadan meclis çalışmalarına yoğunlukla katıldım. Milletvekilliğini layıkıyla yapmaya çalışırsanız öğreniyorsunuz, orası bir okul. Orada hislerinizle hareket etmemeniz gerektiğini, her aklınıza geleni oraya çıkıp söyleyemeyeceğinizi görüyorsunuz. Ben çok öğrendiğimi, ufkumun daha da genişlediğini gördüm. Allah’a çok şükür, dört sene bulunduğum camiayı iyi temsil ettiğime inanıyorum. Tekrar aday oldum. Seçilemeyince üzüldüm ama belki bunda da hayır vardır. Ne millete küserim, ne siyasete. O günden itibaren siyasi çalışmalarıma ve sivil toplum örgütündeki faaliyetlerime eskisinden daha yoğun devam ettim.

ÖYLE GEÇER ZAMAN Kİ: DİZİ ÜLKÜCÜLERİ YANLIŞ GÖSTERİYOR

“Öyle bir geçer zaman ki” dizisini seyrediyorum. Karakterleri çok güzel oturtmuşlar. Kadının mücadelesi var; hem de o zamanı yeniden yaşatıyor bana. Ama oradaki ülkücü, milliyetçi gençlere gösterilen imajı sevmiyorum. Gerçekten farklı. Çünkü o dönemi biz yaşadık. Yaşadığımız imajla oradaki asla birbirini tutmuyor. Oradaki ülkücüler kaba saba, her olayda birileri tarafından kullanılan bir şekilde gösterildikleri için rahatsızım. Yoksa o kavgalar oldu o dönemde. Keşke olmasaydı da. O dönemin ister ülkücüsü, ister solcusu, hepsi gerçekten idealist gençlerdi. O gençlere yazık oldu. Yanımızdan kurşunların geçtiği günler geçirdik. Çok tehlike atlattık. Ben hiç silah kullanmadım, hiç elime değmedi. Ben daha çok fikri hareketin içinde oldum. Birçok kişi hayatını kaybetti, arkadaşlarımız şehit oldu. Hem ülkücü hareketin, hem de sol hareketlerin içinde “Hadi vurun, yıkın” diyen provokatörlere de rastladık. O zaman gençliğin kullanıldığını kabul etmiyorum. Derin devlet tarafından, başka güçler tarafından provoke edilmiş olabilir. Ama ülkücü hareketin kullanıldığını ve belli mecralara çekildiğine inanmıyorum. Ülkücü hareket Türkiye cumhuriyetine sahip çıkma refleksiyle mücadelesini vermiştir.

TELEFONLAR: BİZİ DİNLEYENLERE SELAM OLSUN

Türkiye’de demokrasi olduğunu iddia edebilir miyiz? Yargısız infazların olduğu telefonların dinlendiği, herkesin korkutulduğu bir dönemden geçiyoruz. Ufacık bir bakkala girdiğimde bana diyor ki, “Birisi gelip sorsa hükümetten memnun musunuz derse tabii memnunum derim çünkü korkuyorum beni de alırlar. Bu hale geldik. Eminim ki, telefonlarım dinleniyordur, o yüzden siyasi bir konuşma yapacaksam, “Bizi dinleyenlere de selam olsun” diyorum. Dinlenmesem de dinlenebilme ihtimali olduğu için böyle yapıyorum. Herkes kendinin dinlendiğini zanneden bir hale geldi. Dinlemeye de gerek yok, geriye dönüp telefonla ne konuşulduğunu öğrenmek de mümkün bu teknolojiyle. Bugün sivil darbeyi yaşıyoruz. İleri demokrasi naralarıyla demokrasinin bu kadar katledildiği başka bir dönem yaşanmamıştır. Cumhuriyet’in değerlerinin bu kadar aşağılandığı, tarihin bu kadar çarpıtılarak anlatıldığı başka dönem olmadı.

BAŞÖRTÜSÜ: HUKUKİ OLMAYAN BİR SÜREÇ YAŞIYORUZ

Ben hiç başörtüsü takmadım ama bizim aramızda öğrencilik yıllarımdan beri ülkücü camiada başörtülülükle başı açıklık hiç problem olmamıştır. Ben başından beri böyleyim, kıyafetim de böyle. Başörtülü kadın milletvekilinden önce üniversitelerdeki meseleyi çözmek lazım. Hukuki olmayan bir süreç yaşıyoruz, çözüm hukukla olmalı. Üniversiteyi kazanmış kızların okuma hakkını elinden alamazsınız. Bu meselenin bu hale gelmesinin nedeni de siyasilerdir. Başörtülü kadınların milletvekili olabilmesinin önünde de engel yok. Olmuştur, bizim Nesrin Ünal. Genel Kurulda başını açıyordu ama odasında bile kapalıydı. Bunlar suni gündemler. Kadının istihdam, eğitim, sağlık, şiddet problemi var, bunları çözelim. Kadınlar öldürülüyor bu ülkede, giderek de artıyor.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 18 ARALIK 2011